Edebiyat ve Psikanaliz: Julia Kristeva Kimdir?
Kristeva'nın Çok Yönlü Yaklaşımı ve Etkileri
Julia Kristeva, 24 Haziran 1941'de doğmuş, Fransız-Bulgar filozof, psikanalist ve edebi eleştirmendir. 1960'lar ve 1970'lerde Paris entelektüel ortamında popülerlik kazanmış ve Derrida ile Barthes gibi isimlerle ilişkilendirilmiştir. Kristeva'nın çalışmaları dil, psikanaliz, feminizm ve kültürel çalışmalar gibi alanları kapsamaktadır.
Kristeva’nın ilk araştırmaları ağırlıklı olarak yapısalcı dilbilimle ilgiliyken, daha sonra gözlemlerine psikanalitik teoriyi—özellikle Freud ve Lacan’a atıfta bulunarak—dahil etmiştir. Modern düşüncede hâlâ isminden bahsettiren bir figürdür ve Columbia Üniversitesi gibi üniversitelerde akademik kariyere de sahiptir.
Fransız edebiyat teorisyeni Roland Barthes, (fotoğrafta Kristeva'nın yanında) , edebi eleştiri dünyasına yaptığı en yenilikçi katkılarıyla yapısalcılık, post-yapısalcılık ve göstergebilim (semiyoloji) alanlarında tanınmaktadır. "Yazarın ölümü" fikrini ortaya atarak, Barthes geleneksel edebi analiz yaklaşımlarını sorgulamıştır. Ona göre, bir metnin anlamı okuyucu tarafından yorumlanarak oluşturulmakta ve yazarın niyetleri değil, okuyucunun yorumları belirleyici olmaktadır.
Psikanaliz teorisi, insan davranışını, kişilik gelişimini ve zihinsel süreçleri anlamak için bir çerçeve sunar. Bu teori, Sigmund Freud tarafından geliştirilmiş ve Carl Jung, Jacques Lacan ve Julia Kristeva gibi akademisyenler tarafından derinleştirilmiştir. Psikanalizin ana tezi, bilinçdışı çatışmalar, dürtüler ve arzuların -birçoğunun erken yaşam deneyimlerine dayandığı- insanların davranışları üzerinde etkili olduğudur.
Kristeva'nın psikanalitik teorisi, öznelik oluşumunu, dilin doğasını ve toplumdaki güç dinamikleri ile dışlanmayı anlama konusunda zengin bir temel sunmaktadır.
Çok disiplinli yaklaşımıyla tanınan Julia Kristeva, özellikle göstergebilim ve psikanaliz teorisini birleştirerek edebi eleştiriyi önemli ölçüde ilerletmiştir. Araştırmaları, dilin, özneliklerin ve kültürün edebiyatta nasıl etkileşimde bulunduğunu incelemektedir.
Kristeva, Foucault (dil, bilgi/güç), Bakhtin (diyalojizm) ve Lacan (gösteren ve gösterilen) gibi çeşitli düşünürlerden fikirler sentezlemiştir. İlk başta Kristeva, Lévi-Strauss ve Saussure'den etkilenen yapısalcı teoriyi incelemiştir. Zamanla, katı yapısalcılıktan uzaklaşarak daha karmaşık bir yaklaşıma doğru post-yapısalcılığı benimsemiştir. Birçok anlam, akışkan kimlikler ve sabit yapıları reddetme konusundaki odaklanması nedeniyle Derrida ve Foucault gibi post-yapısalcı filozoflarla uyum içindedir.
Metinlerde, özellikle romanlarda, ve kelimelerdeki çeşitli anlamları keşfetmek amacıyla Julia Kristeva, Bakhtin’in diyalojizmi ile Saussure’ün göstergebilimini birleştirerek "metinlerarasılık" kavramını oluşturmuştur.
Julia Kristeva'ya göre metinlerarasılık kavramı, metinlerin alıntılar ve referanslar yoluyla nasıl ilişkili olduğunu göstererek orijinallik ve tek yazar anlayışlarını sorgular. Bu kavram, metinler ve kültürün dinamik bir şekilde nasıl etkileşime girdiğini vurgulayarak, çeşitli sesler ve söylemlerle anlamı zenginleştirir. Metinlerarasılık, okuyucunun metin yorumlamasındaki aktif katılımını da ön plana çıkararak, daha derinlemesine tartışma ve etkileşimli edebi analizleri teşvik eder.
Kristeva'nın psikanalitik teorisi, Jacques Lacan ve Sigmund Freud'un yazılarına yoğun bir şekilde atıfta bulunmaktadır. Abjeksiyon teorisi, özellikle "Korkunun Güçleri: İğrençlik Üzerine Deneme" (1980) adlı kitabında önemli bir tema olarak öne çıkmaktadır. Bu kitapta Kristeva, abjeksiyonu kimlik, sistem veya düzeni bozan şeylere karşı verilen ilkel ve yoğun bir tepki olarak açıklar. Abjeksiyon, kendimizi veya gerçekliği anlama biçimimizi tehdit eden bir şeyle karşılaşma deneyimidir. Bu nedenle, hem psikoloji hem de edebiyat alanlarıyla bağlantılıdır.
Abjeksiyon Teorisi, rahatsızlık, sınırların dışına çıkma ve toplumsal normları sorgulayan metinlerin İngiliz edebiyatı analizini etkilemiştir. Bedensel sıvılar, çürüyüş ve tabu konular gibi abjekt (iğrenç) unsurları betimleyerek yazarlar, okuyucuları rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye ve insan varoluşunun daha sarsıcı alanlarına derinlemesine bakmaya teşvik eder. Bu, toplumun beklentilerini ve inançlarını sorgulamak için bir zemin sağlar. Abjeksiyonun sayesinde İngiliz edebiyatı, "öteki" ile yüzleşerek önyargıları sorgular.
Kristeva'nın feminist teorisi, dilsel analizi ve psikanalizi birleştirerek cinsiyet, kimlik ve güç konusunda kapsamlı bir anlayış sunar. Erken anne-çocuk bağından dolayı, feminenliği göstergebilimle ve maskülenliği sembolik ile ilişkilendirir. "Şiirsel Dilde Devrim" (La Révolution du langage poétique-1974) adlı makalesi, feminenliğin kültürel olarak devrimci rolünü vurgular. Argümanı cinsiyet stereotiplerini destekliyormuş gibi görünse de, Kristeva, feminenliğin ve maskülenliğin yalnızca biyolojik cinsiyetle ilişkili olmadığını savunarak, erkeklerin ve kadınların temelde birbirlerinden farklı olduğu anlayışını eleştirir.