Francisco Franco Bahamonde
İspanya'nın en ünlü diktatörlerinden birisi olarak anlandırılan Franco, İspanya tarihi için önemli şahsiyetler arasında yer almaktadır. Kuzey Afrika'da başlayan askeri görevler ve sonrasında ülke içerisinde başlayan iç savaş süreci ile birlikte ülkenin en önemli kişisi olmuştur.
Asıl adı "Francisco Paulino Hermenegildo Teódulo Franco Bahamonde" olan Franco, 4 Aralık 1892 tarihinde İspanya’nın kuzey batısında bulunan Galiçya bölgesinde, Ferrol adındaki bir liman kentinde dünyaya geldi. Babası Nicolás Franco Salgado-Araújo (1855-1942), İspanya Deniz Kuvvetleri’nde üst rütbede bir asker, annesi Pilar Bahamonde y Pardo de Andrade (1865-1934) ise donanmada general olan bir babanın kızıydı. Franco’nun annesi Katolik geleneklere bağlı, oldukça dindar ve muhafazakâr bir yapıdayken babası tersi bir dünya görüşüne sahipti ve dine yönelik bir ilgisi yoktu. Bu durum daha sonrası aile içi çatışma ortamına zemin hazırlamış ve 1907 yılında babası Nicolás Franco, Madrid'e taşınarak kendisine yeni bir hayat benimsemiştir.
Franco, mesleki olarak diğer aile üyeleri gibi donanmada görev almak istedi ancak Deniz Harp Okulu'na alınan öğrenci sayısının sınırlandırılmasından dolayı 1907 yılında Toledo Piyade Akademisi’ne başlamak durumunda kaldı. Bu okulda ve Toledo şehrinde geçirdiği zaman, edindiği tecrübeler, Franco’nun karakterini ve siyasi fikirlerini şekillendirdi. Mezun olduktan sonra gönüllü olarak 1912’de Fas'ın kuzeyinde yer alan İspanyol birliklerine katıldı. Afrika’yı, askeri kariyeri açısından bir fırsat olarak gören Franco, burada sergilediği ciddiyet, disiplin, cesaret ve sadakat sayesinde kısa sürede birlik içinde güven kazandı. On yıldan fazla görev yaptığı Fas’ta gösterdiği askeri meziyetler çeşitli terfiler elde etmesini sağladı. 1916 yılında henüz 23 yaşındayken yüzbaşı rütbesine yükseldi ve bir yıl sonra 1917’de binbaşı rütbesini aldı. Aynı yıl maden işçilerinin grevinin sonlandırılması ve direnişlerinin kırılmasının sağlanması için Oviedo Garnizonu’na atandı.
1920’de ise henüz kurulmuş olan İspanyol Lejyonu’nun komutan yardımcılığını üstlendi. Lejyonun komutanı Yarbay Jose Millan Astray’ın yaralanmasının ardından 1921’de onun yerine geçerek bu kez lejyon komutanlığına yükseldi. Franco’nun ordudaki yükselişi 1923’te yarbay olmasıyla devam etti. Aynı yıl içinde María del Carmen Polo y Martínez-Valdés (1900-1988) ile evlendi ve 1926’da da tek çocukları olan María del Carmen Franco y Polo (1926-2017) dünyaya geldi. Fas ile gerçekleşen Rif Savaşı’nda (1920-1926) komuta ettiği lejyonun ciddi başarılar sağlaması Franco’nun popülaritesini artırdı. Savaşta başarılar kazanması onu 33 yaşında tuğgeneralliğe yükselmesine vesile oldu.
1928'de Franco’ya İspanya'ya milli duygularla bağlı subayların yetişmesini sağlamak üzere Zaragoza şehrinde bir askeri akademi kurma görevi verildi. Ordu içinde hızla yükselen ve kralın en güvendiği askerlerden biri olan Franco, bu akademiyi komutan olarak yönetti.
1929'da ABD'nin New York şehrinde başlayan Ekonomik Buhran ile birlikte en çok etkilenen ülkelerden birisi de İspanya oldu. Ülke içerisinde siyasi krizlerin tırmanması üzerine Kral XIII. Alfanso, Rivera’nın 1930 yılında istifasını istedi ve istifa eden Rivera yerine General Dámaso Berenguer atandı. 1931 yılında ise ülkede seçimler yapıldı ve cumhuriyetçilerin seçimden zaferle çıkması İspanya’da yeni bir döneme kapı araladı. Kralcıların hezimeti ile sonuçlanan seçimden sonra Kral XIII. Alfanso, kanlı çatışmaların olmaması için ülkeyi terk etti ve İspanya’da cumhuriyet ilan edildi.
