İnsan Ara Sıra Evini Yakmalı
Ve çıkıp seyretmeli.
Kambur’un ne anlattığını, sadece Kambur’dan öğrenebilirsiniz. Sadece onun paltosunu giyerek anlayabilirsiniz derdini. Belki o da yetmez.
Parça parça, parçalanmış bir hayatın ağına takılanlar. Sabırsız, uyumsuz, her şeye kayıtsız, tanımların terimlerin çok ötesinde birisi. Birisi olduğunu bile kabul etmeyen belki. Hiç kimse ya da herkes.
Pekala, kabul etmek gerekir ki, bu Kambur’un halet-i ruhiyyesi pek bir pesimist. Gri bir duman, sırtı kamburlaşmış ve 46 numara ayakkabı giyen gri bir duman. Her şeyin içinden geçip etrafından dolanabilir ve üstüne örtülebilirken o sadece havada asılı kalmayı tercih etmiş.
‘’Asılı kalmak’’ aslında belki de bu roman için cebimdeki en iyi ifade. Bu romanda olay yok, vaka yok, bir yerden bir yere gitmek hiç yok. Sadece beden ve ruh ikilisi var. Bu düalite öylesine yoğun ki zaten isteseniz de bu romana bir olay ekleyemezdiniz çünkü silikleşir, soluklaşır en sonunda kaybolurdu. Peki mekan? Kambur’un iç alemi. Zaman? Yüzyıllar.
Durmanın felsefesini yaparken Kambur, artık bir diken olduğundan bahsediyor. Her şey, olduğu yerdeyken o da kendinden utanıyor. ‘’Bozukluğun’’ bir bozukluk olmadığını, olağan olanın tahammülsüzlüğünü işaret ediyor bir öfke nöbetiyle.
Kendi cenazesine geç kalmak üzereyken bile sadece buradaki görevini tamamlayıp, sıyrılıp usulca düşen olmanın arzusunu duyuyor. Güvendiği tek şey de ölümken üstelik.
Gökyüzü paramparçadır, bütün değil.