Genopolitika: Siyasi Eğilimlerinizin Genetik Şifresi

Genopolitika, ideolojilerimizin sadece çevresel değil, genetik faktörlerle de belirlendiğini gösteriyor.

Siyasi ideolojiler insanları, toplumları ve ulusları böler ve bu, çoğu zaman ciddi sonuçlar doğurur. Çok sayıda araştırma, muhafazakârlarlar ve liberaller arasındaki farklılıkların tamamen sosyo-ekonomik, kültürel veya rasyonel farklılıklardan kaynaklanmadığını göstermektedir. Aslında muhafazakarlık ve liberallik kişilik, dikkat, hafıza, algılama, duygusal tepkiler, problem çözme ve tepki seçimi gibi konulardaki farklılıklarla da ilişkilidir. Sosyal faktörlerin geleneksel olarak siyasi davranış ve eğilimler üzerinde birincil etkiye sahip olduğu düşünülse de, yeni araştırmalar ideolojik tutumların güçlü bir kalıtsal bileşeni olduğunu göstermektedir.

Genetiğin gelişmesi ve ardından gelen başarısıyla birlikte biyologların, psikologların, sosyologların ve siyaset bilimcilerin araştırma alanları, yirminci yüzyılın ilk yarısında "öjeni"[1] tarafından gözden düşürülen konulara geri dönmeye başlamış ve araştırmacıların kafalarında çeşitli sorular şekillenmiştir. İnsanoğlu bir tabula rasa (boş levha) olarak mı doğar? Öz irade var mıdır? İnsan zekası kalıtsal mıdır? Genetik faktörler bireylerin karmaşık sosyal ilişki ağları içinde nasıl işlev göreceğini belirler mi? Ve, siyasi davranış sadece kültürden değil genlerden de etkilenir mi? İşte bu son örnek, genopolitik çalışma alanını oluşturmaktadır.

Siyaset bilimi, politik eğilimlerden savaşlara kadar geniş bir yelpazedeki insan davranışlarını kapsar. Geleneksel olarak, siyasi davranışa uzun zamandır iki farklı yaklaşım hakimdir: biri "durumsal" olarak adlandırılabilecek yaklaşım, diğeri ise daha "bireysel" olan yaklaşımdır. Bununla birlikte, üçüncü bir paradigma daha ortaya çıkmıştır. Genetik, nörolojik, fizyolojik ve hormonal çalışmalardan elde edilen kanıtlar, ideolojik tercihlerin öğrenilmiş davranışlardan daha fazlasının sonucu olduğunu göstermiştir. Aksine, siyasi tercihleri ve ideolojik yapıyı belirleyen psikolojik özellikler, genetik faktörlerden etkilenmektedir.

Genopolitika her şeyden önce disiplinler arası bir alandır ve esas olarak biyoloji, psikoloji ve sosyolojinin birçok alanıyla yakın işbirliği içinde olan siyaset biliminde gelişmiştir. Ayrıca siyaset bilimi ve psikolojiyi birleştiren genopolitika disiplinler arası bir başka konudan (politik psikoloji) da etkin bir şekilde yararlanmaktadır. Bilim insanları ve özellikle de sosyologlar her zaman "insan deneyiminin" özelliklerini, insan davranışını, doğasını ve insanların neyi, neden yaptıklarını açıklamaya çalışmışlardır. Öte yandan, insanlığın biyolojik ve doğal yönlerine ilişkin süregelen ebedi bir arayış söz konusudur. Bu doğrultuda, genopolitikanın bilimsel yelpazenin diğer uçlarındaki araştırmacılar için ortak bir araştırma alanı yarattığını ve soyut bilişsel davranışları somut fizyolojik unsurlardan ayıramayacağımızı anlamamızı sağladığını söylemek doğru olacaktır.

İnsanlık tarihinin büyük bir bölümünde, siyasi davranışların, değerlerin, tercihlerin ve kurumların sosyal faktörler tarafından belirlendiği kabul edilmiştir. 1970'lerde, siyasi yönelimler üzerindeki genetik etkileri tanımlayan araştırmalar cevapsız kalmıştır. Ancak, son on yılda, siyasi özelliklerin anlaşılmasını genişletmek için genetik modelleri kullanan benzeri görülmemiş miktarda araştırma yapılmıştır.

