Kadınların Romanlarında Mitler Ve Peri Masalları

Mit ve masalın kadın anlatılarındaki yankısı

Mitler ve peri masalları çoğu zaman çocukluğun masum sesleriyle anılır. Oysa kadın yazarların romanlarında bu anlatılar, yalnızca hayal dünyasına açılan kapılar değil, aynı zamanda bastırılmış olanın, unutturulmak istenenin, yeniden yazılma arzusunun sahneleridir.Peri masalları, yüzyıllar boyunca ataerkil düzenin kurguladığı rolleri gizliden gizliye taşımıştır: uyuyan prenses, kurtarıcı prens, kötü cadı… Kadınlar bu masalların içinde ya sessiz bir güzellik ya da tehditkâr bir figür olarak var olmuşlardır. Fakat kadın romancılar, bu kalıpları tersyüz eder. Onların ellerinde masal, özgürleşmenin ve yeniden doğuşun diline dönüşür.

Angela Carter’ın The Bloody Chamber’ı, klasik masalların karanlık yüzünü açığa çıkarırken kadın öznenin arzularını görünür kılar. Latife Tekin’in büyülü gerçekçi anlatılarında köy efsaneleriyle masallar, kadınların suskunluklarına bir ses olur. Virginia Woolf’un metinlerinde mitler, çoğu zaman tarihsel olarak susturulmuş kadınların gölgelerini sahneye çağırır.

Mitler ise daha derin bir zamansızlık taşır. Kadın romancılar mitleri yeniden dokurken, aslında kültürün en eski anlatılarında gömülü kalmış kadın imgeleriyle hesaplaşırlar. Medusa’nın bakışları yeniden sahiplenilir; Pandora’nın kutusu sadece felaket değil, ihtimallerin de taşıyıcısı olur.Mitler ve masallar, kadınların romanlarında yalnızca estetik bir süs değil, direnişin ve yeniden yazmanın araçlarıdır. Ataerkil düzenin dize getirmeye çalıştığı hikâyeler, kadınların kaleminde yeni biçimler alır: prenses, kendi uykusundan kendini uyandırır; cadı, korkulacak değil, bilgelik taşıyan bir figür olur.

Belki de bu yüzden kadın romancılar için mit ve masal, bir hafıza mekânıdır. Hem geçmişin yükünü hem de geleceğin ihtimallerini taşır. Her yeniden yazılış, kadının varlığını “öteki” değil, anlatının merkezine yerleştirmenin bir yoludur.