DUYGULARIMIZI ANLAMAK VE ANLAMLANDIRMAK ÜZERİNE

Duygularımızın üstünü kapatarak, yüzleşmemeye çalışmak ne kadar doğru? Sorunun cevabı yeni yazıda!


Kendimizi ifade edebilmenin temel ihtiyaç olduğu şu çağda neden bu kadar kendimize yabancılaştık? Duygularımızın bilinç düzeyimize çıkmaması için çabalar bir halde acılarımızı, korkularımızı, şaşkınlıklarımızı görmezden gelerek modern dünyada yaşamaya, güçlü durmaya donkişot misali devam ediyoruz. Her ilişki yeni bir boks maçı gibi bizim için karşı tarafın bir yumruk atmasına izin verdiğimiz ölçüde devam ederken, kazanan kaybeden var mı o tartışılır belki! Ancak maçın sonu gelirse bir tarafın daha çok yorgun hissedeceği aşikar. Burada sorulması gereken bazı sorular vardır. Örneğin, "Neden sosyal hayatımızın her katmanında ilişkilerimize, kazanılması gereken bir maç edasıyla duygularımızı önemsemeden yaklaşıyoruz ya da yaklaşılmasına izin veriyoruz? Duygularımızın üstünü kapatarak, yüzleşmemeye çalışmak ne kadar doğru?" Aslında bu soruların hepsi kendimizi ne kadar tanıyıp anladığımız ile doğrudan ilintili.

İnsanoğlunun her yapıtaşı beyni uyaran ve duyguları ortaya çıkaran bir fonksiyona sahip. Bu duygular en ilkel tarafımızı oluşturmakla birlikte, aynı zamanda bizim hayatta kalmamızı da sağlamakta. Organlarımız, kendini tehlikede hissettiği anda beyimizdeki amigdala bölgesini uyararak korku duygusuna kapılmamızı, bir şeyi ya da birini kaybetme durumunda üzüntüyü, kişisel sınırlarımız ihlal edildiğinde öfkeyi, sosyalleşme durumumuzda utancı, tehlikeli yapılardan kendimizi korumak istediğimizde tiksinmeyi, bir şeyi keşfettiğimizde çoşku veya sevinci, bizim için yeni olan bir şeyle karşılaştığımızda şaşkınlık hissini yaşamamızı sağlar. Bu yedi temel duygu hayatımızı yöneten ve yönlendiren en önemli sistematiğimizdir. Bu duygulara gün içerisinde birçok kez maruz kalırız. Farkında olup ifade edebiliyorsak ne mutlu ama farkında olmamakla birlikte bilinçaltımızda kalması için kendimizi zorlamak en büyük problemlerimizden maalesef. Aslında her duygumuz bizim için bir nimetken, neden bu kadar saklamaya meyilliyiz? Yoksa duygularımızı fark edip ifade etmeye çabalamak başkalarının duygularımızı fark etmesi veya görmesi ihtimalini zayıflık olarak mı görüyoruz?

Edvard Munch

Bizim topraklarımızda duygusal derinliği olan,  kendi duygularını çekinmeden ifade eden insanlara hep güçsüz gözüyle bakılır ne yazık ki. Oysa öyle büyük bir güçtür ki bu durum aslında mutluluğun kapısını aralar bize. Korkunun da, utanmanın da, şaşkınlığın da, üzüntünün de farkındalık halinde yaşanması ‘cesurca’ yargılanma kaygısına kapılmadan bizi daha insan yapar çünkü  zaman zaman gözlerimize hücum eden duygularımızı, bizi anlamadığını düşündüğümüz  tarafa ifade edebilirsek daha mutlu bir hayat yaşamamız mümkün. İşte burada önemli olan kendi içimize dönüp ben şu an ne hissediyorum diye sorabilmektir.

Bazı zamanlarda duygu karmaşası yaşamamız ve kendimizi yanlış ifade etmek de oldukça olağan. Bunlarda insanlığın getirileri tabiî ki, hatta başkasının duygusuna bürünmemiz de mümkün. Eğer doğru ayrıştırmalar yapıp duygumuzun nereden ya da kimden geldiğini analiz edip, gerçek olanlarına ulaşabilirsek, bir ringde maça çıkar gibi savaştığımız sosyal ilişkilerimizde ayrışmamız ve ne hissettiğimizi ifade ederek huzura ulaşmamız hiç de zor değil. Eğer kendimizi tehlikede hissediyorsak, bir durum bizi korkutuyorsa, korkuyorum diyebilmek ya da bunu farklı yollarla ifade edebilmek maharettir.

Mucizevi yaradılış öyküsü gereği insanın görülme, anlaşılma ve kendi dışındaki varlıkları anlama ve anlamlandırma iradesi vardır. Kendimizi anlatabildiğimiz ve anladığımız ölçüde insanızdır aslında. Dünya üzerinde hiçbir varlık daha yoktur ki kendini bu kadar irdelesin, anlamlandırmaya çalışsın.

Şarkıda da geçtiği gibi "bir ben var ki benim içimde benden öte benden ziyade..." Olanı anlamak, keşfetmek bilgeliğine ulaşmak dileğiyle, gelecek yazı da görüşmek üzere.