Leyla Erbil - Tuhaf Bir Kadın: Türkiye, Aile ve Kadınlık

Leyla Erbil'in belki de en çok bilinen romanı "Tuhaf Bir Kadın" üzerine edebi bir analiz ve özet yazısı.

Türk modernist edebiyatının başyapıtı olarak kabul edilen romanlar arasında, Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın romanı da yer almaktadır. 1970’lerin başlarında yayınlanan birkaç roman daha (Sevgi Soysal’ın Şafak romanı gibi) Türkiye’nin farklı yüzlerine ışık tutmuştur. Ülkemizde modernist edebiyatın en çok etkilendiği olaylar arasında 1960’lar ve 1970’lerde yaşanan toplumsal ve siyasi hadiseler vardır ki bunlar, edebiyatın seyrini de büyük ölçüde değiştirmiş ve insanın iç dünyası, yabancılaşma, kimlik arayışı ve toplumsal eleştiri gibi temalar modernist edebiyatın yapı taşları arasında yerlerini almışlardır. Tuhaf Bir Kadın, Türkiye tarihindeki belirli bir olayı ele almasa da, politik ayaklanmaların toplum üzerindeki etkisi hakkında dolaylı mesajlar içerir. Bireyin, politik emeller uğruna benliğinin yavaş yavaş erimesini, yeniden şekil almasını ve bu süreçte kişisel hayatının geçirdiği değişimi ele alır. Tuhaf Bir Kadın; Kız, Baba, Ana ve Kadın olmak üzere 4 adet birbirine benzemeyen bölümden oluşmaktadır. Bu yüzden eser, ayrı ayrı öyküler şeklinde de değerlendirilmiştir. Bölümler sırası ile Nermin’in gençlik yıllarını, babası Hasan’ın iç hesaplaşmalarını, toplumun eleştirilmesi gereken yüzünü, ve Nermin’in 40’lı yaşlarını anlatır. Erbil, bireylerin bilinç akışını romanlarında olduğu gibi yansıttığından, özellikle 2. bölümü okuması güç bir romandır. Meşakkatli olan bu bölümde, politik olaylar ışığında, Mustafa Kemal Atatürk’e karşı neredeyse mahcup diyebileceğimiz bir muhabbete de yer vermiştir. Tuhaf Bir Kadın’ı bir bütün olarak ele alırsak, bu bütünden en uzak olan bölüm Baba’dır; çünkü ana karakter olan Nermin’in bireyselliğine oldukça mesafelidir.

Romanın 2. Bölümünün başlığı Baba’dır. Leyla Erbil, eski bir denizci olan Nermin’in babası Hasan’ın iç diyaloglarını ve anılarını kronolojik olmayan bir sıra ile, bilinç akışı tekniğini kullanarak anlatır. Hasan’ın, Nermin’in annesi Nuriye ile tanışması, “sarı oğlum” diye hatırladığı ilk çocuklarının ölümü, sonrasında Nermin’in doğumu ve 20’li yaşlara gelene kadarki hayatı hakkındaki görüşleri anlatılmaktadır. Nermin, babası seferde iken evlenme kararı almış ve babası bunu onaylanmamasına rağmen sesini çıkarmamıştır. Bu bölüm, aslında dolaylı bir biçimde Türk edebiyatı içinde yeni yeni ortaya çıkan bir değişime de değinmiştir: Baba figürünün silikleşmesi ve anne figürünün ön plana çıkması. Baba kız ilişkisi olarak Nermin ve Hasan’ın ilişkisi, anne Nuriye ile olan ilişkilerine kıyasla çok daha özgürlükçü, sağlıklı, ve doğaldır. Fakat aynı zamanda bir o kadar da siliktir. Baba figürü otoriter olmaktan çıkmış, kızının mürveti hakkında bile kesin bir fikir beyan edememiştir. Nermin, dini konuları babası ile hiç çekinmeden konuşabilmekte, babası ise kızının Müslüman olmasını istemekle beraber Nermin’in ateist olmasını kabullenmiş görünmektedir. Birçok konuda oldukça cesur bir anlatım tarzı ortaya koyan Erbil, dini meseleler konusunda da kalemini esirgememiştir. Hasan, Türkiye’deki sosyalist ayaklanmasına da anlam veremez. Onun için hayat, o deniz seferlerinde iken akıp gitmiştir ve ipini bir türlü yakalayamamıştır: “Bir şeyler olmuş sanki ben seferdeyken, bir şeyler olmuş arkama bıraktığım dünyaya, bir şeyler olmuş da haberim olmamış benim?” (Erbil 69). Meslek hayatı sırf Türkiye’deki ayaklanmalardan değil, kendi kızından da uzaklaştırmıştır onu: “Yetiştirememişim istediğim gibi evladımı, yetiştirememişim, ekmek parası için boğuşmaktan denizlerle, gözetememişim yavrumu” (Erbil 72). Hayatı bu şekilde geçen Hasan, 2. bölümde ölüm döşeğindedir ve hastaneye götürülmeden evinde vefat etmek için hasta yatağında çabalarken bir yandan da eski günlerini yad etmektedir. Bu bölüm oldukça bölük pörçüktür, uzun süre yarım kalmıştır; bu da o zamanların Türkiye'sini yansıtır.

