I Who Have Never Known Men

Tutsaklık içinde bir merakın hikayesi

Belçikalı yazar Jacqueline Harpman'ın kaleme aldığı I Who Have Never Known Men (Erkek Nedir Bilmezdim), zamanın, mekânın ve gerçekliğin sınırlarını aşan, tek bir türe indirgenemeyecek kadar çok katmanlı bir roman. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine okuduğum ve etkisini günlerce hissettiğim bu kitabın ne yazık ki Türkçe çevirisi artık basılmadığından ulaşması çok zor. Bu yazımda, yazarın I Who Have Never Known Men kitabı hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım.

Roman, oraya nasıl geldiğini hatırlamayan 40 kadının yer altı sığınağında geçirdiği hayatı, en küçükleri olan anlatıcının gözünden aktarıyor. Sığınaktaki 39 kadının sığınağa gelmeden önce hatırladıkları bir hayatı, idealleri, ailesi, aşkları ve umutları var. Kadınlardan birinin ise ne bir geçmişi ne de bir ismi var. Çok küçük yaşta sığınağa getirilmiş ve orada büyümüş olan anlatıcının orada yanlışlıkla mı yoksa kasten mi bulunduğu bilinmiyor. Daha önce hiçbir erkekle tanışmamış olan anlatıcı, sığınaktaki yasaklardan, sıradan, renksiz hayattan ve rutinlerden bahsederken aynı zamanda sığınağın dışına, dünyaya, yaşama, özgürlüğe, kadınlara ve erkeklere dair bitmek bilmeyen bir merak içerisindedir. Tamamen yabancı olduğu bu kavramları anlamaya çalışırken yaşadığı içsel sorgulamalar ve keşifler, kitabı hem düşündürücü hem de sürükleyici kılıyor.

Sığınağın izole yapısı, oradaki kadınların hayatlarını derinden etkiliyor. Kadınlar, yemek ve giysi gibi temel ihtiyaçlarını yalnızca birkaç erkek gardiyan aracılığıyla karşılıyor ve konuşmalarının yasak olduğu gardiyanlar dışında dış dünyayla hiçbir iletişimleri yok. Her kadının yaşları ve geçmiş hayatları farklılık gösteriyor; bazıları genç, bazıları yaşlı, kimisi ise farklı coğrafyalardan gelmiştir. Kadınlar arasında yalnızlık ve izolasyon, sığınaktaki yaşamın ruhsal zorluklarını derinleştirir. Bu izolasyon, anlatıcının dünyayı, yaşamı ve insanları sorgulama sürecini daha da derinleştirir ve kadınların yaşadığı bu baskı ortamı, romanın felsefi ve introspektif boyutunu güçlendiyor.


Bir distopya denebilecek kadar umutsuz bir dünyada, sorgulamadan yaşamaya devam eden kadınların arasında büyüyen anlatıcının, sürekli bir cevap arayışı içinde olması, bitmek bilmeyen merakı ve son anına dek umudunu kaybetmeyen optimist yaklaşımı, kitabı son sayfasına kadar heyecanla okumamı sağlamıştı. Dış dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan bir sığınakta, baskılar altında büyüyen anlatıcının, aklını kullanarak düşünmeye ve sorgulamaya başlaması ile kendini nasıl özgür bıraktığını gözlemledikçe, romanın distopik bir bilim kurgudan ziyade felsefi ve introspektif sorgulamalara yöneldiğini düşündüm. Anlatıcı hakkında en hayranlık uyandıran şey, sığınağın fiziksel sınırları içerisinde zaman kavramı anlamını yitirmişken, hapsedilmeden önceki hayatında hemşire olan bir mahkum tarafından öğrendiği şekilde kendi nabzını sayarak kendisine ait bir zaman çizelgesi oluşturmasıydı.

Jacqueline Harpman'ın I Who Have Never Known Men romanı, sığınaktaki kadınların baskı altındaki yaşamlarını anlatırken, insanın merak ve özgürlük arayışını da etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor. Gerçek hayatta toplumsal baskılar altında yaşayan kadınların içsel özgürlüklerini koruma çabaları, anlatıcının umudu ve merağıyla paralellik gösteriyor. Roman, kadınların karşılaştığı fiziksel ve psikolojik sınırları aşma yolundaki çabalara dikkat çekerken yaşam ve özgürlük üzerine düşünmeye itiyor.

Kitap hakkında daha fazla spoiler vermemek adına, eseri okumak isteyenlere tavsiyem, kitabın konusunu araştırmadan doğrudan okumaya başlamalarıdır. Böylece, Jacqueline Harpman’ın yarattığı bu derin ve düşündürücü dünyayı en saf haliyle deneyimleyebilirsiniz.