Emile Durkheim ve Sosyoloji

Durkheim'ın sosyolojik bakışı: Toplumsal olgular, anomi, dayanışma türleri ve intihar üzerine birtakım analizler.

Emile Durkheim, modern sosyoloji biliminin kurucularından biridir. 1858 yılında Fransa'da doğan Durkheim, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Doğduğu coğrafyadan ötürü pozitivizm ekolüyle yetişmiştir. Durkheim, sosyolojiyi “kesin bir bilim” yapabilmek adına çalışmalar yapmıştır. Bu bağlamda sosyolojinin ele alması gerektiğini düşündüğü bütün konuları, yani, insan ve topluma ilişkin ne varsa ele almıştır. Yaptığı çalışmalarla sosyolojiyi, psikoloji ve felsefeden ayırıp müstakil bir bilim yapmayı hedeflemiştir. Yaptıklarıyla sosyolojinin bir bilim olarak “kurumsallaşmasına” büyük katkıda bulunmuştur. Bu yüzden, Simon ve Comte’tan sonra, kelimenin tam anlamıyla, sosyolojinin ayaklarını yere bastırdığına inanılır. Ancak Durkheim, modern düşünce içinde yer alan ve tek geçerli ya da doğru bilgi biçiminin ampirik bilimin ortaya çıkardığı bilgiler olduğunu savunan pozitivizmin “sosyal bilimleri daralttığını” ve özellikle “sosyolojinin alanını daralttığını” söyler ve bu bakış açısıyla intihar, din, ahlak gibi konuları inceler. Bu tür konuları ve olayları incelerken fayda yönünden ele alır. Bu yüzden Durkheim işlevselcidir. Yani, der ki, “Toplumda her şeyin yerine getirdiği vazifeler vardır ve onlara bakmak zorundayız.”

Emile Durkheim, kendine özgü bir yöntem belirlemiştir. Bu yöntem, Durkheim’ın sosyolojinin incelemesi gerektiğini düşündüğü sosyal (toplumsal) olguları esas alır. Sosyal (toplumsal) olgular dediğimiz şeyler, toplumların içinde gerçekleşen, gözlem yoluyla insanların veri elde edebileceği, uzun süreli kurumsal vakalar gibi (işçi sınıfının durumu) o toplumda yaygın olan ve sosyolojinin incelemesi gerektiği “şeylerdir”. Bu şeylere bütün fenomenler dahildir, din bile. Bunlar, kolektif yapılardır.

Emile Durkheim, sosyoloji alanındaki çalışmalarında makro bir analiz yapar ve bireyin edilgen olduğunu, toplumsal olgunun ise daha ön planda tuttuğu olduğunu savunur. Çalışmalarında toplumsal olguları dışardan, tarafsız bir gözle ve herhangi bir düşünce kalıbına bağlı olmaksızın bütünüyle “şeymiş” gibi inceler. Çünkü ona göre sosyal olgunun temeli toplumdur ve ahlak ile dinin nasıl yaşandığın, o toplumun yansımasıdır. Bu yaklaşımıyla, çalışmalarının nesnel ve tarafsız olmasını hedefler. Nesnellik ve tarafsızlık demişken, Emile Durkheim, tecavüz gibi olaylarda bile sosyolog gözüyle bakılması gerektiğini savunur. Bu sebepten ötürü, sosyal olgulara “şeylermiş” gibi bakar. İnsan oluşumuzdan dolayı etkilenip farklı şeyler yapabiliriz, ancak Durkheim’e göre önemli olan, bizim dışımızdakiler gibi bakabilmektir.

Emile Durkheim, yukarıda bahsettiğimiz gibi, bir pozitivisttir. O, bir olguyu incelerken olguyu gözlemlenebilir, ölçülebilir ve değerlendirebilir hale getirirdi. Sosyolojiyi din ve metafizik gibi alanlara sokmazdı; ancak bu olguların toplumsal hayatta birlik ve beraberliği arttırıp arttırmadığına dair hususları incelenebilir bulurdu. Yani, Durkheim'a göre, bir konu sosyolojinin inceleme alanına girmiyor olsa bile, onu gözlemlenebilir, ölçülebilir veya değerlendirebilir hale getirebilirsek, sosyoloji bu konuyu rahatlıkla inceleyebilir. Aksi takdirde, sosyolojinin “kesin bir bilim” haline gelemeyeceğine inanırdı.

Emile Durkheim, toplumun temelinin ahlak olduğunu, ahlakın, toplumsal yaşamı şekillendiren en önemli hususlardan biri olduğunu ve bir ahlak biliminin kurulması gerektiğini savunurdu. Çünkü eskiden toplum, daha “ahlaklı” ve “adil” iken, şimdi toplum “ahlaksızlık” ve “toplumsal değerlere yabancılaşma” kavramlarıyla karşı karşıyaydı. Bu nedenle toplum, ahlaki değerlerden ve toplumsal kurallardan hızlıca uzaklaşan bir yapıya doğru sürüklenmekteydi. Bu durum ise anomi kavramını ortaya çıkarmıştır. Anomi, kuralsızlığın toplumu nasıl yıktığını, bireyleri toplumsal normlardan ve kolektif ruhtan¹ uzaklaştırdığını anlatır. Bu, eski toplumlarından beri süregelen normların önem kaybetmesi sonucu ortaya çıkan toplumsal dönüşümlerin, bireylerin bu yeni duruma uyum sağlamaması, toplumun sorunlara bireysel düzlemde yanıt bulamaması ve yeni kural inşa edememesi ile sonuçlanmasıdır. Yani, eskisi gitti, yıkıldı ama yerine yenisi koyamadık. İşte bu, anomidir ve bir toplumun başına gelebilecek en kötü şeydir. Çözüm olarak ise yeni bir ahlak teorisi inşa ederek toplumların kendi aralarında bütünleşmesini ve toplumların içinde bulundukları ve çözüm bulamadıkları sorunları çözmeyi hedeflemiştir.