2. Bölümün içinde ek olarak anlatılan, gerçek bir tarihi karakter olan Mustafa Suphi’ye ve cinayetine yer verilir. Suphi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli figürlerinden birisi ve Türkiye İşçi Partisi kurucusudur. Arkadaşları ile birlikte Sovyet Rusya’ya gitmek isterken gemileri batırılarak ve can vermişlerdir. Bu olayın, Mustafa Kemal’in liderliğini yaptığı Kurtuluş Örgütü tarafından gerçekleştirildiği tahmin edilir. İşte bu sebepten, romanda Mustafa Kemal’e karşı neredeyse mahcup bir anlatım vardır. 2. bölümde anlatılanlar cevaplaması zor sorular doğururken aynı zamanda okura Mustafa Kemal’in ne kadar ulusalcı bir solcu olduğunu sorgulatır. Erbil, Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesini bir araç olarak kullanarak bu cinayetin ışığında ötekileştirme kavramını ve Türkiye’de işçi halk olmayı anlatır. Bu açıdan Erbil’in, ana karakterleri ağabeyi kaptan olan deniz emekçisi Hasan ile onun Türkiye İşçi Partisi üyesi kızı Nermin olarak belirlemesi oldukça isabetlidir. Ayrıca, Mustafa Suphi’nin Baba bölümünde tartışılması ve Türklerin babasının Atatürk olması arasında açıkça belirtilmemiş olsa da bir ilişki vardır. Okurlar dikkat ederlerse bu bölümde büyük bir ironiyi de yakalayabilirler: Hasan komünist olmamasına ve bu konulara neden bu kadar anlam yüklendiğini anlamamasına rağmen çoğu komünistin soracağı sorular ile boğuşur: Suphi’yi kim öldürdü? Eğer yaşasaydı Türkiye’nin hali ne olurdu? vb. Mustafa Suphi cinayeti önemli ve değinilmesi şart bir muammadır; çünkü Tuhaf Bir Kadın, her ne kadar Nermin karakterine odaklı olsa da, politik Türkiye ve aydınlarını da tartışmak için yazılmıştır.

Geriye kalan bölümler Nermin’in iç dünyası ve içinde yaşadığı topluma daha yakından bir bakış açısı sunmaktadır. Nermin’in solcu görüşleri ailesi ile çatışır. Gençlik yıllarından başlayarak babasıyla ilişkisi, içsel hesaplaşmaları, ve solcu görüşlerini uygulama çabaları romanın odak noktalarıdır. İlk bölüm olan Kız, Nermin’in günlüğü ile başlar. Bu sayede okur, Nermin’in kitap boyunca yavaş yavaş aydın bir yalnızlığa sürüklendiğini açıkça gözlemleyebilir. Günlük, ilk başlarda henüz lise talebesi olan Nermin’in o yaşaki çoğu genç kız gibi kendi arkadaşlarını, beğendiği oğlanları, ve ailesini anlatır. Nermin’in hayatu, rotası değiştikçe sıradanlıktan da bir o kadar uzaklaşır. İlerleyen yıllarda Nermin kendini sosyalizm, gelenek ve bireysellik arasında sıkışmış bir kadın olarak konumlandırır. Daha önce de değindiğimiz gibi, Erbil zamanına göre oldukça cesur konuları daha da cesur anlatımlarla ele almıştır. Bunlardan birisi de toplumun en küçük sosyal yapısı olan ailenin içten çürümesini okurlarının gözleri önüne sermesidir. Okurlar, baskın bir baba figürüne alışmışken annenin nöbetçi korumacılığının korkunç bir hisle yazılmaya başlanması da 1970’lerde görülmeye başlanmıştır. Annenin nöbetçiliği ilahi bir lütuftan yorucu ve mide bulandırıcı bir hissiyata dönüşmüştür. Bu yeni anlatı biçimini Leyla Erbil de benimsemiş, Türk edebiyatındadaki çoğu eser anneyi kutsallaştırmaya alışmışken o, Nermin’in annesi Nuriye’yi adeta korkunç bir bekçi imajı ile anlatmıştır. Nuriye bir namus bekçisi:Nermin’in bacakları arasındaki “zırıltı”nın, bir kurum olarak ailenin, eski değerlerin ve İslam’ın bekçisidir. Nuriye’nin Nermin’i sürekli evin içine itme çabası aynı zamanda geleneksel değerlere itme çabasını da gösterir. Anne