İstanbul'daki Edebî Muhitlere Genel Bir Bakış:
Edebi muhitler hakkında...
Türklerin Orta Asya'dan beri yaşattıkları sohbet geleneğinin bizim kültür tarihimiz içinde hususî bir önemi vardır. Anadolu'ya taşınan bu gelenek, hem Selçuklular, hem Beylikler, hem de Osmanlı döneminde varlığını sürdürmüş, azalarak da olsa günümüze kadar gelmiştir. İlmî, siyasî, sosyal, kültürel, dinî ve edebî olan bu sohbetler, her bölgedeki ve her seviyedeki insanımızı eğitmiş, yoğurmuş ve ona şekil vermiştir. Bu sohbetler sadece edep-erkân öğretmekle kalmamış, ona bir yaşama tarzı ve bir dünya görüşü kazandırmıştır. İnsanımızı içten içe besleyerek onu yerine göre şair, edip, yerine göre âlim veya ârif yapan bu husus; yıllar yılı bizim mektebimiz olmuştur.
· Tarihimizde Hüseyin Baykara'nın Meclislerinin çok meşhur olduğunu, daha sonraki bu kabil meclisler içinde de "Hüseyin Baykara meclisi gibi" benzetmesinin yapıldığını hatırlatalım.
· Orta Asya'nın önemli hükümdarlarından biri olan Hüseyin Baykara, Timur soyundan geliyordu. Horasan ve civarında otuz yedi yıl saltanat süren Baykara, şair, ressam ve tarihçilerin de aralarında bulunduğu pek çok ilim adamını himaye ederek Herat'ı bir kültür ve sanat merkezi haline getirdi.
Devlet işleriyle öğleden önce ilgilenen Hüseyin Baykara, öğleden sonrasını ise kültür, sanat ve edebiyat adamlarıyla sohbete ayırırdı. Zamanla bu meclisler "Baykara Meclisi" olarak anıldı.
Sarayda, âlim, sanatkâr ve şairleri toplayarak oluşturduğu "Baykara Meclisi"nin üyeleri arasında Ali Şir Nevai, Molla Cami gibi önemli şairler yer alırdı. Öyle ki kendisi de şair olan Hüseyin Baykara, çocukluk arkadaşı ve yakın dostu Ali Şîr Nevâî ile edebiyatta kendi adlarıyla anılan bir dönem oluşturdu. Hüseynî mahlasıyla şiirler yazan Baykara, şairliğinin yanında hattatlığıyla da tanındı.
Edebi muhit olarak genelde evler ve saraylar tercih edilse de kimi zaman kahvehaneler de tercih edilmiştir. Bizde ilk kahvehanenin ne zaman açıldığı hususundaki bilgiler muhteliftir. Bazı kaynaklar Kanunî Devrinde 1554 yılında açıldığını söylerler. Alman araştırıcı Dr. Land Avrupa'da ilk kahvehanenin 1551 yılında İstanbul'da açıldığını bildirir. İsmail Hami Danişmend, ilk kahvehanenin Kanuni devrinde 1555 yılında açıldığını ifade etmektedir
Bu birbirlerine yakın üç farklı tarih, neticede Kanunî devri üzerinde birleşmektedir. Haleb'li Hakem ve Şems adlı iki kişinin 1553-54 yıllarında "Tahtakale" mevkiinde büyük bir kahvehane açtığı çeşitli kaynaklar bildirirler. Kısa zamanda İstanbul'un her tarafına yayılan kahvehaneler Sultan I. Ahmed'in hükümdarlığı sonlarında lüks bir şekilde ilk olarak halıcılar köşkünde açılmıştır. Bütün dünyaya Yemen'den yayılan kahve, zaman zaman Avrupa'da ve bizde zararlı görülerek yasaklanmışsa da, bu yasağa fazla riayet edilmediği bilinir. III. Sultan Murad, III. Sultan Mehmed ve IV. Sultan Murad dönemlerinde zaman zaman kahve yasağı getirildiği kahvehanelerin yıkıldığı görülüyor. Kahve, içmenin lehinde ve aleyhinde çeşitli fetvalar verildiği biliniyor.
