Türkiye Siyasi Tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Önemi ve Bugüne Yansıyan İzleri
Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vurmuş olan bu cemiyetin, günümüze değin gelişimi ve yansımalarına tarihsel bir bakış.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889 yılında kurulmuş bir siyasal hareket ve iktidar partisidir. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin temeli, 1893 yılında İstanbul'da Askeri Tıbbiye ‘de atılmıştır. Kurucuları Dr. İshak Sukuti, Dr. Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Şerafettin Mağdumi'dir ve gizli bir teşkilat şeklinde kurulmuştur. Amacı Sultan Abdülhamit’in istibdadına karşı mücadele etmek ve ‘Hasta Adam’ olarak ilan edilen Osmanlı'yı, meşrutiyeti ilan ederek başı dik onurlu bir devlete dönüştürmektir. Fakat çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı’nın son dönemlerine damgasını vurmuş olan bu cemiyetin ideolojisini net bir şekilde tespit etmek hiç kolay değildir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluş amacını Çağlar Keyder ‘Türkiye’de Devlet ve Sınıflar’ adlı kitabında şöyle değerlendirmiştir: “Jön Türk düşüncesinin ön planında iktisadi bir program değil, ‘Devleti kurtarmayı’ amaçlayan bir siyasi eylemcilik yer alıyordu. İmparatorluğun yavaş yavaş ve aman vermez bir biçimde parçalandığını, çeşitli milliyetçi ayrılık hareketlerinin her geçen gün başarı kazandığını ve Düyunu Umumiye’nin vesayeti altındaki Babıâli’nin gitgide elinin kolunun bağlandığını gören Jön Türkler ’in başlıca kaygısı, Osmanlı devletinin özerkliğini ve coğrafi bütünlüğünü yeniden kurtarmaktı. Böylece ‘devleti kurtarmak’, geleneksel düzeni, bürokrasinin ayrıcalıklı konumunu değiştirmeden korumanın sembolik formülü oldu.”
Cemiyet üyeleri, Paris’te kurulan Jön Türklerle irtibat kurdular. Cemiyetin üyelerinden olan Ahmet Rıza Bey, Fransız İhtilali’nin 100. yıldönümü dolayısıyla Paris’te açılan sergiyi gezmek bahanesiyle Fransa’ya gidip, Jön Türkler grubuna katıldı ve geri dönmedi. Daha sonra Ahmet Rıza, cemiyet için önemli bir kişi haline geldi ve Abdülhamid’e karşı olan kişi ve topluluklar ile yurt içinde ve dışında bir teşkilatlar haline geldi. Yüksek okullarda gizli kollar ve komiteler teşkil eden cemiyetin yurt içindeki varlığı Ermeni olayları sebebiyle duyuldu. Cemiyetin, Dr. İshak Sükuti, Dr. İbrahim Temo, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Akil Muhtar, Tunalı Hilmi gibi üyeleri, suçlu bulunarak dağıtıldılar. Bazıları imparatorluğun uzak bölgelerine sürüldü fakat bazı cemiyet üyeleri de yurt dışına kaçtı. Yurt dışı faaliyetleri Bükreş, Paris, Cenevre ve Kahire’den idare edilmeye başlandı. Bir süre sonra cemiyet içindeki anlaşmazlıklar ortaya çıkmaya başladı. Fikir ayrılıklarından yararlanmak için Ahmet Celalettin Paşa Avrupa’ya gönderildi ve bunun sonucunda muhaliflerin büyük bir kısmı padişahın emrine girdiler. 4 Şubat 1902 tarihinde Paris’te, Jön Türkleri de içine alan bir kongre toplandı. Toplanan kongre sonucu Ahmet Rıza ve arkadaşları cemiyetin adını Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti olarak değiştirip, Paris’te Meşveret’i çıkarmaya devam ettiler. Daha sonrasında çıkan ayaklanmalar sonucunda Abdülhamid, 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyeti ilan etti.
Osmanlı’nın en önemli dönemi 1908- 1918 İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dönemidir. Orta Doğu’da yeni devletlerin ortaya çıkması, Osmanlı’nın dağılması, Libya’da antiemperyalist direniş ve diğer sosyal ve siyasal gelişmelerinin hepsi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasal olarak etkin olduğu bu dönemde meydana gelmiştir.