figürü üzerinden o zamanın Türkiye’sinde bir genç kız/kadın olmak da işlenmiştir. Nermin, her ne kadar annesinden nefret ettiğini ve ondan korktuğunu dile getirse de rüyalarında “anne” diye sayıklamakta, onun varlığını aramaktadır. Bu da eski değerlerin bireyin adeta içine işlediğini ve bir nevi nefret-aşk ilişkisine döndüğünü, dolayısıyla oldukça zehirleyici bir hal aldığını vurgulamaktadır. İroniktir ki, toplumun kadınlar üzerinde kurduğu baskı Nuriye Hanım aracılığı ile anlatılır; yani bu baskıyı en içten şekilde destekleyen/benimseyen karakter de bir kadındır.

Okurlar, unutmamalıdır ki roman boyunca hiçbir zaman basit bir anne kız ilişkisini okumakla kalmaz, bunun toplum üzerindeki etkisini ve aynı zamanda bu ilişki üzerinden atıf yapılan meseleleri de okurlar. Ailenin birey üzerinde kurduğu baskının yoğunluğunu belirtmek için birçok noktaya değinilmiştir. Örneğin, Nermin annesinin var gücüyle korumaya çalıştığı “kızlığını” bir an önce üstünden atması gereken bir kir gibi görür ve bunu yapmadığı sürece annesinin himayesi altından çıkamayacağını düşünür. Nermin sadece politik düzene değil, ailevi düzene ve kalıplaşmış kadınlık değerlerine de baş kaldırır. Tanımadığı adamlara sırf hayrına onlarla yatmayı teklif eder, sokaktan geçen yaşlı bir adama şakayla karışık 100 lira karşılığında bekaretini alabileceğini söyler, sandalla yanından geçen çocuklara hiç utanmadan eteğini kaldırıp altındakileri gösterir... Bunların yanı sıra annesinden kurtulmak pahasına yeni edindiği komünist arkadaşıyla evden kaçmayı göze alır. Bu planı suya düşünce de, annesi ile aynı evde kalmaktansa, öz kardeşine tecavüz eden bir adamla (Bedri) evlenmeye razı gelir. Nermin, annesinin bakış açısının kendi içindeki zıtlığının farkındadır ve Erbil bunu okura da yansıtmak ister: “onun kaygısı beni adamlardan korumak değil mi? Böyle bir düşmandan saklamak. Ama sonunda o dünyanın insanlarına karı diye armağan etmek. Bütün özendiği bir canavar parçalasın diye bir melek yetiştirmek” (Erbil 63). Erbil, kadının toplumda birey olabilmesi için kendi anasıyla bile mücadele halinde olması gerektiğini ustalıkla işlemiştir. Aile baskısından kaçıp kendine halk arasında yer aramaya başlayan Nermin, kendini halka adayan ancak hiçbir zaman tam olarak halka inemeyen bir kadın olur. Hatta, uğruna senelerini harcadığı bu halkı sevip sevmediğinden bile emin değildir. Hatta, romanın sonunda da bu soruya kendisi kesin bir cevap bulamaz. Bu açıdan romanın psikolojik bir derinliği de vardır. Nermin farkına varmasa da, dikkatli bir şekilde okunduğunda anlaşılır ki Nermin’i sosyalizme ve uğruna savaşmaya iten aslında hayatında uğruna savaşacak bir şey olmaması ve bu arayışı sırasında karşısına çıkan ilk uğraşa can havliyle tutunmasıdır. Nermin, aslında sosyalizm hakkında pek bir şey bilmemesine rağmen arkadaşı Haluk’tan etkilenerek onunla aynı yolda yürümeye karar verir: “Kim bunlar, kim olurlarsa olsunlar. Bana doğru geleni yapacağım, onlardan olacağım ben de. Bizden öncekilere, ablalarımıza benzememek için her şeyi göze alacağım” (Erbil 28). Etkilendiği şey Haluk’un cazibesi değil, Haluk’tan yayılan ve çok güçlü bir şekilde hissettiği aidiyet hissidir. Nermin hiçbir zaman ailesine böylesine bir aidiyet hissetmemiş ve bunun eksikliği ile büyümüştür. Sonrasında içindeki devrim ateşi büyüse de, ilk başlarda Nermin, sadece “ablalarına benzememek” için bu yola atılmıştır.