Kahvehanelerin kapatıldığı dönemlerde bu yerlerin bir gecede bekâr odaları derici veya nalbant dükkânları haline getirildiği bilinmektedir. Çıkmaz sokaklarda bulunan veya gizli arka kapılarından işleyen bu kahvehanelere girmek için Subaşı'ya veya Asas Başı'ya para verildiği bile olurdu.
Daha Kanunî döneminden itibaren kahvehanelerin birer kültür ocağı olması hususunda tedbirler alınmış, birer kıraathane haline getirilmesi istenmiştir. Peçevi, devlet erkânı hariç bütün kibar ve zarif İstanbul erkeklerinin kahvehaneleri doldurduğunu söyler.
Bazı edebi muhitler şöyledir:
Evlerin dışında dükkânlar da birer edebiyat meclisi görünümündeydi. Zati'nin, Bayezid Camii avlusunda remilci dükkânı vardı. Fal açıp, ısmarlama şiir yazan Zati'nin dükkânı, devrinde yaşayan şairlerin toplanma mahaliydi.
Karamanlı Sübutî'nin İstanbul'da Karaman Pazarı'ndaki attar dükkânı, bir şuara meclisi hükmünde idi. Rahikî'nin Mahmut Paşa'daki attar dükkânı da şairlerin uğrak yeri olarak bilinmektedir.
Zeyni'nin Karaman Pazarındaki sahhaf dükkânı şairlerin uğradığı ve şiir sohbetlerinin yapıldığı bir mekândı
Bunların dışında Tahtakule, Balıkpazarı ve Galata'da bulunan meyhaneler ekseri içki meraklısı olan şairlerin toplantı mahalliydi. Yazın deniz kenarlarında da açık meyhaneler bulunurdu. Tahtakale'de bulunan Efe Meyhanesi ve Yani Meyhanesi devirlerinde çok meşhurdu. Bilhassa Efe Meyhanesi II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî devirlerinde açık olup, zamanın pek çok şairinin bir araya gelip, şiir sohbeti yaptığı bir mekân olmuştur.
Damad İbrahim Paşa, şairleri koruyup gözeten bir devlet büyüğüydü. İbrahim Paşa'nın sadrazamlığı sırasında Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki sahil sarayında gündüzleri, ilim, sanat ve şiir toplulukları düzenlenirdi. Şair Nedim, Sami, Neyli Ahmed, Seyyid Vehbî, Mirza Efendizâde Mehmet Salim, Nahifi gibi devrin şairleri bir araya gelirlerdi.
Koca Ragıp Paşa, kendisi de şair olan ve konağında şiir meclisleri tertip eden bir devlet büyüğü olarak dikkati çeker.
Yusuf Kâmil Paşa'nın Bayezid'deki konağı devrin ilim ve sanat erbabının toplanma mahalliydi. Şair Rahile Sırrî Hanım, Yusuf Kâmil Paşa'nın konağında dört sene misafir edilmiştir. Leskofçalı Galip Bey, Namık Kemal, Hersekli Arif Hikmet Bey ve Recaizâde Mahmut Ekrem, Yusuf Kâmil Paşaya kasideler sunarlar.
Said Halim Paşa, Sadaret Konağı adı verilen, Sultan Ahmet'te Fuad Paşa Türbesi karşısında bulunan konakta oturur. Sık sık Mehmet Akif, Necmettin Arif, Celâlettin Arif, Neyzen Tevfik gibi isimleri konağında toplar. Yusuf Kâmil Paşa'nın oğlu Subhi Paşa'nın, Mahmut Celâleddin Paşa'nın ve Fethi Ahmet Paşa'nın meclisleri de şiir encümenidir.
