Etnosentrizmin Yarattığı Büyücülük Fenomeni
Büyü insanın doğaya hükmetme arzusu ile doğan bir olgudur.
Etnomerkezcilik ve Külürel Görecelik
Etnomerkezcilik, Yunanca Ethos kelimesinden meydana gelmiştir. Ethos, halk ve kavim anlamlarına gelmektedir. Etnomerkezcilik, kendi ait olduğu grubu ötekilerden daha üstün olduğuna inanan düşünce biçimidir. Peki kimdir bu öteki? Etnomerkezciliği benimsemiş bir kişi kendi grubunu dünyanın merkezine yerleştirmektedir. Kendi grubunun dışında kalanlardan kendine en çok benzeyeni en yakınına yerleştirirken diğerleri ile benzerlik azaldıkça kendisinden daha uzağa konumlandırmaktadır.
Etnomerkezci dünya görüşünün temelinde inkâr ve karşı çıkma yer almaktadır. Bu görüşe sahip bireyler diğer görüşlerin varlığını kabul etmemektedirler.
Irkçılık ve etnomerkezcilik farkına gelecek olursak: Irkçılık biyolojik olarak karakterize edilmiş insan grupları arasındaki (ki aslında ırkçılıkta vurgulanan gen ve kan farkı hayali bir olgu olmasına rağmen) hiyerarşi olarak düşünülürken etnomerkezcilik, kişinin kendi kültür grubunu diğerlerinden üstün görmesidir.
Tüm kültürler kendi içinde toplumsal normlara ve o normları korumaya yönelik dogmatik tutumlar içerisindedir. Toplumlar kendi varlıklarını ve istikrarını kültürel kodların aktarılmasıyla başarır. Toplumlar kültürel olarak kendi içerisinde gözettikleri kendilerince korunaklı ve tutarlı bu davranışları yaşadığı coğrafya, maruz kaldıkları iklim koşulları, toplumsal mücadeleleri ve savaşlarla pekiştirir. Her kültürel norm bir mücadele aracılığı ile ve de korumak ya da var olmak temellidir aslında. Fakat bu durum toplumsal dogmalara sebep olduğu ve kendi yaşamının içerisinde doğal ve olması gerekenleri normal olarak görmesi diğer kültür biçimlerine olan yabancılık etnomerkezci bir tutumu da beraberinde getirmesi çok olasıdır. Bireyler doğdukları toplumlarda homojen yapının içerisinde varlıklarını korumak için bu kültürel normları kabul etmeli ve aktarmalıdır. Bunu yaparken çoğu zaman etnomerkezci bir tutumla pekiştirirler aslında davranışlarını. Kültür bu nokta da görecelik kazanın kişiler için, kendi kültürü ile başka kültürleri kıyaslar, yabancılar ve çoğu zaman kabul edemezler. Özellikle 15. Ve 18. Yüzyıllar arasında cadı kavramı ve cadı avları önemli olaylar olarak karşımıza çıkar. Çünkü kültüre etnomerkezci yaklaşım ve farklılığa olan yabancılık yer yer korku, dinin çok güçlü olduğu bir çağda cadı denilen kişilerin marjinalliği ile karanlık bir dönemin en karanlık olaylarının yaşanmasına yol açmıştır. Farklı etnik kökene sahip insanların cadılıkla suçlandığı bu dönemde asıl başrolleri kadınlar ve çocuklar oluşturmaktaydı. Engizisyon Mahkemelerindeki cadı davalarının başlıca sanıkları olarak karşımıza çıkmaktadır çocuklar. İlk avlanan cadılar genellikle yaşlı kadınlar olduğu için çocukların ütopik ve yaşlı tipleri tespiti kolaylaştırması açısından önem arz etmekteydiler. Ancak 17. Yüzyıla gelindiğinde zirveye ulaşan cadı avları sonucunda takibata uğramayan kasaba, köy yok denecek kadar azdır. Böyle bir ortamda çocuklar sanık olmaktan çıkıp iki yüzyıldır iç içe oldukları ve iyi bildikleri cadılık olgusuna dışarıdan hiçbir etki altında olmadan üstlenip bu role bilinçli bir şekilde bürünmüşlerdir. Engizisyon Mahkemelerinin kuruluş amacını basit şekilde açıklamak gerekirse Katolik Kilisesi inancının dışında ortaya çıkan yeni anlayışlara, heretiklerin takibine ve imhasına dair ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Büyü ve Büyücülük Fenomenlerinin Toplumsal Yapı ve İlişkilerdeki Önemi: Azandeler Halkı Örneği