Erbil’in cesur eleştirilerinden biri de Cumhuriyet üzerinedir. Cumhuriyet ile birlikte kadın topluma kazandırılmıştır ama hayatın içinde bir kadın olarak var olmanın güçlükleri de bir gecede aşılamamıştır. Roman, aynı zamanda bir mansplaining (bir erkeğin bir kadına tepeden bakan bir şekilde uzmanı olmadığı konular üzerine yorumlara bulunması) metnidir. Örneğin, Nermin sormasa bile ona edebiyat öğretmeye çalışan adamlar, Tolstoy, Nazım Hikmet, Dostoyevski gibi büyük yazarlar hakkında bilgi sahibi olmamalarının yanı sıra bu yazarları neden beğenmediklerini ona açıklamaya çalışırlar. Nermin’in erkeklerin dünyasında yer edinmenin zorluğu ile yüzleşmesi, sosyalizm ile ilgilenmeye başlamasından da önce olur. Nermin’in “o” diye adlandırdığı erkek karakter, Nermin’in şiirlerini okuduktan sonra bir yorumda bulunur: “Ellerine sağlık, pek de güzel yazmışsın ama, şaire olabilmek için henüz çok küçüksün. Bunları birkaç ay beklet; yeniden oku bakalım” (Erbil 15). O’nun kelime tercihini şair yerine şaireden yana kullanması kullanması okurlara gösterir ki aynı şiirleri bir erkek yazsaydı çok daha farklı yorumlar alacaktı. Nermin’in şiirleri sadece ön yargı ile okundukları için bu yoruma layık görülmüşlerdir. Romanın büyük bir kısmı Lambo isimli bir barda geçer. Lambo, hem Nermin’in sosyalist görüşlerinin temelinin atıldığı hem de erkeklerin kadınlara bakış açısının sorgulandığı mekan görevini üstlenir. Nermin bu barda erkekler ile ciddi meseleler konuşmak istediğinde alaya alınır, iş arayışında onu başlarından savarlar ve Nermin’den yüz bulamayınca onun hakkında ahlaksız dedikodular çıkarırlar. Nermin, Cumhuriyet ile kadına açılan kapılardan geçebilmek, erkeklerin sofrasında damgalanmadan kendisine bir yer bulabilmek için kadın kimliğinden vazgeçmesi gerektiğini anlar. Çünkü romandaki erkekler kadını objeleştirmemek için kadını bir bacı olarak görmeye muhtaçtırlar. Kadın, erkekler arasında kardeş olarak kabul edilmediği sürece bir yoldaş olamaz, eğer ki kadın bacı olmadan yoldaş olmaya kalkarsa, en kibar tabirle, yollu olur. Lambo’daki erkeklerin kırmızı çizgisi Mustafa Kemal Atatürk’tür ki bu da onların ikiyüzlülüğünün altını çizer. Nermin, kendisi hakkında çıkan dedikodular ile yüzleşmek için Lambo’ya gider ve erkekler ile münakaşaya girer. Bardan onu kovmak isteyen ve ona ahlaksız isimlerle hitap eden adama, “Atatürk açtı bu kapıları bana, sen kim oluyorsun da yeniden o karanlık deliklere tıkmaya kalkıyorsun Türk kadınını ha?” dediği gibi bardaki tüm erkekler donup kalırlar, ancak o zaman kendilerini mahcup hissederler ve Nermin’e baskı yapmayı bırakırlar (Erbil, 43). Leyla Erbil burada, kadınlara verilen hakların, yine bir erkek figürü üzerinden altı çizilmediği sürece hükümlerinin ne kadar zayıf olduğunu vurgular.