Eski şiiri yaşatmak isteyen bir grup şair, 1861 yılında Hersekli Arif Hikmet Bey'in Laleli Çukurçeşme'deki evinde her hafta salı günü toplanırlar. Kendilerine "Encümen-i Şuâra" adı verilen bu şairler topluluğunun üyeleri arasında Leskofçalı Galib Bey, Osman Şems Efendi, Mehmed Lebib Efend, Recaizâde Mahmud, Salih Faik Bey vardı. Çeşitli şiirlerin okunduğu ve edebî münakaşaların yapıldığı bu mecliste, hitabeti iyi olan ve topluluğun en genç elemanı olan Namık Kemal şiirleri okurdu. Leskofçalı Galib Bey, encümenin reisi durumundadır.
Mehmed Lebib Efendi’nin konağı âlimler ve ediplerin toplantı yeriydi. İlim ve sanat erbabını himaye eden Lebib Efendi, kabiliyetli gençlerin yetişmesine çalışırdı. Ziya Paşa, Ceride-i havadis muharriri Ali Bey, onun konağının müdavimleri arasındaydı. Memduh Paşa da meclisine Leskofçalı Galib, Namık Kemal, Hersekli Arif Hikmet, Halet, Naîlî, Kâzım Paşa gibi isimlerin devam ettiği bir devlet adamıydı.
Şehzade II. Selim'in Manisa'daki sancakbeyliği sırasında etrafında toplanan şairler halkasında Hubbî Hatun da vardı. Bu hanım, II. Selim padişah olunca, onunla birlikte İstanbul'a gelmiş, bu şehirde saraydaki şiir meclislerine katılmıştı. Zeyneb ve Mihri Hatunlar, Şehzade Bayezid'in ve onun oğlu Şehzade Ahmed'in Amasya Valiliği sırasında etraflarında bulunan şairler topluluğundandı. Sonrada İstanbul'a gelen Zeyneb Hatun, Divanı'nı Fatih Sultan Fıtnat Hanım Koca Ragıp Paşa'nın şiir meclislerine katılan bir kadın şairdi.
Leyla Hanım, II.Mahmud ile onun kızı Esma Sultan'dan ihsan almış bir kadın şairimizdir. Bir diğer hanım şair olan Şeref Hanım'a ise sadrazam Ali Paşa ayda 200 kuruş aylık bağlamıştır. II. Mahmud'un kızı Âdile Sultan da şiirle meşgul olup, Fındıklı'daki sarayında devrin âlim ve sanatkarlarını toplayan meclisler tertip ederdi.
Sultanahmet'teki İkbal Kıraathanesi'ne akademi de denir. İkbal kıraathanesi bi akademidir. Hemen hemen her edebî nesli bünyesinde barındıran bu kıraathanede I. Dünya Savaşının ilk yıllarında Fuat Köprülü, İbrahim Alaeddin Gövşa, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç, Orhan Seyfı, Agâh Sırrı gibi isimler hemen hemen her akşam buraya gelirler.
Önceleri Yıldız adını taşıyan ve Servet-i Fünûn'cuların toplantı yeri olan Meserret Kahvesi daha sonra Nayiler'in gelip gittikleri bir yer olur. Halit Fahri, Ali Naci Karacan, Selahattin Enis, Yakup Kadri gibi isimler bu kahvehanenin müdavimlerindendir.
Beyazid Camii önünde bulunan Küllük ile Beyazid Kütüphanesi karşısındaki Çınaraltı Kahvesi birer edebî mahfil konumundadır. Akademi adıyla da anılan küllük uzun yıllar, ilim ve san'at erbabını bünyesinde toplamış bir mekân olarak dikkat çeker. Buraya sık sık gelen isimlerden bazılarını sayalım. Asaf Halet, Yahya Kemal, Ali Canip, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Mehmet Behçet, Şükûfe Nihal, Orhan Saik, Halit Bayrı, Fazıl Ahmet, Mithat Cemal, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Neyzen Tevfik, Behçet Kemal, Ahmet Kutsi Tecer, Suut Kemal Yetkin, Reşat Nuri, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Kudret, Asaf Halet Çelebi, Samim Kocagöz, Suat Derviş, Bedri Rahmi Eyüboğlu buraya sık sık gelen kimselerdendir. 1940 yılında "Küllük" diye de bir dergi çıkar.
