İngilterede Bir Türk: Hüseyin Çağlayan ve Unutulmaz Moda Anları
Türk modacılarımızdan Hüseyin Çağlayan'a yakından bakış
Bugünkü konumuz ,a Turkish man in England, yani favori modacımlarından biri olan Hüseyin Çağlayan, Çağlayan moda dünyasında yenilikçi tasarımları ve sanatı teknolojiyle buluşturmasıyla tanınan bir modacı ve sanatçıdır. Türk kökenli olan Çağlayan, kariyeri boyunca moda anlayışına farklı bir bakış açısı kazandırmış ve özgün tasarımlarıyla uluslararası alanda büyük başarı elde ederek dikkatleri üzerine çekmiştir.

In Vogue the 90's belgeselini geçenlerde 4. kez izleyişimde aklıma tekrar düşmesi ile tasarımlarını yeniden incelemeye başlamam bir oldu. Modanın sanatla entegrasyonu konusunda ideal bir tasarımcı olan Hüseyin Çağlayanın vizyonunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle özgeçmişine bir yakından bakalım.

Hüseyin Çağlayan, 1970 yılında Kıbrıs’ın Lefkoşa kentinde doğdu. Genç yaşlarda modaya ve sanata ilgi duymaya başladı. Eğitim hayatını Londra'da sürdüren Çağlayan, Stella Mccartney Alexander Mcqueen John Galliano gibi moda devlerinin mezun olduğu Central Saint Martins Sanat ve Tasarım Okulu’nda moda tasarımı eğitimi aldı. 1993 yılında buradan mezun oldu ve mezuniyet koleksiyonu büyük ilgi gördü. Tasarımları, geleneksel moda anlayışından farklı olarak konseptlere ve felsefi temalara dayanıyordu.
Hüseyin Çağlayan, mezun olduktan sonra 1994 yılında kendi adını taşıyan markasını kurdu. Moda dünyasına getirdiği yenilikçi ve deneysel bakış açısı sayesinde kısa sürede dikkat çekmeyi başardı. Minimalist çizgilerle futuristik açıdan teknolojik dokunuşlar ve kavramsal moda anlayışı onun ekolüydü. Tasarımlarını salt giyim için değil sergilemek için de yapıyordu.
Paris 'te düzenlenen Haute Couture Haftası’nda koleksiyonlarından oluşan ’Moda Ötesinde Moda eserleri’ sergisini Paris Dekoratif Sanatlar Müzesinde sergileyerek büyük başarı elde etti.
Michelle Obama, Lady Gaga gibi tanınmış isimlerin de Hüseyin Çağlayan'ın tasarımları ile boy göstermeleri büyük yankı uyandırdı.
Hüseyin Çağlayan'ın en büyük moda anı diyince de aklıma gelen sığınmacıları konu alan defilesidir. Kendisi de göçmen bir ailenin çocuğu olduğundan bu defilenin onun için anlamı oldukça büyük. Hüseyin Çağlayan'ın Almanya'da düzenlenen sığınmacılar konulu defilesi ise moda dünyasında oldukça aklımda kalan işlerden biridir. Bu defile 2016 yılında Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlendi. Paris Moda Haftası kapsamında gerçekleşen bu defile Paris Palais des Beaux-Arts'da gerçekleşti. Defileyle ilgili en hoşuma giden detay; show önce klasik siyah pantolon, beyaz gömlek ve ceketlerin yer aldığı tasarımlar ile başladı. Show ilerledikçe modeller, giderek daha açık ve seksi kıyafetler giydi. Göç ve sığınmacılar teması etrafında şekillenen bu koleksiyon, giysi ve mobilyayı birleştirerek dönüştürülebilir tasarımlar sundu. Çağlayanın vizyonu ile şekillendirilen bu kreasyonlar, yerinden edilen insanların yanlarında taşıyabilecekleri eşyalar üzerine düşünerek, fonksiyonellik ile estetiği buluşturdu.
Koleksiyonda kullanılan kumaş seçimleri, doğrudan anlatılmak istenen hikâyeye hizmet etti. Keçe ve yün gibi ağır dokulu kumaşlar, sıcak tutma özelliğiyle koruyucu bir katman oluştururken, aynı zamanda sığınmacıların yaşadığı zorluklara gönderme yaptı. Pamuk ve keten gibi hafif ve katlanabilir kumaşlar, giysilere hareket kolaylığı sağladı. Bunun yanı sıra, deri ve sert dokulu kumaşlar ise koruyucu bir yüzey olarak kullanıldı ve koleksiyonun sert, gerçekçi anlatımına katkıda bulundu.
Çağlayan, kıyafetleri yalnızca giyilebilir parçalar olmaktan çıkararak fonksiyonel objelere dönüştürdü. Defilenin en ikonik tasarımlarından biri, katlanarak sandalyeye dönüşebilen sandalye ceketler oldu. Bu tasarım, bir giysinin yalnızca koruyucu bir unsur değil, aynı zamanda bir barınak veya taşınabilir eşya olabileceğini gösterdi. Koleksiyonun diğer dikkat çeken detaylarından biri de drapeli ve katmanlı tasarımlardı. Bu parçalar, sığınmacıların birden fazla kıyafeti üst üste giyerek oluşturdukları siluetlerden ilham aldı.
Renk paleti ise koleksiyonun minimalist ve doğal yapısını destekledi. Bej, gri, kahverengi gibi nötr tonlar, hem kumaşların dokusunu ön plana çıkardı hem de göçmenlerin sade ve işlevsel kıyafetlerinden ilham aldı.
Hüseyin Çağlayan’ın bu koleksiyonu, modayı yalnızca estetik bir unsur olmaktan çıkarıp, sosyal ve politik bir anlatı aracı haline getirdi. Giysilerin taşınabilirliği, çok işlevli olması ve yaşanmışlık hissi taşıması, defilenin konseptini güçlendirdi. Bugün bile moda ve sanatın kesiştiği en güçlü koleksiyonlardan biri olarak kabul ediliyor.
Bence defiledeki vurucu bir diğer detay ise mankenlerin Sezen Aksu’nun söylediği “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım” şarkısı eşliğinde yürümesiydi.