Kitabın 3. ve en kısa bölümü olan Ana, baba Hasan’ın cenazesini anlatmaktadır ve aynı zamanda bir halk eleştirisidir. Bu bölüm, okurda rüya ve gerçeklik arasında bir izlenim uyandırır. Tüm olaylar silsilesi: cenaze evine onlarca insanın gelmesi, anne Nuriye’nin buhran geçirmesi, Nermin’in tablolarının aile dostları ve akrabalar tarafından yerle bir edilmesi, Nuriye’nin insanlara kızının deli olduğunu ve kendisini Allah sandığını söylemesi... adeta aynı anda yaşanması mümkün olmayan olayların bir rüyada toplanması gibi işlenmiştir. Nuriye, kocasını yeni toprağa vermiş olmasına rağmen Nermin’e akrabalarını çay içmek için eve çağırmasını, yoksa çok ayıp olacağını söyler ve 100’ü aşkın insanı evlerinde ağırlarlar. Bu insanlar duyarsızlıklarını belli etmekten geri kalmazlar; Nermine’e “ölenle ölünmez, aç yeri başka acı yeri başka” tarzında yorumlarda bulunurlar. Nermin’in duvarlara astığı tablolardaki insanların kim olduğunu sorgulayıp, “gavur” kimseler olduklarını anlayınca evden çıkmaya yeltenirler. Aynı zamanda Nermin’e hiç dokunmamaları gerektiğini, aksi takdirde abdeslerinin bozulacağını düşünürler. Bütün bunların üzerine Nuriye misafirlerin üzerine yürürken onların yaptıkları ahlaksızlıkları da saymaya başlar. Hasan Bey’in cenazesine gelen, baş sağlığı dileyen bu insanlar bir anda Hasan’ın hatırasına da sırt çevirirler. Nermin gibi Allahsız bir kızın ancak Hasan’dan olabileceğini, çünkü Hasan’ın da “bir tuhaf” olduğunu, ilk şapka giyenler arasında olduğunu, karısına da şapka giydirdiğini, kızını ilk okutanlardan olduğunu, başına takke koymadığını söylemeye başlarlar. Komşuların ve akrabaların Hasan üzerinden yaptığı eleştiriler, aslında değişen topluma karşı güçlü bir direniş gösteren ve bu değişime ayak uyduran herkesi ötekileştirme eylemine giren bir halkı temsil eder. Türkiye’nin değişen değerler altında kutuplaşması ve insanların birbirine düşman kesilmesi konusu bir cenaze evinde işlenir. Kısa olmasının yanı sıra 3. bölümde Erbil, toplumun iki yüzlülüğünü ve gericiliğini, alışılmışın dışında bir anlatım biçimi ile okurlara sunar.

Nermin’in hikayesi, sosyo-ekonomik çelişkilerin ve bireysel iç çatışmaların derinlemesine incelendiği 4. bölümde ironik bir bakış açısıyla ele alınır. Bu bölümde yaklaşık 10 sene sonraki Nermin’i görürüz. Pahalı zevkleri olan, üst tabakadan gelen Nermin’in hala Türkiye İşçi Partisi üyesi olması ve gecekondu mahallesine taşınması, yıkıcı bir ironinin göstergesidir. Nermin, hayal aleminde dünyayı ve solcu erkekleri gezer. Kendi kafasının içinde Vladimir Lenin gibi önemli karakterleri kendisine arkadaş edinir, hatta onlar ile ilişkiye girmeye başlar. Okur, 4.bölümde, Nermin’in hayatını adadığı uğraş uğruna akıl sağlığını parça parça kaybetmesinin başlangıcına şahit olur. Aradan geçen yılların iradesini kırmasına izin vermeyen Nermin, hala halk ile bütünleşme hayali kurar ve bu amaçla kocası Bedri’yi ikna ederek Taşlıtarla’ya yerleşir. Ancak, Nermin’in sosyalizme olan bu adanmışlığı Bedri’yi usandırır ve evliliklerini zarara uğratır. Halkı eğitmekten başka hiçbir şey düşünemeyen Nermin ne evliliğine ne de sosyal hayatına zaman ayıramaz. İronik olan ise, Nermin’in çabalarına rağmen hala bağ kurmak istediği insanlar tarafından benimsenmemesidir. Aksine bu insanlar, Nermin’i alkol içtiği ve erkekler ile muhabbet ettiği için ahlaksız bulurlar. Mahalledeki ev hanımları, sadece evdeki eşyaları incelemek ve dedikodu yapmak için Nermin’in kapısını çalarlar. Nermin bu insanlarla bir türlü istediği diyaloğu kuramaz. Fark