Farabî ve İlk Var Olan
Farabi'nin Var Olanlar alemine ilişkin yorumlamaları.
Orta Çağ İslam aydınlarının Aristo'dan sonraki ikinci büyük üstatları sayılan Farabi İslam ve klasik Yunan felsefesini sentezleyen ilk İslam filozofudur. Plato ve Aristoteles'den etkilenerek yazdığı eserlerinde onların siyaset felsefesinin İslam ile ortak yanlarını keşfetmiş ve bu iki anlayışı harmanlayarak kurduğu düşünce sistemi ile kendinden sonra gelen bir çok alimi etkilemiştir. Hem Plato, hem Farabi'nin ideal toplum öğretilerinde Tanrı'nın mutlak varlığı vurgulanmaktadır. Farabi'nin ütopik toplum anlayışında aynı zamanda akılcı görüşte vardır. Farabi kendi dönemini de analiz ederek, İslam öğretileri altında ideal toplumun nasıl kurulacağını El Medinetü'l-Fazıla yani İdeal Devlet kitabında anlatmıştır. Kitap sadece bir siyaset felsefesi öğretisi değil, aynı zamanda insan maneviyatı, gök cisimleri, ruhlar ve İlk Var Olan hakkında yorumlardan oluşmaktadır. Farabi bu yorumları ideal toplumda yaşayan insanların görüşlerinin ana ilkeleri olarak saymaktadır.
Farabi'ye göre İlk Var Olan bütün diğer var olanların varlığının ilk nedenidir. İlk Var Olan'dan başka tüm varlıklar bir veya birden fazla kusur ve eksiklik içerisinde iken, O tüm eksikliklerden arınmıştır. Bu nedenle İlk Var Olan'ın varlığı en üstün sayılır ve diğer varlıklardan en önce gelir. O'ndan daha üstün varlığın olması mümkünsüzdür ki, bu O'nun üstünlük bakımından en yüksek derecedeki ve en mükemmel varlık olması anlamına gelir. Bu yüzden, İlk Var Olan'ın cevherine yani tözüne yokluk karışamaz. İlk Var Olan ezelidir, hiç bir biçimde var olmaz ve bilkuvve varlığa sahip olamaz.
İlk Var Olan'ın eşi benzeri yoktur. O'ndan sonra gelen hiç bir varlık onun varlığına sahip olamaz. İlk Var Olan'ın başka bir varlıkla ortak farklılığı bile bulunamaz. Eğer bulunursa bu diğer varlığın İlk Var Olan'dan tek bir hususla ayrıldığı anlayışını getirir ki, bu da İlk Var Olan'ın benzersizliğini ortadan kaldırır. İlk Var Olan'ın zıttı yoktur, imkânsızdır. Çünki zıt olmak bir şeyden farklı olmak demektir ve bu her an anlaşılabilir. Bir şeyden farklı olan her şey o şeyin zıttı olmadığı gibi, bu şeyin kendisi olması mümkün olmayan her şey de onun zıttı değildir. İlk Olan, tanım aracılığıyla, tözünü meydana getiren şeylere bölünmez. Çünkü O'nun anlamını açıklayan bir tanımın her bir parçasının O'nun tözünü meydana getiren bir parçaya işaret etmesi olanaksızdır. O hâlde bir şeyin tanımının parçalarının işaret ettiği anlamların, tanımlanan şeyin varlığının nedenleri olmaları, madde ve suretin, kendilerinden meydana gelen şeyin varlığının nedenleri olmaları anlamında, İlk Olan'ın tözünü meydana getiren parçalar da, onun varlığının nedeni olacaklardır. Ancak İlk Olan söz konusu olduğunda bu imkansızdır çünkü O, "İlk" olandır ve O'nun hiçbir nedeni yoktur.
İlk Olan, maddede olmadığından ve herhangi bir biçimde maddesi olmadığından, tözü bakımından bilfiil akıldır. Çünkü suretin akıl olmasına ve bilfiil düşünmesine engel olan, içinde bir şeyin var olduğu maddedir. Bir şey, varlığında maddeye muhtaç olmadığı takdirde, tözü bakımından birfiil akıl olur. İlk Olan'ın durumu da budur: O bilfiil akıldır ve aynı zamanda tözü bakımından akılsaldır. İnsan akılsaldır, ancak onda akılsal olan, bilfiil akılsal değildir, bilkuvve akılsaldır. Fakat İlk Var Olan böyle değildir. O akıl olması bakımından akılsaldır. Akılsal olmak için, kendisinin dışında kendisini düşünecek ayrı bir öze muhtaç değildir. Tam tersi, o kendisi kendi özünü düşünür. Bundan ötürü O bilfiil akıllı ('akil) ve akıl ('akl) olur. Özünü düşünmesi sonucunda ise bilfiil akılsal olur. İlk Var Olan'ın bizzat kendisi bakımından kavranması zor değildir. Çünkü o, mükemmelliğin en son mertebesindedir. Ancak madde ve yoklukla karışmış olduklarından, akıllarımızın gücünün zayıflığının sonucu olarak, bizim O'nu idrak ve tasavvur etmemiz zordur. Biz onu olduğu gibi düşünemeyecek kadar zayıfız.
Bir şey kendi özünden ne kadar hoşlanır ve ondan ne kadar haz ve mutluluk duyarsa, onu o kadar sever ve ondan o kadar gurur duyar. Durum böyle olduğuna göre, İlk Olan'ın kendi özü hakkındaki zorunlu aşkı, onu sevmesi, ondan gurur duyması ile bizim kendimizin kendi özümüzü sevmemizden doğan aşkımız arasındaki nispet, O'nun özünün üstünlüğü ve mükemmelliği ile bizim kendisinden gurur duyduğumuz üstünlük ve mükemmelliğimiz arasındaki nispet gibidir. İlk Olan'da seven ve sevilen, öven ve övülen, âşık ile âşık olunan aynıdır. İnsanlarda ise bu tam tersidir. Bizde seven, üstün ve güzel değil, sevilen üstün ve güzeldir. Ancak bu durumda, âşıkta, âşık olunanda (ma'şûk) olmayan başka yeti vardır. Çünkü bizde âşık, âşık olunanın aynısı değildir. İlk Olan'da ise âşık ile âşık olunan, seven ile sevilen aynıdır. Herhangi birinin O'nu sevmesi ve ya sevmemesi, O'na âşık olması veya olmamasının bir önemi yoktur. O, ilk sevilen ve âşık olunandır.
Farabi İlk Var Olan'ın kim olduğuna dair açıkça yorum yapmamıştır. Gerçekçi şekilde Var Olanların en üstün olanını tanımlamıştır. Farabi'nin bu yorumlamalarını Tanrı ile bağdaştırmak mümkündür. Zira Tanrı'nın varlığına ilişkin şüpheci argümanlara karşı Farabi kafa karıştırıcı lakin çok açık tanımlamalar sunmuştur. Buradan yola çıkarak Tanrı'nın varlığının tanımlanamayacak kadar mükemmel olduğu, insan zekâsının onun aklına varamayacak kadar aciz olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.