Cumhuriyetin ilan edilmesi anti-militarist politikaların benimsenmesine neden oldu. Bu durum özellikle ordu içerisinde pek hoşnutla karşılanmadı. Ülkedeki asker sayısının (özellikle de monarşi taraftarı olanların) azaltılması için Franco’nun kurucusu olduğu Zaragoza Askeri Akademisi kapatıldı, kariyer hayatındaki hızlı yükseliş duraklatıldı ve Franco asker olarak daha pasif bir pozisyona çekildi. Her ne kadar kralcı ve dindar bir Katolik olsa da yeni hükümetin tüm politika ve uygulamalarına itaat gösteren Franco, kendisinin pasif bir rütbeye indirgenmesine sessiz kaldı.
Cumhuriyetçi hükümetin kilise ve ordu üzerine gitmesi ülkedeki milliyetçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Bu durum da siyasi istikrarsızlıkların oluşmasına zemin hazırlamış ve ülke içerisinde yapının da zarar görmesine neden olmuştur. 1933'te yapılan zaferi muhafakazar kesimin kazanması Franco için önemli bir olaydı çünkü pasif askeri görevi yerine etkin bir görev verilmiş ve 1934'te de tümgenerallik rütbesine terfi ettirilmiştir. Aynı yıl içerisinde Asturias’ta maden işçilerinin ayaklanması ve özerk yönetim talebinde bulunmaları üzerine Franco, bu isyan hareketini bastırmakla görevlendirildi. Fas’taki Lejyoner Ordusu, Franco’nun komutasına girmek üzere ilgili bölgeye gönderildi ve çok büyük boyutlarda askeri güç kullanılmasıyla binlerce maden işçisi öldü, binlercesi de tutuklandı. Asturias hareketindeki başarısından dolayı Franco, 1935’te Fas’taki İspanyol ordusunun başkomutanı olarak atandı ve 1936’da da Genelkurmay Başkanı oldu. Donandığı geniş yetkiler sayesinde orduyu güçlendirmeye, disiplini yoğunlaştırmaya ve askerlerin etkinliğini artırmaya başladı.
1936'da yapılan seçimlerde ki cephe halinde katılım gerçekleşti ve sol-sağ şeklinde cepheleşme belirginleşti. Cumhuriyet ve laik düzen taraftarlığında birleşenler ve sol partiler Halk Cephesi’ni oluştururken monarşi ve kilise taraftarları da Milli Blok cephesini oluşturdu. Şubat 1936’da yapılan seçimlerden Halk Cephesi galip çıktı. Öte yandan seçim yapılmasına rağmen toplumsal kutuplaşma ve şiddet durulmadı. Franco, ülkedeki bu kargaşanın giderek büyümesi ve keskinleşmesi karşısında Genelkurmay Başkanı olarak hükümetten olağanüstü hâl ilan etmesini talep etti. Bu talebe olumsuz yanıt veren hükümet, Franco’yu Genelkurmay Başkanlığı’ndan alarak Mart 1936’da Kanarya Adaları’nda bir komutanlığa atadı.
Yeni seçilmiş hükümetten memnun olmayan ordunun geleneksel kanadı, şiddetin tırmanmasından cumhuriyeti sorumlu tuttu. 1936’da yeni seçilmiş Halk Cephesi iktidarına karşı, sağcı subaylar darbe hazırlığına girişti. Franco, daha önceden her ne kadar darbe ya da siyasete müdahale gibi durumlara karışmayı reddetmiş ve hükümete koşulsuz itaat etmiş olsa da bu kez isyancı subaylara katılarak Halk Cephesi iktidarını devirme planları içinde yer aldı. 17 Temmuz 1936’da askerler, meşru hükümete karşı ayaklandı. Bu darbe girişimi, ülkede üç yıl sürecek iç savaşa ve ardından da cumhuriyet rejiminin kaldırılarak 36 yıl sürecek bir askeri diktatörlük kurulmasına yol açtı. Franco, ayaklanmanın başlamasıyla Kanarya Adaları komutanı imzasıyla Las Palmas Muhtırası’nı yayımladı ve Fas’a geçerek buradaki İspanyol ordularının komutasını üstlendi.