eder ki, eğitmek istediği insanlar, her ne kadar sefalet içinde olsalar da, hayatlarından memnundur ve bir şeyleri değiştirmeyi, bir şeyler için çabalamayı arzulamıyorlardır. Bu süreçte, Nermin bir psikoloğun tavsiyesiyle kayak tatiline gider; bu tatil, Nermin’in işçi sınıfından olmasa da onlara bir şeyler öğretme çabasını daha belirgin hale getirir. Nermin’in sosyalizmi savunurken yoksul bir köyde yaşayıp kayak tatiline gitmesi ve dolabında pahalı kıyafetlerin bulunması, onun ideolojiyi desteklemesine rağmen bazı şeylerden vazgeçemediğini gösterir. Yazının başında da dediğimiz gibi Nermin sosyalizm, gelenek ve bireysellik arasında sıkışmış, adeta kapana kısılmış bir konuma gelmiştir. Kaldığı otel odasındaki kat görevlisinden yardım isteyen Nermin, kat görevlisinin beş yüz lira ile geçindiğini öğrenir ve bu parayla geçimin mümkün olmadığını söyleyerek değişmesi gereken düzeni anlatma çabasına girer. Ancak kat görevlisi Nermin’in dediklerinden bir şey anlamaz ve oğlundan bahsetmeye başlar. Oğlunu okutma hayali karşısında Nermin, paranın yetmeyeceğini belirtir ve yine düzenin değişmesi gerektiğini açıklamaya başlar. Kat görevlisinin onu anlamadığına kanaat getirerek onun anlayacağı şekilde konuşur: “Bakarsın okur, Allah yazdıysa inşallah, belli olmaz bakarsın okur memur da olur amir de” (Erbil 187). İlk defa halkın diliyle konuşan Nermin, bu sözlerin ağzından dökülmesine şaşırır. Erbil, burada önemli bir noktanın altını çizer: Nermin halkı değil de, halk Nermin’i değişmeye zorluyordur adeta. Tek başına çıktığı bu yol ve yıllarca sürdürdüğü mücadele Nermin’e yük olmaya başlamıştır ama o bunun farkında değildir. Kat görevlisi odadan çıktıktan sonra aynada kendini incelemeye başlayan Nermin, iç monologlarla kendini sorgulamaya başlar. Aynaya bakarak evliliğinin ilk günlerinde kadın olmayı beceremediğini, kadınların özgürlüğü için yaptıklarını kendi için yapamadığını fark eder. Kadının bütünsel özgürlüğü için yaptığı kavgaları ve topluma yol gösterme çabalarını, kendi kişisel mutluluğunu sağlamadan gerçekleştirdiğini anlar. Bu içsel konuşmaların ardından Nermin aynada gözlerindeki kararlılığı fark eder ve halkı gerçekten sevmediği, benimsemediği sürece uğraşlarının sonuç elde edemeyeceğini anlar. Bu uğraş yüksek ihtimalle Nermin’in sonunu getirecek, onu yiyip tüketecektir; fakat Nermin, vazgeçemeyecek kadar yol kat etmiştir çünkü yıllardır onu hayata bağlayan tek bu uğraş olmuştur. Halk için savaşırken benliğini unutmuş, ama aynı zamanda uğruna yıllarını feda ettiği halkı da bir türlü benimseyememiş ve sonunda yanında kimsesi kalmamıştır.

Leyla Erbil'in Tuhaf Bir Kadın romanı, zamanın Türkiye’sindeki toplumsal yapıyı ve bireylerin bu yapı içindeki konumlarını eleştirel bir bakış açısıyla ele alır. Ana karakterin üzerinden ilerleyen hikaye, özellikle kadınların toplumsal cinsiyet rollerine hapsolmuş yaşamlarını ve bu durumdan kurtulma çabalarını işler. Erbil, kadınların özgürleşme mücadelesine dair güçlü mesajlar vererek, bireysel kimlik ile toplumsal beklentiler arasındaki çatışmayı gözler önüne serer. Romanda karakterlerin yaşadığı yabancılaşma ve anlamsızlık duygusu, modern bireyin toplumsal normlar karşısındaki varoluşsal sıkışmışlığını yansıtır. Yazarın özgün dil ve anlatım tarzı, karakterlerin iç dünyasını derinlemesine keşfetmemizi sağlar. Bu nedenle, Tuhaf Bir Kadın, toplumsal eleştiriyi, politik ve sosyal bilinci, bireyin içsel yolculuğunu ve özgürlük arayışını derinlikli bir şekilde sunarak okurlara düşündürücü bir deneyim yaşatır.