Heidi: İsviçre'nin Karanlık Yüzü
İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesi: Heidi ve onun çıplak ayakları...
Günümüzde popülerliğini koruyan Heidi, zamanında hepimizi ekranlara kilitlemeyi başaran çizgi filmlerdendir. Büyükbabası ile Alpler ’de yaşayan, neşesi ve enerjisi ile kendisine hayran bırakan Heidi karakterinin temelinde hüzünlü bir hikaye, bir insanlık suçu bulunuyor. Kırmızı yanaklı ve hiç yorulmadan herkesin yardımına koşan bu kız çocuğu, hep çıplak ayaklarıyla geçer öykülerin içinde. Heidi çıplak ayaklıydı çünkü çıplak ayaklar, erkek ya da kız bütün “köle çocukları” diğer çocuklardan ayıran keskin uçurumun simgesiydi. Heidi’nin çıplak ayakları, İsviçre’nin karanlık yüzünü temsil ediyor.
Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesidir ve onun çıplak ayakları bugün çocuklara karşı işlenmiş bir suçun yarattığı utancın temsil ediyor. Yaratıcısı Johanna Spyri, Heidi aracılığıyla, çıplak ayaklı çocuklar gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünün bir ucunu kaldırmıştır. Verdingkinder… Bu kelime “çıplak ayaklı çocuklar” anlamına geliyor, bir başka deyişle ''köle çocuklar''.
İsviçre, 18. yüzyılın sonundan 1960’lı yılların başına kadar çocuk emeği sömürüsünün örneğine az rastlanan bir biçiminin uygulama alanı oldu. Devlete borcu bulunan ya da boşanan çiftlerin, fakir ailelerin çocukları, yetimler, ailesi cezaevinde olan ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere başka ailelerin yanına yerleştirilirdi. Ancak 1974 yılında yasayla kaldırılan bu uygulamada, çocuklar kiralanabilir veya satılabilir hale geldi. Papazların önderliğinde ailelerden toplanan çocuklar çiftliklere kiralık olarak verilir veya şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında, dört yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı.
Bu andan itibaren, çocukları arayan, sorunlarını dinleyen tecavüze uğradıklarında ya da işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Çünkü toplumun gözünde onlar, suç işleyen, boşanan, fakir düşmüş ailelerinden “kurtarılmış” çocuklardı. Onları kurtarmış olmak yapılmış en büyük yardımdı ve daha fazlasına ihtiyaçları yoktu. Bu bakış açısı, yaşanan insanlık suçu için iyi bir kılıf oldu.
Böylece, ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde hemen her zaman aç olan bu çocuklar, toplumsal hayatın olağan, sıradan bir parçası olarak kabul gördü. Bunun bir tür kölelik sistemi olduğu idrak edildikten sonra bile, uzun zamanlar boyunca İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu halinde üstü örtüldü.
İsviçre toplumunun garip bir şekilde kanıksadığı ve tepkisiz kaldığı bu olaya karşı yükselen ilk ses bir Rus doktordu. Doktor, çalıştırıldığı çiftlikte ağır ve yoğun tecavüzlere uğrayan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden bir erkek çocuk için resmi rapor hazırladı. Ancak rapor dikkate alınmadı. O dönem bu tip vakalar yerli doktorlar tarafından bir şekilde hasıraltı ediliyor, çocukların gerçek ölüm sebebinin üstü kapatılıyordu. Bu olaydan sonra bazı kadın örgütleri ve sendikalar da çocuk kölelerin durumuna karşı seslerini yükselttiler. Ayrıca bazı yazarlar da bu olaya karşı tavır aldılar.
İsviçre’nin utancı olan bu kölelik sistemi ise ne yazık ki 1981 yılında yani yakın geçmişte tamamen yasaklanabildi. Ancak İsviçre devleti bazıları hala hayatta olan, hayatları çalınmış bu çocuklardan 2013 yılında özür diledi.
Aslında çok uzakta aramaya gerek yok! Onlar gündelik hayat içinde yanı başımızdalar. Türkiye’nin gündemine baktığımızda belki aynı biçimde olmasa dahi benzer şartlar, tanıdık hikayeler görebiliriz. Çok uzak ya da yabancı değiliz haksızlığa, adaletsizliğe ve kimsesizliğe.