Büyü insanın doğaya ve sosyal yaşantıya hükmetme arzusu ile doğan bir olgudur aslında. Büyü insanların görünmeyen güçlere hükmetme, ölümsüzlüğün sırlarına ulaşma ve hayal ettiklerini çok daha kısa sürede gerçekleştirme istekleri üzerine ortaya çıkmıştır. Bunun için çeşitli yollara başvurulmuş sonucunda yaptıran için iyi, yapılan için ise dehşet verici sonuçlara ulaşılmıştır. Bu işle uğraşıp büyü yapanlara da büyücü denilmiştir. Büyücülüğün tarihine baktığımızda Babil İmparatorluğu’nda doğduğuna dair rivayetler vardır. Büyü kavramı özellikle aydınlanmadan önce toplumları etkileyen önemli bir olgudur. Astroloji, metafizik ve etnoloji gibi dallar dışında aydınlanma ile birlikte sosyoloji, antropoloji ve din sosyoloji gibi disiplinlerinde ilgi alanına girmiş bulunmaktadır. Antropolojik olarak büyü ve büyücülük kavramları, bilim ve din ile kıyaslanarak bir bütün olarak ele alınır. Bronislaw Malinowski, “Büyü, Bilim ve Din” adlı eserinin ilk sayfalarında temel bir önerme ileri sürerek ne kadar ilkel olursa olsun dinsiz, büyüsüz ve bilimsiz (aynı zamanda teknolojisiz) hiçbir toplumun olmayacağını belirtmektedir.(Yeşilmen,H. 2019) Antropoloji açısından büyü ve büyücülük fenomenleri incelenirken genellikle din ve bilim kritik bir noktadadır, çünkü dinler tarihi ve gelişi aynı şekilde bilim tarihi ve gelişimi büyü ve büyücülük hakkında antropologlara önemli ipuçları vermektedir. Evrimci ve pozitivist paradigmasına dayanan bilim ise antropolojinin büyü ve büyücülük fenomenlerinin toplumsal yönden gelişimlerini incelemesinde ışık tutar.
Azandeler ise Orta Afrika’da yaşayan bir halktır. Etnik olarak karışık bir halk olan Azandeler tarım ve avcılığa yatkındırlar. Ata kültürüne dayalı bir din anlayışları olması sebebiyle net bir tanrı anlayışı olmamakla birlikte, tanrı birçok tek tanrılı dine sahip toplumlarda olduğu gibi değerli ve kutsal değildir. Azandeler totemlere taparlar ve var olduğuna inandıkları iki ruhtan biri olan beden- ruhun, ölüm anında totem hayvanlarından birine dönüştüğüne inanırlar. Hastalık tedavilerinde sıklıkla büyünün kullanımı dikkati çekmektedir. Günlük yaşamlarının her noktasında doğaüstü güçlerle ilişkileri bulunmaktadır. Azandeli’ye göre bir insanın talihsizliği büyü (mangu) denilen ve bazı insanların vücudunda bulunan maddeye dayanır. Bunlar, insanlara zarar veren fiziksel oluşumlar olarak yorumlanır. Büyücülük, genetik miras yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılmakta; bu yeteneği erkek çocuk babadan, kız çocuk anneden almaktadır.(Yeşilmen H. 2019) Yerlilerin düşüncesine göre, herkes büyücü olabilir, ancak aynı zamanda her insan büyüye de maruz kalabilir. Büyü, yerlilerin dünyasında genel olarak insan kontrolüne ve yönetimine bağlıdır. Hastalıkların kökeninin büyü-dinsel bir bağlam içinde teşhis edilmesi, tedavinin de bu yolla yapılabileceğine ilişkin düşüncenin temelini oluşturur. Ibibio’lar ise kökenleri tam bilinmemekle birlikte genel de güney Nijerya’da yaşayan genelde esnaf ve çiftçi olan bir halktır. Çeşitli maskeler ve vücut dövmeleri kullanarak ritüeller gerçekleştirirler. Çok tanrılı bir inanç sistemleri vardır. Önceki hayata ve reenkarnasyona inanırlar. Örneğin, bir kişinin bir sorunu yoksa, bir falcı ona önceki reenkarnasyonunda masum çocukları öldürdüğünü ve merhumun ebeveynlerinin ve genel halkın onu lanetlediğini, herhangi bir sorunu olmayacağını söyleyerek ona lanet ettiğini söyleyebilirdi. Kurbanlık teklifler olarak belirli şeyler vermediği sürece, reenkarnasyonları boyunca masum çocukları öldürmeye devam eder.