Kafamdaki Sesler Denemesi: Sabrın Sonu Selamet Mi?

Kafamdaki sesler denemesi

Bu yazıyı yazarken, her aşamasında benim yanımda olan ve beni bir an olsun yalnız bırakmayan düşüncelerime teşekkür ederek başlıyorum. 'Bilmemler' ve 'kim bilirleri' bir yana koyamamak yorucu bir aktivite. Ama her dostlukta alttan alınılması gereken şeyler olmalı. Evet beni yalnız bırakmıyorsun, sevgili kafamdakiler. Ben de, bu ebedi dostluğunun bedelini, kırlaşacak saçlar ve bitmeyen geceler ile ödüyorum. Ama tüm bu bedhahları üstüne atacak değilim. Buna sebebiyet verenler utansın diyerek tutuklanmaktan kendimi alıkoyuyorum.

İlk denememi kafamdaki sorular ve sorunlar hakkında yazmak istedim. Nedenini ise anlamak çok basit, maalesef. Aynı böyle devrik cümleleri kolayca kurabilmek gibi. Düşünüyorsun ve oluyor. Anlık ve sürekli. Duygular, biz insanların laneti sanırım. Daha az duygusal olmak ister miydim, emin de değilim. Ne istediğini gerçekten bilen insanlara çok imreniyorum. Neyi istemediğini bilenlere daha da imreniyorum. Hayır diyebilmek ya da ne hissettiğini anlayabilmek bir lütuf olmalı. Hitler'e bakın mesela. Düşmanı mutlak bi hedef. Ne istediği açık ve istikrarlı. Sonuç belli ama duygu konusunda nefret, tüm duygularını alt etmiş. Eylemsizliklere mahal yok. Her zaman ileri. Belki de o istediği şey değil de olabileceği en iyi şey oldu. Acaba bir canavar olmak onu mutlu mu etti, yoksa tatmin mi? Eylem için bahane mi gerekiyordu; aynada kendisini görmek yeterli miydi? Sanırım harekete geçmek için bir dış güç gerekli. Aynı eylemsizlik kanununda olduğu gibi. Ben buyum ama hep böyle mi devam edecek yoksa bir şeyler beni harekete geçirmek için doğru zamanı mı bekliyor? Ya da ben bir şeylerin olmasını bekleyerek, beklenti içerisinde bir eylemde miyim? Belki de umutsuz ve bir şeylerde şikayet etmeyi seven biriyimdir. Eğer bu ihtimal doğruysa beni çok üzücek bir gerçek olacak. Ama bir yandan da ne olduğumu sonunda biliyor olmak beni tatmin de edecek. Sanırım ben hayatımın amacını az önce keşfettim. 'Ben gerçekten ne istiyorum?' sorusunu bulduğumda iktidardaki vekillerin çocukları kadar özgür olacağım. Karşımda hiçbir kanun ve etik inanışı olmayacak. İnsan daha ne ister ki?(!)

Hedefine ulaşmak belki de çok iyi bir şey değilir? Özünde, insanın hedefi olması güzeldir belki de. Aynı Büyük İskender'in Dünya'nın sonuna geldiği ve Dünya'nın hakimi olduğunu düşününce ağlaması gibi. Böyle bir hedefe ulaştığını düşününce büyük bir boşluk hissi uyandırmış olmalı. Arayış bitti, uğruna çabaladığım ve beni ben yapan hedefime sonunda ulaştım. Peki ya sonra? Ah İskender! Ağladığın rivayeti ne kadar doğru bilmiyorum ama şov devam etmeli.

Ne istediğini iyi bilmek kısmına gelince de kafamda iki karakter beliriyor. Birinin hedefinin yüzeysel olması, sonucunu da hüsrana sürüklüyor. Bu yüzeyselliğin kurbanı, Dünya'nın en zengin insanı olmak isteyen Kral Midas. Dokunduğu dilediğin gibi altın oldu, Midas. Ama bu lütfun bir lanet olamayacağını göremeyecek kadar yüzeyseldin. Oysa, bir neden sonuç ilişkisi kursaydın belki de daha farklı olurdu. Diğer karakter ise Hitler için tatminat duygusundan mı kaynaklı diye düşündüğüm ve somut örneği olan Oppenheimer. Önündeki hedefe ulaşmaya o kadar odaklandı ki sonuçları göremedi. Kendisinin en iyi yaptığı şeyi yaptı ve olası sonuçları zihninde absorbe etti. Sonunda büyük bir pişmanlık ve anlık tatminler kaldı. Tüm verdiğim senaryoların kötüye çıkıyor oluşu beni pesimist miyim diye sorgulamaya itti, şu an.

Tüm bu arayışı arayış istemi beni Tolstoy'un İnsan Ne İle Yaşar? kitabına götürdü. Ben o kitabı bir distopya olarak tanımlamak istiyorum. Sanırım bu gerçekçi edebiyat akımının bir laneti. ''Ekmek pahalı, emek ucuzdu'' sözleri ile ilişki kurmak işin yıkıcı tarafı. Bu da bana 'Zaten emeğinin karşılığını alamayacaksın. Kendini yormaya gerek var mı?' sorusunu sorgulatıyor. Ama çark dönmeli. Ancak bunu mutsuz ve uykusuz sürdürmek istemiyorum. Evet daha çok çalışıp daha da ilerlemeliyim. Artık yorganın yerini de kur aldı. O yüzden bu ünlü atasözünü 'ayağını kura göre uzat' olarak değiştirmek istiyorum, izninizle.

Son zamanlar bazı güzellemeler görüyorum. İnsanların mutlu olacağını düşündüğü şeyler bile ortak olmaya başladı. Sanırım ortak bir ideal yaşam oluşturduk. Daha ulaşılabilir ve maliyeti fakirlik güzellemesiyle donanmış bir hayat. Sonucunda mutlu olmak varken mutluymuş gibi yapmayı bir seçenek olarak görmeyi reddediyorum. Düzenli bir hayat güzellemesi reddettiğim gibi. Ben beklendik bir hayattan ziyade anı yaşayıp sonuçların beni mutlu etmesini istiyorum. İşin ironik kısmı ise bunu evin salonundan yazıp güzel ve beklenmediğin beni bulmasını beklemek. Belki de eylemsizlik size sıradan, mutluymuşçasına bir hayat sunarken; eylemler sizi hayalini bile kuramayacağınız bir mutluluk getirecektir. Ben bu yazıyı editöre göndererek ilk adımımı atıp kendimi komfor alanımdan dışarı çıkaracağım. Umarım herkes hakkettiği gibi bir hayat yaşar. Yüreğinizdekilerin sizi en iyi şekilde bulması dileğiyle.