Emile Durkheim, dayanışma kavramının üzerinde de çokça durmuştur. Ona göre insanlar, benzer işleri yaptıkları için bir arada bulunurlar. Yani, belirli bir sınıf, belli bir iş bölümü ve benzer bir yapı olduğundan dolayı bir araya gelirler. Eskiden, yani geleneksel toplumda, insanlar daha bağımsız toplumlar oluştururdu, daha bağımsız bireyler vardı; ancak gelişen dünya ve iş bölümü² kavramının ortaya çıkışı sanayi tipi toplumunu doğurdu ve bu durum Batı toplumunda belirgin bir etki yarattı. İş bölümünün artması, dayanışma kavramını da değiştirdi. İki tür dayanışma vardır:

1. Mekanik Dayanışma: Kolektif bilincin güçlü olduğu, anominin düşük olduğu, “biz” duygusunun yoğun yaşandığı ve bireyin toplum içinde bir değer olarak görüldüğü, özel mülkiyetin henüz bulunmadığı, sınıfsal ve toplumsal farklılaşmanın düşük olduğu eski, geleneksel, toplumlarda görülen dayanışma türüdür.

2.  Organik Dayanışma: Kolektif bilincin zayıf olduğu, anominin yüksek olduğu, “biz” duygusu yerine “ben” duygusunun yoğun yaşandığı ve işlevselcilik ile çıkar ilişkileri odaklı, özel mülkiyetin doğmaya başladığı ve birçok alanda farklılaşmanın yüksek olduğu yeni, sanayi, toplumlarda görülen dayanışma türüdür.             

Emile Durkheim, her ne kadar yeni toplumun ahlaktan ve toplumsal kurallardan uzaklaşarak yüksek anomi yaşadığını düşünse de organik dayanışmayı önemser. Yeni toplumu modern olduğu için benimser ve yeni toplumdaki birçok sorunun yeni bir ahlak oluşturarak çözülebileceği umudundan dolayı çözümü burada arar. Eğer doğru çözümü bulabilirse, bu toplumdaki duygusal ve yapısal farklılıklara rağmen “biz” duygusunu arttırabilir ve Marx’tan farklı olarak, sorunlar ve çatışmalar olsa da çözülebileceğine inanır.

Emile Durkheim, intihar konusunu da ele almış ve bu konuda bir eser yazmıştır. İntihar her ne kadar psikolojik bir durum olarak görülse de Durkheim’ın uygulamalı sosyoloji anlayışı, intiharın sosyolojik bir olgu olduğuna inanır. Durkheim intiharın nedenini ise sanayi toplumunda artan anomiye bağlayarak nedensellik bağlamında açıklamaya çalışır. İntiharın hem toplumsal hem de kollktif yönleriyle inceleyerek, bireyin yalnızlık durumu, bireyin toplumdaki sorumluluğu, ahlaki yapı veya dini inanışlara göre intihar etme olasılığındaki artış veya azalış hakkında yorum yapar. 4 tür intihar tipi vardır:

1.     Bencil İntihar: Bireycilikten kaynaklanır. Toplumda dayanışmanın az ve toplumsal bağların zayıf olduğu sanayi toplumlarında görülen intihar tipidir. Bireyin yalnız kalması ile ilgilidir.

2.     Özgeci İntihar: Bireyin toplumdaki sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmemesinden dolayı intihar yoluna başvurmasıyla ortaya çıkan intihar tipidir.  Daha çok Japonlarda görülür.

3.     Anomik İntihar: Ekonomik sorunların yaşandığı ve ahlaki yapının bozuk olduğu toplumlarda görülen intihar tipidir. Batı toplumlarında yaygındır.

4.     Kaderci İntihar: Kurtulma, değişme ve değiştirme şansının bulunmadığı zamanlarda yapılan intihar tipidir. Otoriter rejimlerde yaygındır.

Emile Durkheim, intiharı önlemenin yolunu “ahlaki kurallar” inşa ederek kolektif bilinci arttırmak ve böylece anomiden uzaklaşmak olarak görür. Bireylerin birbirine destek olması, çoğu zaman sorunlara çözüm olabilir.

KELİMELER:

1.    Kolektif Ruh: Bir toplumun sahip olduğu ortak duygu ve kabullerdir. Milliyetçilik düşüncesi ile bağdaşlaştırılır ve anominin artması, kolektif ruhu zayıflatır.

2.     İş Bölümü: Geçici olan ve değişim anlamına gelir.