Siyaset bilimine biyolojik yaklaşım yeni bir kavram değildir. Aslında genopolitika neredeyse davranışsal siyaset kadar eskiye dayanır; her iki yaklaşım da ilk hevesli uygulayıcılarını 1960'ların davranışsal bilim devriminde bulmuştur. Hatta bazıları genopolitikanın soyağacının davranışçılıktan daha uzun olduğunu, Aristoteles'in "insan doğası gereği politik bir hayvandır" (zoonpolitikon) şeklindeki dikkate değer iddiasına kadar uzandığını iddia etmektedir.

Her ne kadar sosyal bilimler politik olan ile biyolojik olan arasındaki ilişkiyi ihmal etmiş olsa da; oy verme davranışı, iğrenme duyarlılığı ve farklı politik görüşlere sahip bireyler arasındaki dikkat sürelerindeki farklılıklar vb. üzerine yeni ampirik veriler, "genopolitikanın" insanlık hakkındaki bilgiyi ilerletmek için vazgeçilmez bir disiplinlerarası alan olduğunu kanıtlamıştır. Araştırmaların çoğu, insanların siyasi eğilimlerinin ne sadece doğuştan ne de sadece çevresel olmadığını, ancak ikisinin bir kombinasyonu olduğunu göstermektedir: ideoloji, yalnızca sosyal, ekonomik, felsefi ve siyasi gelişmeler tarafından üretilen benzersiz bir modern fenomen olmak yerine, biyolojik evrimin de bir ürünü gibi görünmektedir. Türümüzün gruplar içinde etkili bir şekilde işbirliği yapmasını ve gruplar arasında rekabet etmesini sağlayan evrimsel gelişmeler, artık çağdaş siyasi ideolojilerin oluşumunda da rol oynamaktadır.

Dahası, tüm bu genetik bulgular, siyasi tutumların kişilik özellikleriyle bağlantılı olduğunu öne süren birçok psikolojik çalışmayla da uyumludur. Örneğin deneyime açıklık liberal bir ideolojiyi, insaflılık (conscientiousness) ise muhafazakar bir ideolojiyi öngörmektedir. Yine de bulgular, siyasi tutumların tamamen kişilikle açıklanmadığını; bu ikisinin, Peter Hatemi'nin 'ortak psikolojik mimari' (common psychological architecture) olarak adlandırdığı şeyden bağımsız olarak kök salmış olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu ilk genetik bulgular, siyasi eğilimlerin büyük ölçüde beyindeki çok temel süreçlere bağlı olabileceği hipotezini desteklemektedir - korku ve tiksinti olarak deneyimlediğimiz tehlike ve kirden kaçınmaya yönelik eski içgüdülerimiz gibi.

Yakın zamana kadar, ahlak psikolojisindeki duygusal farklılıkların altında yatan mekanizma, akademik literatürde mevcut değildi. Ancak şimdi, böyle bir motive edici faktörün özellikle iğrenme duygusunda bulunduğuna dair göstergelerimiz var. İğrenme, ortaya çıkarılması, yorumlanması ve etkisi bakımından muhafazakârları liberallerden ayıran kritik bir güç haline gelmiştir. Rozin, Haidt ve McCauley (2000)[2], insanların kötü tat ve kokuların reddedilmesini içeren bir ‘merkezi iğrenme sistemine’ sahip olduğunu ve bu sistemin siyasi yönelime göre farklılık gösterdiğini öne sürmüştür. Daha muhafazakar siyasi eğilimlere sahip kişiler, iğrenmeye daha yatkın olma eğilimindedir.

