İlişkilerde Stockholm Sendromu Etkisi
Bize zarar verdiğini bildiğimiz ilişkilerden neden kopamıyoruz?
İkili ilişkilerimizdeki Stockholm sendromu esintilerinden bahsetmeye başlamadan önce Stockholm sendromunun ne olduğunu hatırlamak gerekir. En sade haliyle mağdurun, kendini kaçıran-esir alan kişiye bağlanması, hatta aşık olması durumudur.
1973'te Stockholm'deki bir banka soygunu sırasında, rehin alınan 4 kurbanın da geçen 2 günün sonunda suçlulara sempati duymaya başlaması ve hatta içlerinden birinin suçluya aşık olması sonucunda literatüre geçen bu sendromu sadece bu gibi sıra dışı olaylarda değil, günlük hayatımızda, evde, iş yerinde; ailemizle, arkadaşlarımızla, partnerlerimizle yaşayabileceğimizi göz ardı etmemek lazım.
Örneğin, bir çoğumuzun yüksek duygular hissederek ve kişideki olumlu yanları görmeye odaklanarak başladığımız ve ilerledikçe toksikleşen romantik ilişkileri ele alırsak, partnerlerden birini suçlu, diğerini de kurban olarak tasvir etmek yanlış olmayacaktır. Elbette ki şu an bahsedilen durumu, normal iki bireyin bir ilişkiye başlayıp, çeşitli anlaşmazlıklar ve tartışmalar sonucu ayrılık aşamasına gelmelerinden ve bu süreçte çektikleri sancılardan ayrı tutmak gerekir. Burada mağdur-kurban benzetmeleri yapılarak ele alınan ilişki türü aslında kişinin zarar gördüğü, kendini iyi hissetmediği, yıprandığı ancak tüm bunlara rağmen asla vazgeçemediği zehirli bir ilişki türüdür.
Bu tür ilişkilerde partneri tarafından aşağılanan, manipüle edilen, değersiz hissettirilen kişi, genellikle Stockholm sendromundan mustarip kurbana benzer davranışlar sergiler:
Her şeyden önce bu kişiler, kendi bakış açılarını kaybederler ve olaylara karşıdaki kişinin yani suçlunun gözünden bakmaya başlarlar. Dünyayı, olayları ve hatta kendini bile suçlunun bakış açısından yorumlamaya başlayan mağdur, tam da bu yüzden karşısındaki kişinin şiddet gibi, küfür, hakaret ve aşağılama gibi kabul edemez davranışlarını görmezden gelir ve hatta kendince bu hareketlere çeşitli kılıflar bularak suçluyu masumlaştırmaya çalışır.
Yapılan bu muameleye alışan ve suçluya sempati duyan mağdur, yapılan en ufak iyiliğe bile minnet duymaya başlar. Artık anormalliği normalleştiren mağdur için olumsuz olmayan her türlü hareket bir lütuftur. Bu durumu, Stockholm sendromu yaşayan kişinin öldürülmediği ve hayatta kalabildiği için suçluya minnet duygusu geliştirmesiyle bağdaştırabiliriz.
Ve yine her ne olursa olsun suçlunun yanında yer alıp onu memnun etmeye çalışmasını, şiddete maruz kalmamak için geliştirdiği bir savunma mekanizması olarak düşünebiliriz.
Tüm bunlardan yola çıkarak toksik bir ilişkiyi de taraflardan en az birinin güven içerisinde olmadığı bir istismar durumuna benzetebiliriz. Bir tek farkla! Bu defa polisi arayıp yardım isteyecek kimse yoktur. Bu ilişkinin polisi de mağduru da aynı kişidir.