1940'lı yıllarda Küllük'e gelenler arasında Nurullah Ataç, Sait Faik, Oktay Akbal, Sabahattin Ali'de vardır. Tanpınar'ın Huzur, Peyami Safa'nın Matmazel Noralya'nın Koltuğu adlı romanında bile Küllük Kahvesi geçer. Tank Buğra'nın Küllük adını taşıyan bir hikâyesi vardır.
Kahvelerin yanı sıra bazı dükkânlar da edebî mahfil durumundadır. Ahmet Rasim, Babîali Caddesi'ne bakan Sucu Yorgi'nin dükkânının üst katındaki bir odadan bahseder. Beyitlerin okunduğu bu odadan çıkıldıktan sonra meyhanelere gidilir. Suçu Yorgi'nin dükkânında başlayan edebî sohbet; kürekçiler kapısındaki herhangi bir meyhanede devam eder.
İstanbul'da matbaa, dergi ve gazetelerinde birer edebî muhit oluşturdukları görülür. 1862 de çıkan Tasvîr-i Efkâr gazetesinin matbaası devrin gençlerini toplayan bir muhit mevkiindeydi. Namık Kemal, Sadullah Bey, Hâlet Bey gibilerinin toplandıkları bu mekân, Ebuziyya Tevfık'in işine gitmesine mani olacak kadar cazipti.
Servet-i Fünûn topluluğu önceleri Recaizade'nin evinde toplanırken, sonraları bu dergide bir araya gelmişlerdir. Bu derginin kapatılmasından sonra grubun dağıldığını biliyoruz. 1909 yılında İstanbul'da çıkmakta olan Hilâl Gazetesi'nde ilk toplantılarını yapan Fecr-i Âti grubu da Servet-i Fünûn'da yazı hayatını devam ettirir.
20.yüzyılda çıkmaya başlayan Rübab Dergisi etrafında "Nayiler" adı verilen kısa ömürlü bir grup toplanır. Bu dergiyi takip eden Kehkeşan da aynı topluluğu bünyesinde toplar. Yahya Kemal, Hakkı Tahsin, Selahaddin Enis, Ali Naci, Halit Fahri ve Yakup Salih gibi isimler de bu halkaya dahildirler. Bu dergilerin yazarları o yıllarda Fındıklı'da şimdiki Güzel Sanatlar Akademisi karşısında toplanırlar.
Sabri Esad, Vasfı Mahir, Yaşar Nabi, Muammer Lütfü, Ziya Osman, Kenan Hulusi ve Cevdet Kudret'ten oluşan bir grup yılında Yedi Meşale Dergisi adlı bir yayın organı çıkarırlar ve kendileri de bu adla anılırlar. Muammer Lütfı'nin Gedikpaşa'daki pansiyon odasında ve nihayet Yaşar Nabi'nin Şehzadebaşı'ndaki evinde toplanırlar.
Edebi Muhitler adeta bir okul işlevi görerek pek çok mühim insan yetiştirilmesinde oldukça etkili olmuştur. Başlı başına bir akademi olan İstanbul, ünlü ve başarılı şairlerin ortak noktası haline gelmiştir. Her bir sokağı farklı şair ve yazarlara ilham olan İstanbul’un güçlü ve sanata değer veren birkaç şahıs ilhamlarına sahip çıkmak isteyen şair ve yazarları himaye etmiştir. Pek çok şairin toplanmasıyla da sohbet meclisleri büyümüş ve gelişmiştir. Edebiyatımızda edebi muhitlerin önemli bir etkisi vardır. Görüldüğü gibi edebi muhitler kültürümüzün temel taşlarındandır. Günümüzdeki sohbetin, kongrenin, sempozyumun, panelin ve konferansın geçmişteki karşılığı olan bu edebi muhitler ilim ve sanat hayatımızın gelişmesine oldukça fayda sağlamışlardır.