Sempatik sinir sistemi aktivitesinde de liberaller ve muhafazakarlar arasında farklılıklar gözlemlemekteyiz. Güçlü siyasi inançlara sahip 46 yetişkin katılımcıdan oluşan bir grupta, ani seslere ve tehdit edici görsel imgelere karşı fiziksel duyarlılığı önemli ölçüde düşük olan kişilerin dış yardımı, liberal göçmen politikalarını, pasifizmi ve silah kontrolünü destekleme olasılığı daha yüksekken; aynı uyaranlara karşı fizyolojik tepkileri önemli ölçüde yüksek olan kişilerin savunma harcamalarını, idam cezasını, vatanseverliği ve Irak'taki (ABD) savaşı destekleme olasılığının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.

Dolayısıyla, bireylerin tehdide karşı fizyolojik olarak ne derece duyarlı oldukları, mevcut sosyal yapıyı dış (dış grup/ out-group) ve iç [iç gruptaki (in-group) norm ihlalcileri[ tehditlerden koruyan politikaları ne ölçüde savunduklarını gösteriyor gibi görünmektedir. Başka bir deyişle, koruyucu politikalara (muhafazakar fikirlerle ilişkilendirilme eğiliminde olan) yüksek düzeyde destek veren kişiler, nötr uyaranlara kıyasla tehdit edici uyaranlara karşı çok daha reaktiftir.

Kişilik çalışmalarından elde edilen ve siyasi ideoloji üzerinde önemli etkileri olan birkaç bulgu daha vardır: 'Büyük beşli[3]' dışındaki ölçümleri kullanan kişilik değerlendirmeleri, muhafazakarlıkta daha fazla güvenlik ve uyumluluk, liberalizmde ise daha fazla evrenselcilik ve özerklik gibi 'vicdanlılık – deneyime açıklık' ayrımı için benzer farklılıklar gösterme eğilimindedir. Ayrıca, dil kullanımı ve görsel algıda muhafazakârlar ve liberaller arasında farklılıklar vardır ve bu farklılıklar, özellikle grup içi uyum ve bireyci yenilik arayışı arasındaki ayrımı desteklemektedir. Özetle, bilişsel ve fizyolojik çalışmalar, muhafazakarlar arasında, aynı uyaranlara maruz kalan liberallere kıyasla daha büyük bir olumsuzluk önyargısı, tehdit duygusu ve resmi grup üyeliğine vurgu olduğunu göstermektedir.

Genopolitikanın metodolojik temellerini atan makale, siyaset bilimciler John K. Alford, Carolyn Funk ve John R. Hibbing tarafından yazılmış ve Mayıs 2005'te American Political Science Review dergisinde yayınlanmıştır (“Are Political Orientations Genetically Transmitted?”/ “Siyasi Yönelimler Genetik Olarak mı Aktarılıyor?”). Yazarlar, liberaller ve muhafazakârlar arasındaki kalıcı farklılıkların genetik miras ile açıklanabileceğini ileri sürmüşlerdir. ABD ve Avustralya'daki tek ve çift yumurta ikizlerinin siyasi tutumlarına ilişkin verileri kullanarak, genlerin siyasi yönelimler üzerinde rol oynayabileceğini göstermişlerdir. Bu, siyaset biliminde yayınlanan ilk "ikiz çalışması" olmuştur.

Genetik ve çevresel faktörlerin analiz edilen özellikler (bu durumda siyasi tutum ve davranışlar) üzerindeki etkisinin boyutunu tahmin etmek için ikiz yöntemi, evlat edinme yöntemi ve aile çalışmaları kullanılmaktadır. Klasik ikiz yöntemi, birlikte yetiştirilen tek yumurta ikizleri (monozigotik/ MZ) ve aynı cinsiyetten çift yumurta ikizleri (dizigotik/ DZ) arasındaki fenotipik özelliklerin karşılaştırılmasını içerir. MZ ikizler genetik olarak özdeş olduklarından, genlerinin yaklaşık %50'sini paylaşan DZ ikizlere göre davranış farklılıklarının daha küçük olması beklenir. Bu, aynı ortamlarda yetiştirildikleri varsayıldığında, MZ ikizleri arasındaki benzerliğin DZ ikizlerine kıyasla daha fazla olmasının genetik faktörlerle bağlantılı olması gerektiği anlamına gelir. Bu araştırmaların ışığında, kişilik özellikleri ve siyasi ideolojiler arasındaki ilişki incelendiğinde, kişilik özelliklerinin insanların siyasi tutumlar geliştirmesine neden olmadığı, daha ziyade ikisi arasındaki korelasyonun doğuştan gelen ortak bir genetik faktörün işlevi olduğu öne sürülmektedir.

