Gerçek Hayattan Uzaklaşmak İçin Filmlere Hapsolmak

Bazen tek istediğimiz şey ekrandaki romantik filme balıklama atlamaktır.

Modern yaşam, insanı çoğu zaman yorucu bir koşturmaca ve duygusal baskı içine sürükler. Gerçekler ağırlaştığında, pek çok insan bir kaçış yolu arar. İşte tam bu noktada devreye sinema girer. Filmler yalnızca bir eğlence aracı değil, aynı zamanda insanların kendi dünyasından uzaklaşıp başka hayatlara dokunabildiği, farklı kimliklere bürünebildiği geçici bir sığınaktır. Ancak bu kaçış zamanla bir alışkanlığa, hatta bir bağımlılığa dönüşebilir. Gerçek hayattan uzaklaşmak için filmlere “hapsolmak”, farkında olunmadan kurguya sığınıp yaşamın sorumluluklarından kaçmanın bir yolu haline gelir.

Filmler, gerçek yaşamın eksiklerini tamamlar gibi görünür. Romantik bir sahnede hissettiğimiz o yoğun duygu, gerçekte eksikliğini hissettiğimiz bir aşkın yerine geçebilir. Ya da bir aksiyon filminde, sıradan hayatımızda yaşamadığımız adrenalin duygusunu tatmin ederiz. Bu durum kısa vadede rahatlatıcı olabilir; ama uzun vadede insanı gerçekliğe karşı duyarsızlaştırabilir. Çünkü izlenen her sahne, bir süre sonra yaşamdan beklentileri şekillendirmeye başlar. Gerçek hayattaki kişiler, olaylar ya da ilişkiler, filmlerdeki kadar kusursuz olmadığında, hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.

Filmlere sığınmak, kimi zaman kendini anlamak için sağlıklı bir araç da olabilir. İzlediğimiz karakterlerde kendimizi görmek, onların seçimleriyle kendi iç dünyamızı kıyaslamak bizi düşündürür. Ancak bu sorgulama yerini tamamen kaçışa bıraktığında, kişi farkında olmadan kendi hayatını geri plana atar. Bu noktada film izlemek, bir yaşam biçimi değil, bir yaşamdan kaçış halini alır.

Bu kaçışın en büyük tehlikesi, insanın kendi gerçekliğini unutmasıdır. Duygular ekranlarda yoğun yaşanırken, kendi iç dünyamız giderek sessizleşir. Günlük sorunlarla yüzleşmek yerine bir sonraki bölümü açmak daha kolay gelir. Böylece kişi, zamanla sadece izleyici olmayı, hayatın başrolünde olmanın önüne koyar.

Sonuç olarak, filmler hayal gücünü besleyen, duygulara dokunan çok güçlü bir sanattır. Ama bu sanat, hayatın yerini almaya başladığında, sınırlar kaybolur. Gerçek dünyadan bir süreliğine uzaklaşmak doğaldır, hatta bazen gereklidir. Ancak unutmamak gerekir ki, perdedeki hayat ne kadar etkileyici olursa olsun, yaşanması gereken asıl hikâye, kendi hayatımızın içindedir