İlber Ortaylı II. Meşrutiyeti Türkiye tarihi için şunları eklemektedir: “1908 devrimi anayasal sistemde önemli yeni kurumlar yaratmıştır. Bunların başında toplumsal hayatımızda siyasal partilerin vazgeçilmez öğeler olarak doğuşu, derneklerin faaliyeti, toplantı, gösteri ve grev hakları, basın özgürlüğü yer alır. 1908’den sonra İstanbul’da ve diğer vilayetlerde yapılan iki dereceli seçimlerle Meclis-i Mebussan yeniden toplanmıştı. II. Meşrutiyet döneminin ilk yılları siyasal hürriyetlerin kullanılışı, çeşitli düşünce akımlarının ortaya çıkıp örgütlenmesi yönünden Türkiye tarihinin altın sayfalarından biri sayılmalıdır. II. Meşrutiyet’te toplum ve devlet hayatımızda laik bir sisteme geçiş de başlamıştır. Gene eğitim kurumlarının da ilköğretim düzeyinden ele alınıp laik bir yaklaşımla yeniden düzenlenmesine girişildiği görülmekteydi. Darülfünun ’un, yani üniversitemizin özerkliği de bu dönemde gündeme gelen ve kısmen gerçekleştirilebilen, Türk eğitim tarihinin onurlu bir olayıdır.”
19. yüzyılın sonlarında, Osmanlı imparatorluğunun kötüye gittiği için devlet adamları, mevcut durumu düzeltmek istediler ve Batılılaşma siyasetini benimsediler, uygulamaya çalıştılar. Sonrasında ise aynı şekilde bazen dış devletlerin baskısı bazen de devlet adamlarının isteği üzerine reformlar geliştirip uygulamaya çalıştılar. Reformlar daha çok ya dış devletlerin baskısı üzerine gerçekleştiği için halkın desteği hiçbir zaman yüksek olmadı. Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkçülüğün baskın olmaya başlaması şüphelere sebebiyet verdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminin bıraktığı miras, hürriyet, yani demokrasi özlemi, diğer taraftan da sert devlet yönetimi alışkanlığı, dinin, dilin, tarihin, kültürün modern ‘milli’ kimliği belirlemekteki yetkinin tanıtılmasının ve rolünün devlete devredilmesiydi. 31 Mart olayından sonra Osmanlı yıkılmak zorundaydı ve yapılan yanlışlar bugünkü Türkiye’yi oluşturacak olan Mustafa Kemal Atatürk’e örnek olmuştu. Günümüze yansıyan izlerinin içinde Latin alfabesi, parlamenter sistem yani meclis vardır. Birçok inkılap yaptılar, kadınlara verilen haklar da dahil. Milli burjuvazisini oluşturdular.
Türkçülük, Turancılık fikri günümüze kadar yansıyan etkilerindendir. Fakat bugün milliyetçiliği savunanlar ne İttihat ve Terakkinin milliyetçilik fikrine ne de Atatürk milliyetçiliği ile alakası vardır. Daha çok muhafazakarlığa kaymıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hükümeti, meclisi ve izlenen politikayı kontrol altında tuttuğu yıllar olağanüstü koşullara sahipti. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi-i Umumisi beyin görevini üstlenmişti. Osmanlı Devletini içine itilmiş bulunduğu yalnızlıktan kurtarma çabaları, ittifak grubu içinde yer alınışın sağlanması, böylesine önemli bir kararın verilmesi toplumun eğitim ve kültür düzeyini yükseltme ve canlandırma gayretleri iaşe sorunlarına merkezi çözüm arayışları, kadınları iş dünyasına, çalışma hayatına kazandırma gayretleri, denk bütçe oluşturma istekleri vb. hep bu dönemde izlenen politika doğrultusundadır. Bu politikanın o zamanda atılan temellerinin izlerini Türkiye tarihinde de halen görmekteyiz. İttihat ve Terakki, Türkiye Cumhuriyeti ile devamlılık içindedir. Bu süreçte İttihat ve Terakki’nin dolayısı ile ittihatçılığın rolü yadsınamaz, ancak bu rol belirleyici bir özellik taşımamaktadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyet’i bu dönemden sonra daha çok hesaplaşmalar geçirecektir. Bu hesaplaşmalar ve çalışmaların günümüze kadar geldiğini görmekteyiz.