Günden Güne Eskimek
Koldaki saat gibi; saatte akrep, saatte yelkovan olmak gibi; zaman gibi, zamana benzemek gibi fark etmeden eskiyor insan.
Yaşadığımız süre boyunca insanlar olarak ne çok şey eskitiyoruz değil mi? Ayakkabılarımızı eskitiyoruz, kıyafetlerimizi eskitiyoruz, defterlerimizi eskitiyoruz. Aslında bu gözle görülür şeylerin yanı sıra, eskittiğimizi fark etmediğimiz gözle görülmeyen ne çok şey var.
İnsan gelecek zamandan şimdiki zamana çok kısa bir sürede geçiyor. Anlar, göz açıp kapayıncaya dek anılara dönüşüyor. Her şey çabucak değişiyor, her şeyin üzerine bir yenisi ekleniyor. Bir sokaktan onlarca belki yüzlerce defa geçiyoruz, hiçbir geçişimiz bir öncekiyle aynı şekilde olmadığı gibi aynı şekilde de hissettirmiyor. Her yeni günde farklı insanlarla tanışıyor, geçmişte kalanların izlerini arıyoruz bazılarında. Hisler öyle çoğul ki, aynı şeyi hissettiğimizi düşündüğümüz zamanlarda bile bambaşka şeyler hissediyor, aynı şeyi tekrar hissettiğimizi düşünmekle avunuyoruz çoğu zaman. Bana kalırsa çok acı ama bu hiç değişmiyor.
Zaman geçtikçe anlıyoruz, kendi sonbaharımızda kuruttuğumuz yaprakların yeniden yeşermeyeceğini. Bir de hatıralar var, aklımızın bir kenarında hep muhafaza ettiğimiz, önceden bir bütünün parçalarıydı onlar. Şimdiyse hepsi başka zamanlarda, başka mekanlarda kaldılar. Bunu idrak edebildiğimiz zaman eskitmenin ve eskimenin vehameti çöküyor insanın üzerine. Ne olduğunu anlayamıyoruz bile çoğu zaman.
En sonunda Beyoğlu'nda taş bina olmak gibi, iskeleyle öpüşe öpüşe dudakları buruşmuş vapurlara dönmek gibi, kaçıncı meyvesini verdiği unutulan, hesabı tutulamayan meyve ağacı olmak gibi, altından ne kadar su geçtiği, bedenini saran yosunlardan kestirilemeyen tahta köprü olmak gibi, dala veda eden yaprak gibi, koldaki saat gibi, saatte akrep, saatte yelkovan olmak gibi, zaman gibi, zamana benzemek gibi eskiyor insan.
Eskittikçe eskiyor.
Fark etmeden.