Hükümete karşı başlayan ayaklanma iç savaş sürecine sürüklendi. Bu dönemde faşist ideolojiyi benimseyen Almanya ve İtalya'nın Franco'ya uçak desteği vermesi ile birlikte ilk askeri operasyon Fas'taki İspanyol birlikleri ana karaya taşınması oldu. Milliyetçi ve muhafazakar cephenin liderliğini üstlenen Franco, ana karada kısa bir sürede orduyu toparladı. Yaklaşık 3 yıl boyunca süren savaş en nihayetinde milliyetçi ve muhafakazar cephenin zaferi ile sonuçlandı. Bundan sonra Franco ülkenin tek lideri oldu.
2. Dünya Savaşı'nın 1 Eylül 1939 tarihinde başlaması İspanya'yı da etkiledi. Bu dönemde en önemli destekçileri olan Almanya ile İtalya, İspanya'nın da kendi yanlarında savaşa girmesini savunmaktaydı. Hatta bunun için Adolf Hitler ile Franco, Fransa'nın güneyinde yer alan Hendaye'de 23 Ekim 1940 tarihinde görüşme gerçekleştirdi. Fakat görüşmede her iki tarafın birbirinden farklı beklentilerinin olması İspanya'nın savaşa girmesini engelledi.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi Almanyası ile Faşist İtalya’nın yenilgiye uğraması, bu iki devletin müttefiki olan Franco İspanya’sının galip devletler tarafından dışlanmasına, diplomatik olarak izole edilmesine neden oldu. Franco’nun askeri diktatörlüğü, demokratik rejimlerin zafer kazandığı Avrupa’da göze batmakta, yıkılan rejimler nazizmi ve faşizmi hatırlatmaktaydı. Dolayısıyla Franco, savaş sonrası dönemde Avrupa’nın hayatta kalan son Faşist diktatörü olarak dikkat çekmekteydi.
Francoist İspanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası barışı korumak için kurulan BM’de kesin bir dille suçlanarak birliğe alınmadı ve yalnızlaştırıldı. Savaştan sonraki on yıl boyunca da kendi içine kapandı ve Batı demokrasilerinin faydalandığı ABD yardımlarından mahrum kaldı. Bu yalnızlaştırma politikası ise Soğuk Savaş’ın tırmandığı dönemde son bulacaktı. Nitekim komünizm karşıtlığı bağlamında Batı blokuna yakın olan Franco İspanya’sı, 1955 yılında BM’ye kabul edildi. Bu süreçte ABD ile ikili anlaşmalar imzalandı. Soğuk Savaş koşulları siyaseten İspanya’yı dış dünyayla bütünleştirirken Amerikan yardımları da ülkeye girmeye başladı. Yabancı sermaye yatırımlarına da fırsat tanınınca kapalı İspanya ekonomisi dünyaya açıldı.
1960’larda ekonomik gelişme devam ederken Franco için belki de daha önemli olan konu kendisinden sonra rejimin nasıl şekilleneceği ve halefinin kim olacağıydı. 1970’lere doğru gelindikçe yaşlılığı daha çok etkili olmaktaydı. Yaşlılığına hastalıklar da eklenince 1969 yılında kendinden sonra veliaht prens Don Juan Carlos’un, kral olarak ülkenin başına geçmesine karar verdi ve bu konuda gerekli düzenlemeyi yaptırdı. Uzun süren hastalık dönemlerinden sonra Franco, 20 Kasım 1975 tarihinde başkent Madrid'de hayatını kaybetti. Franco’nun ölümü üzerine Juan Carlos, kral olarak tahta çıktı ve Francoist İspanya’nın tüm diktatoryal kurumlarını ortadan kaldırmak için harekete geçti. Kralın da desteği ve çabası ile hızla siyasi partiler kuruldu, demokratik kurumlar oluşturuldu ve İspanya, demokratik bir anayasal monarşi haline geldi. Demokratik ortama karşıt olarak Franco'nun izinden giden bir grup ordu mensubu 23 Şubat 1981'de ülkenin farklı noktalarında darbe girişimi başlatmış fakat bu süreç başarılı ile sonuçlanmamıştır.