İbn-i Haldun: Coğrafyanın Tayini
Medeniyet tasavvurunda ünlü İslam filozofunun yol haritası.
İbn-i Haldûn, 19. yüzyılda yaşamış tarih ve toplum bilimcisidir. Sosyoloji literatürüne Mukaddime adlı eseriyle yerleşmiştir. Eserde bedevîlik, hadarîlik, umran, asabiyet temel kavramlardır. Ayrıca bu kavramlar sosyoloji literatürüne İbn-i Haldûn’la birlikte girmiştir. Eserini kaleme alırken düşüncelerinden ziyade sosyal gözlemlerinin sonuçlarına yer vermiş, karşılaştığı toplumları incelemiştir. Toplumların karakterlerini de bulunduğu coğrafya ile değerlendirmiştir. -Benim nazarımda Mukaddime’nin en mistik kısmı burasıdır.- İbn-i Haldûn, kendi bulunduğu coğrafyaya göre gözlemlerini yazarken elde ettiği sonuçlar Batı’da da Doğu’da da ortaktır. Bu nedenle eseri hem Doğu dünyası hem de Batı dünyası toplumbilim düşünürlerinin dikkatini çekmektedir. Bunun sonucunda, bugün Mukaddime eseri Fransızca, İngilizce, Portekizce, İspanyolca, Farsça, Hintçe, Rusça ve Türkçe gibi dünya dillerine tercüme edilmiştir.
İbn-i Haldûn’a göre, umran toplumların gelişimi ve gelişememişliği ile ilgilidir. Medeniyet seviyesini ifade eder. İnsanın yaratılışı gereği medenî olabilmek için umran zorunluluktur. Dolayısıyla İbn-i Haldûn’a göre, medeni ve gelişmiş bir topluluk olabilmek için gerekli olan da şehirdir. Kendisi umran kavramını iki başlık altında ele alır: Bunlar bedevî ve hadarîdir. Bedevî, bugünkü sosyal yapı bağlamında köy-köylü olarak düşünülebilir. Hadarî ise şehirli anlamına gelmektedir. Eserde bu kavramlar üzerinden karşılaştırmalara giderek hadarî hayatın gerekli olduğuna ama bunun da dengede tutulmaması neticesinde kötü sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmektedir. Örneğin, bedevîlerin saf olduğuna, hadarîlerin zamanla yozlaştıklarına değinir. Bu duruma güncel bir eleştiri yaparsak, dağların, akarsuların, toprağın olduğu yerde büyüyüp bunlara temas eden insan bu maddelerin özelliklerine sahip olur. Dağlara bakan insan özgürlüğü hisseder, suyun akışını dinleyen dinginleşir, toprağa dokunan ruhunu dinlendirir. Şehir hayatında ise betonarme binalarda üst üste odalarda oturmak insanın ufkunu zedeler, hem maddi hem manevi açısını daraltır, tembelliğe alıştırır. Bu duruma onlarca madde eklenebilir. Zaten İbn-i Haldûn da bu durağanlığa karşıdır. Hilmi Ziya Ülken’in de belirttiği gibi, İbn-i Haldûn modernizm temelli, yani maneviyatı reddeden ilerleme düşüncesine karşıdır. Onun anlayışına göre her şey hareket ettiği noktada nihayet bulur ve yeniden başlar. Bu dinamik evren anlayışının temelinde kadercilik değil, İslam’ın dinamik evren yapısını ortaya koyması vardır. -Ayetlerde evrenin sürekli genişlediğinin belirtilmesi, fiziksel yasalar, kâinatın sürekli hareket eden, dönüşen ve değişen bir yapı içinde olması buna örnektir.- Bunu temel alarak da “coğrafya kaderdir” sloganının İbn-i Haldûn gibi bir İslam filozofuna ait olmadığı aşikâr olacaktır. Zaten Mukaddime’de de böyle bir cümle yer almamaktadır.
İbn-i Haldûn’da umran meselesine dönecek olursak, Lacoste, Müslüman dinini ve yasasını, imparatorluğu oluşturan ulusun varlığını malzeme olarak alan bir öz gibi görebiliriz şeklindeki ifadesiyle, medeniyet ve millet ideali etrafında İbn-i Haldûn’un dinî düzen ile iktisadî ve toplumsal yapılar arasındaki ilişkileri açıkladığını söylemektedir.
İbn-i Haldûn, insanın hadarî özelliğini ön plana çıkarmış ve gerekliliğini belirtmiştir. Ama aynı zamanda şehir insanına ağır eleştiriler de yöneltmiştir. Şehirde yaşayanların karakter özelliklerinden bahsederken; bencil, korkak, tembel, miskin ve müsrif olduklarını ifade eder. Ahlâkî bakımdan yozlaştıklarından pek çok olumsuz sıfatı yakıştırır. Hadarîleri de o dönemde çöl, konar göçerlik, şimdi de köy yaşamı dolayısıyla ahlâkî özellikleri bozulmuş kabul ederek menfaatçi, hilekâr ve cimri olarak tanımlar. Ayrıca İbn-i Haldûn, lüks ve israfa düşkün hadarîlerde zenginliğin etkisiyle dine olan bağlılığın azaldığına dikkati çeker.
Sonuç itibariyle insan, içinde yaşadığı çevrenin soyut ve somut değerlerinin bileşkesinden oluşur. Şu da bir gerçektir ki, bu özellikler çevrenin değişmesiyle kademeli olarak değişebilmektedir. Sayfanın başlarında da bahsettiğimiz gibi, İbn-i Haldûn hem Doğu dünyası hem de Batı dünyası düşünürlerinin dikkatini çekmektedir. Mukaddime’deki bu görüş, İtalyan filozof Giambattista Vico’nun görüşlerinde yeniden gündeme gelmiştir. İnsanların doğası ilkin kaba, sonra sert, sonra yumuşak, sonra narin, en sonunda yoz olur diyerek, İbn-i Haldûn’un mekânın insan üzerine etkisini ve medeniyet tasarımını çağrıştıran bir gelişim panoraması çizmektedir.