Kaderin Oyunu
Bataklıkta çırpındıkça dibe çekilirsin.
Ve dünya tepetaklak olur bir anda. Bütün her şey ellerinden kayıp gider. Aksilikler, talihsizlikler, sakarlıklar ve daha niceleri durmadan üzerine yağar. Bir uca tutunmaya çalıştıkça doğru ucu bulamazsın. Eminim ki böyle hissettiğimiz yüzlerce an yaşadık. Acelemiz olduğunda, zor bir duruma düştüğümüzde sanki hayat bütün aksiliklerini art arda sıralar ve sen daha ne olduğunu anlamadan hepsiyle uğraşır hale gelirsin. Gücün biter, pes etmek istersin. Dünyadaki bütün kötü şeyler seni mi buluyordur aynı anda? Belki de evet, o an kader bütün kozlarını sana karşı kullanıyor.
Kader mistik bir şey aslında. Biraz kırılgan biraz sert, biraz cömert biraz cimri, biraz tatlı biraz huysuz. Bazen seni oldukça ciddiye alır ve ne istersen verir bazen de yıllarını da çürütsen vermez. Bunları da ne zaman yapacağı hiç de belli olmaz aslında. İşte tam da kötü bir anında sana dertlerin daha da beterlerini verebilir. Köşeye sıkıştırana kadar üzerine gelir. O anda tam olarak ne dilediğine ağzından tam olarak ne çıktığına dikkat etmelisin çünkü kader bu, seni her an ciddiye alabilir. Bir kısmı buna çekim yasası der. Onlara göre ağzımızdan çıkan her söz veya düşündüğümüz şeyleri aslında kendimize çekeriz. Ya da buna iyi saat veya eşref saati de diyenler vardır. Başka bir düşünceye göre de sesler evrende kaybolmaz ve kurduğumuz her cümle sonsuza kadar evrende dolaşır. Bu son düşünceyi yorumlayacak olursak da aslında isteklerimiz, dileklerimiz ve ağzımızın isteyerek ya da istemeyerek çıkacak her cümle evrende varlığını sürdürmeye devam eder. Ve mantıken onlar var oldukça yaşama ihtimalimiz de çoğalır. Yani hayatının bir yerinde belki de istemeyerek sinirle, hüzünle, fevrilikle kurduğun bir cümlenin hayatının herhangi bir yerine sirayet etmesi olağan olasılıklardan biri olabilir. Bana göre de kaderin bir oyunudur bu aslında.
İlk başta bahsettiğimiz o kötü ana gelecek olursak aslında, istemeyerek de olsa onlarca kötü düşünce geçer içimizden ve bazen bunları dile döküp isyan eder söyleriz de. Aslında bu noktada belki kader bizi ciddiye alır ve sen dedikçe, düşündükçe daha da beterlerini sunar karşına. Sen istesen de istemesen de sonsuzluğa attığın cümlelerin kabulünü yaşarsın. Bazen anında bazen de daha sonra ve belki de yıllar sonra bile gelir seni bulur o dediklerin. Sen istersen buna karma de ister olumlama istersen başka bir şey. İsmi ne olursa olsun sonuç hep aynı olur. Böyle anlarda çabalamak ve kötümser olmak yerine durmalısın. Bir nefes ve birazcık zaman. Kendini iyi hissene kadar beklemelisin çünkü şikayet etmek, kötü düşünmek, çırpınmak seni daha da dibe çeker. Ve sen sorun birken bine dönüşen o silsilenin içinde boğulurken bulursun kendini. Çünkü zihnin bu kadar bulanık ve kötüye doğru giderken doğruyu bulmak neredeyse imkansız. Psikolojide bile karşılığı var bunun ''Kendini gerçekleştiren kehanet''. Düşün ki bir çocuk bir dersten oldukça korkuyor ve kalacağına emin, ne kadar çabalarsa çabalasın kalma ihtimali de yüksek. Ve ondan kaldı diye o gün olan diğer sınavlarından da düşük alma ihtimali de yüksek aslına bakacak olursak.
Bu yüzden, hayatın üstümüze geldiği o anlarda bir an durup derin bir nefes almak, kendimizi ve düşüncelerimizi sakinleştirmek en güçlü silahımızdır. Belki de kaderi kendi lehimize çevirmek için elimizdeki en büyük fırsattır. Zira, kaderle mücadelenin yolu ona direnmek değil, onun akışına uyum sağlamaktan geçer. Güzel bir düşünce, küçük bir umut bile, o karanlık döngüyü kırmaya yeterli olabilir. Çünkü hayat her zaman kötü gitmez; bazen sadece durup kendimize şunu hatırlatmamız gerekir: "Bu da geçecek." Ve gerçekten de geçer. Geriye dönüp baktığınızda, bütün bu çırpınışların sadece sizi daha güçlü bir "siz" yapmak için orada olduğunu görürsünüz. İşte o zaman, başınızı kaldırır ve yaşamın sunduğu fırsatlara yeniden kucak açarsınız. O yüzden dalgalara doğru yüzmek yerine akışta kalmayı deneyin. Belki de düşmanınız sandığınız o dalgalar doğru bir hamle ile yararınıza olur.