Genopolitika bir araştırma alanı haline gelmeden önce, araştırmacılar siyasi davranışın sadece sosyalleşme ve kültürleşme süreçlerinin etkisiyle değil, kültür ve tabiatın etkileşimi sonucu oluştuğuna inanıyorlardı. Araştırmacılar, siyasi davranışın nesiller arası aktarımında genetik mekanizmaların önemli rol oynadığını ve geleneksel siyaset bilimi yaklaşımlarının siyasi meseleleri biyolojik olgular olarak gören bakış açısıyla bütünleştirilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

Genetik çalışmaları eleştirenlere göre, çalışma çabalarını tek tek genlere veya işlevsel olarak ayrı gen kümelerine odaklamak entelektüel açıdan boşunadır. Siyasi davranış gibi karmaşık fenotipik nitelikler söz konusu olduğunda, kalıtsal faktörler muhtemelen daha az önemli olmak üzere, çeşitli faktörlerin rol oynaması muhtemeldir.

Genopolitika henüz gelecekteki olası keşifleri ve siyasi platformdaki tezahürleri hakkındaki tartışmalar, popüler görüş hakkında güvenle sonuç çıkarmamıza izin verecek kadar sesini duyuramamıştır. Ancak son 17 yılda genopolitik araştırma ve literatürde de muazzam gelişmeler kaydedilmiştir. Gerçekten de, alanın kendine özgü metodolojik kısıtlamaları olmasına rağmen; hala konu üzerinde çalışan akademisyenler bulunmaktadır. Genopolitik araştırma ve keşiflerin bir bütün olarak insan toplumuna neler getirebileceğine dair etik perspektif daha tartışmaya açılmadığından, alanın gelecekteki gelişimi hala belirsizdir. Genopolitik araştırmanın metodolojik engelleri çözülür ve siyasi tutum ve davranışlar daha doğru bir şekilde belirlenebilirse, genopolitik araştırma sadece bilişsel bilimde değil, aynı zamanda pratik değerde de önem kazanacaktır.

Sonuç olarak, yaklaşık bir asırdır siyasi davranışların çevre, aile yapısı ve arkadaşlar tarafından şekillendirildiğini düşünüyoruz. Ancak, genopolitika sayesinde artık biliyoruz ki, bir kişinin belirli politik davranışlarda bulunmasının tek nedeni "doğduğu ev" değildir. Bu nedenle, genopolitik araştırmaların sonuçları, sağlam temellere dayanan bilgiler yerine, sorgulama değeri yüksek, cesur yeni bilimsel fikirler bağlamında ele alınmalıdır. Bu bakış açısı, siyasi davranışların daha derinlemesine anlaşılmasına ve siyaset biliminin biyolojik temellerinin keşfine katkı sağlayacaktır.


[1] İnsan ırkının genetik özelliklerini düzeltmek amacıyla bilimsel olarak yönetilen ayıklama olayının araştırılması ve uygulanmasıdır. (Evrim Ağacı. (n.d.). Öjenik. https://evrimagaci.org/ojenik-5637 (Alındığı Tarih: 19 Temmuz 2024).

[2] Rozin, P., Haidt, J., & McCauley, C. (2009). Disgust: The body and soul emotion in the 21st century. In B. O. Olatunji & D. McKay, Disgust and its disorders: Theory, assessment, and treatment implications (pp. 9–29). American Psychological Association. https://doi.org/10.1037/11856-001

[3] “Büyük Beşli”, psikolojide insan kişiliğini tanımlamak için yaygın olarak kullanılan beş ana kişilik özelliğini ifade eder: deneyime açıklık, vicdanlılık, dışa dönüklük, uyumluluk, nevrotiklik.