İz Bırakanlar: Andrey Tarkovski

Andrey Tarkovski ve bazı eserleri hakkında kısa bir çalışma.

Yönetmenimiz Moskova Üniversitesi Sinema bölümünden mezundur. Aslında pek çok önemli yönetmenin aksine alaylı değil okulludur kendisi. Rus sinema tarihinde bir numaraya oturmakla kalmamış, ülkemizden çıkmış en büyük yönetmenlerden olan Nuri Bilge Ceylan gibi sayısız yönetmeni etkilemiş, bir nevi kendi clique'ini oluşturmuştur. Kariyerinden geriye akılda kalan, bazıları klasikleşmiş, farklı tarzda pek çok eser bırakmıştır. Pek çok mecrada Stanley Kubrick ile karşılaştırılır. İşin gerçeği iki yönetmenin tarzları ciddi şekilde ayrışır. Tarkovski biraz daha şiirsel ve sanatsal anlatıya odaklı filmler üretirken Kubrick, belki biraz da Amerikalı olduğundan, daha çok ekranda bir gösteri yaratmayı, izleyicileri germeyi, güldürmeyi, şaşırtmayı hedefler. Şüphe yok ki her ikisi de kendi tarzlarının önde gelen temsilcileri.

Stalker

İsimsiz küçük bir ülkede yasaklı bir Bölge vardır. Bu bögede fizik kuralları geçerli değildir. Hepimizin alışık olduğu gerçekler, bu bölgenin sınırları içerisinde form değiştirmeye, farklılaşmaya başlar. Bölgenin ortasında, dileklerin kabul olduğu küçük bir mekan olduğu söylentisi bütün ülkede yaygındır. Bu mekana Oda adı verilmiştir. Hükümet, Bölge'yi girilmez bölge ilan etmiştir ve mühürlemiştir. Bu elbette insanların Bölge'ye girmesine gerçekten engel olmaz. Stalker adı verilen iz sürücüler, bölgeye geçiş yapmak ve buradaki esrarengiz olayları deneyimlemek isteyen insanlara rehberlik hizmeti sunmaya başlamıştır. Ana karakterimiz bu iz sürücülerden biridir. Biri yazar, diğeri ise profesör olan iki yeni müşteri, Bölge'ye ulaşmak istediklerini söyler. Tuhaflıklarla dolu bir yolculuk onları beklemektedir.

Öncelikle filmimizin yazılmış en iyi senaryolardan birine sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rusça olmasına karşın diğer dillerde de güçlü bir etki yaratabilen, enteresan bir aurası vardır. Bilim kurgu filmi olarak bakıldığında inanılmaz kaliteli bir yapım var karşımızda. Ancak yönetmenin bilim kurguyu anlatmak istediği şeye bir araç olarak kullandığını her noktada hissetmek mümkün. Amaç kesinlikle yalnızca izleyiciyi etkileyici karelerle büyülemek değildir.

Yolculuğa çıkan karakterlerin yazar, profesör ve bir Stalker olması planlı bir durumdur. Stalker karakterini nötr olarak tarif edebiliriz. En azından filmin sonuna değin diğer iki karakteri korumaya çalışan, fikir alışverişine minimum seviyede dahil olan, id, ego ve süper ego ilişkisinde egoyu temsil eden bir karakter olduğu düşünülebilir. Fakat anlatılmak istenen ilişki psikanalitik bir yaklaşımdan çok akılcı düşünce ve duygusal düşüncenin bir çatışması gibidir. Profesör, adı üstünde, bilimi ön planda tutan, akılcı, Jung'un Psikolojide Tipler'de bahsettiği dışa dönük terimine tam anlamıyla uyan bir karakterdir. Yazar ise tam tersi şekilde tam bir içe dönüktür. Aşırı tutkulu bir sanatçıdır. Karar alma mekanizmasında kalbini referans alarak hareket eder. Kimi kritiklere göre bu karakter Tarkovski'nin kendi yansımasıdır. Yazar ve profesör filmde farklı ortamlarda farklı konular üzerinde karşı karşıya gelir ve bütün bu gürültüye maruz kalan Stalker, filmin sonuna doğru şişmeye başlar.

İster bilim kurgu ister sanat filmi olarak bakın, sinema tarihinde bir yeri olması gereken yapımlardandır Stalker.

Solaris

Psikolog Kris Kelvin, okyanus gezegeni Solaris'in üzerinde bulunan onlarca yıllık uzay istasyonunun görevine devam edip etmeyeceğini değerlendirmek üzere yıldızlararası bir yolculuğa gönderilir. Dünyadaki son gününü yaşlı babası ve Burton adında emekli bir pilotla geçirir. Yıllar önce Burton, Solaris'teki bir keşif ekibinde üye olarak görev yapmış ancak, gezegendeki suyun yüzeyinde dört metre uzunluğunda bir çocuk görmek de dahil olmak üzere, yaşadığı tuhaf olayları anlattığında geri çağrılmıştır. Bilim insanları ve askeri personelden oluşan bir kurul, bu görüntüleri halüsinasyon olarak değerlendirir, ancak mürettebatın geri kalanı da benzer şekilde tuhaf raporlar verdiğinde Kelvin'i göndermeye karar verirler.

Kelvin, Solaris araştırma istasyonuna vardığında, burayı kargaşa içinde bulur. Çok geçmeden bilim adamları arasındaki arkadaşı Dr. Gibarian'ın kendini öldürdüğünü öğrenir. Hayatta kalan iki mürettebat Snaut ve Sartorius ruhsal açıdan dengesizdir. Kelvin de istasyonda bulunduğu süreç boyunca dengesini kaybetmeye başlar, bir gözlemci olarak.

Özellikle dönemi için üst sınıf bir bilim kurgu örneği olmasının yanı sıra gizem filmlerinden hoşlanan insanların da ilgisini çekebilecek türden bir yapım. Elbette bu gizem ve gerilim yönetmenin başarısı. Şunu da eklemek lazım ki Solaris'i, Tarkovski tarzı sinema sevmeyenler de izleyebilir. Her ne kadar film iki 2 saat 45 dakika kadar sürse de işlenen konu yönetmenin diğer yapımları kadar ağır ve kapsamlı değildir. Zaman zaman fazla uzun, sabit karelere denk gelmek mümkün. Ancak filmin genel akışı ilgi uyandırıcı.

Ayna

Ayna, Aleksey'in ve etrafındaki dünya hakkında çocuk, ergen ve 40 yaşındaki haliyle düşüncelerini, duygularını ve anılarını tasvir eder. Yetişkin Aleksey yalnızca kısa bir süreliğine görülür ancak önemli diyaloglar içeren bazı sahnelerde dış ses olarak bize eşlik eder. Filmin yapısı süreksizdir ve kronolojik değildir. Film geleneksel bir olay örgüsüne sahip değildir ve ana karakterin hayatından bazı olayları, rüyaları ve anıları derleyerek bunlardan bir sanat eseri çıkarır. Film üç farklı zaman dilimi arasında geçiş yapar: savaş öncesi (1935), savaş zamanı (1940'lar) ve savaş sonrası (1960'lar veya 70'ler).

Filmin en başarılı yaptığı şey izleyici olarak bizi sanki çocukluğumuzdan bazı olayları hatırlamaya çalışıyormuşuzcasına, olayların fazla detayına indirmeden yüzeysel ama vurucu şekilde göstermeyip havaya sokması. Hayal meyal anımsadığımız ama bir o kadar da travmatik görüntülere tanık olur gibiyiz. Bu anlaşılabilir bi durum çünkü Ayna büyük ölçüde Tarkovski'nin kendi çocukluğundan ilham alan bir yapım. Savaş sırasında Moskova'dan kırsal bölgeye göç etmek zorunda kalma, içine kapanık bir baba ve bir matbaada çalışan anne gibi anılar ön plana çıkıyor. Ayrıca filmde, yetenekli bir şair olan babasının bazı şiirlerine de yer verilir. Bu şiirlerin büyüleyici sahnelerin arkasında fon müziği olarak kullanıldığı kısımlar vardır filmde.

Oldukça bireysel bir yapım olarak karşımıza çıkan Ayna filmi aslında Tarkovski'nin yönetmen olarak kendine tuttuğu bir aynadır.

Andrey Rublev

Sekiz kısa öyküye ayrılan anlatı filmi, 15. yüzyılın başlarında Rusya'da yaşanan kargaşa dönemini, 1400'den 1423'e kadar keşiş Andrey Rublev'in gözünden görüyoruz. Ayrı kısa öyküler birbiriyle çok az bağlantılıdır, ancak ortaçağ Rusya'sının bir mozaik gibi şekillenerek genel bir resmini çiziyorlar. Filmin ana konusu, üç keşişin Andronikov Manastırı'ndan ayrılışıdır: Danila, Kiril ve Andrey Rublev.

Filmin kendisi de 3 saati aşkın süresiyle zorlu bir yolculuk. Bu yolculuğa çıkmak isteyenler için acı ve ızdırap verici olacaktır. Bu yolculuğu göze alanlar için Andrey Rublev ilham verici, hayata ve insana bakışı etkileyebilecek bir deneyimdir. Baskıcı Sovyet rejimi zamanında çekilen film, baskıcı başka bir rejimin hikayesini anlatır.

Sovyet hükümetine sembolik bir eleştiri getirdiği gerekçesiyle film yıllarca gösterime girememiştir.
Pek çok dönem filminde olduğu gibi filmin çekildiği dönemin dünyasına ve insanlığın genel anlamıyla hayata yaklaşımına dair notlara bolca rastlanır.

Andrey Rublev, her tarafı günahlarla sarılı bir din adamı olmanın çaresizliğini yaşar. Hem gerçekte hem de filmde son derece çetin bir coğrafyada son derece çetin bir zamanda hayat sürmüştür. 15. yüzyıl Rusya'sı ve Rus insanı eziyet görmüş, kıtlık yaşamış, veba geçirmiş, bu da yetmezmiş gibi yerel boyarların zulmü altında ezilen, sefil ve yorgun bir halk olarak resmedilir yapımda. Herkes her şeyi bir alışkanlıktan yapar, dahası kimse yeni bir fikre hazır veya istekli değildir. İşte böyle bir vaziyetin içinde ahlak arayışında olan nadir insanlardandır Andrey Rublev. Amacı tam olarak yeni bir peygamber olmak şeklinde resmedilmez filmde. Yine de çoğu kez insanlar onu sahte bir peygamber olmakla suçlar.

Kısa şekilde eserimiz, yozlaşmış bir toplumda bu yozlaşmaya savaş açma cesaretini gösteren bir insanın hikayesini anlatır. Tarihte tekrar tekrar anlatılan bir hikaye sinemaya uyarlanmıştır da diyebiliriz.