Kan Kardeşler

Willy Russell - Kan Kardeşler Müzikali

Tesadüflere inanır mısınız? Peki ya aile üyeleri arasındaki kan çekimine?

İngiliz oyun yazarı Willy Russell’ın kaleme aldığı “Blood Brothers”, "Kan Kardeşler" adlı müzikal tam olarak bu bağı seyirciye aktarıyor. Yoksul bir annenin, çocuğu olmayan ancak oldukça iyi gelirli bir aileye ikiz bebeklerinden birini vermesiyle başlayan, birçok sınıfsal eleştiriyi içeren oldukça etkileyici bir müzikal.

Oyun 1960’larda geçiyor. Dans etmekten hoşlanan ve zamanında çok güzel bir genç kız olan Mrs. Johnstone’un bir adama âşık olması, ardından peş peşe birçok çocuk doğurup onlara bakamayacak hale gelmesiyle her şey başlıyor. Başlarda Marilyn Monroe gibi olan, ancak doğumların vücudunda bıraktığı etkiler nedeniyle yaşlanan, çirkinleşen ve kilo alan bu genç kadın, kocası tarafından “daha güzel, daha genç” bir kadın için terk ediliyor. Ardından hayat mücadelesi başlıyor ve çocuklarla başa çıkmakta zorlanıyor. Eski kocası onu terk etmeden önce bir kere daha hamile bırakıyor ve sonunda hikâyemizin baş kahramanı olacak ikizler ana rahmine düşüyor.

Mrs. Johnstone hamileyken oldukça zengin ve kültürlü bir aile olan Lyons ailesinin evinde temizlikçi olarak çalışıyor. Lyons ailesinin en büyük arzusu, kocaman evlerini kendilerine ait birçok çocukla doldurmaktır; ancak çocukları olmuyordur. Mrs. Lyons, kocasının 9 aylık gezisini fırsat bilerek temizlikçisinin ikiz çocuklarından birini kendilerine almayı düşünmeye başlıyor ve bu durumu Mrs. Johnstone ile bir pazarlık sonucunda neticelendiriyor.

Ancak hikâye yalnızca kardeşlerden ibaret olmadığı için oyun yazarı, bize günlük hayatta sıkça karşılaştığımız batıl inançların nasıl gerçekleştiğini ve bunun kültür üzerindeki etkisini de gösteriyor. Mrs. Lyons, kendisine aldığı oldukça pahalı ve güzel ayakkabıları masanın üzerine koyduğunda, Mrs. Johnstone ayakkabıyı kesinlikle masanın üzerine koymaması gerektiğini, bunun büyük uğursuzluk getireceğini söyleyip yakınmaya başlıyor. Batıl inançlara inanmayan Mrs. Lyons, bu duruma gülüp geçiyor. Ancak olaylar geliştikçe, hafife aldığı batıl inançlara zamanla inanmaya başlıyor.

Hayat da böyle değil midir? Belirli aileler ve belirli kültürel sınıflar daha fazla batıl inanca sahipken, eğitimli ve kültürlü insanların bu inançlara daha az itibar etme olasılığı vardır. Onlar bu inançlara batıl inanç demek yerine farklı isimler bulurlar; “manifest”, “çekim yasası”, korunma için nazar boncuğu, “dolunayda yeni bir şeye başlamama” gibi. Batıl inançların bile bir sınıfı olduğundan bahsedebilir miyiz bu durumda? Toplum, sınıflandırmaya ne kadar müsait ve ne kadar istekli. Düşünme ihtimalimizin olduğu konularda bile ne kadar ayrışmacı tutum sergiliyoruz.

Müzikalin devamında, ikiz erkek bebekler dünyaya gelir ve Mrs. Lyons bir tanesini alır. Birinin adı Edward (kısaca Eddie), diğerinin adı ise Mickey olur. Çocuğunu kaybetmekten korkan Mrs. Lyons, hemen genç anneyi işten çıkararak çocuğunu koruma altına alır ve çocuğu büyüdüğünde, yaşadıkları mahallenin alt kısımlarına gitmeyi yasaklar. Oğlunu kibar, centilmen, anlayışlı, düşünceli ve eğitimli biri olarak yetiştirir. Ancak zaman geçtikçe oğlunu dizginleyememeye başlar ve oğlu, bir şekilde hiç tanımadığı ikizi ile arkadaş olur. Bu iki kardeş, birbirlerine derinden bir sevgi ve bağlılık ile arkadaş olurlar; hatta bir süre sonra kanlarını birleştirip “kan kardeş” olurlar. Anneleri yasaklasa da, herkes onlara engel olmaya çalışsa da, taşınsalar da bir şekilde tekrar bir araya gelmeyi başarırlar. Hatta arkadaşlıkları ve kardeşlikleri, yalnızca eşyalar ve anılarla kalmaz; kalplerinin aşk ile attığı kişi bile ortak birine, Linda’ya yönelir.

Oğlunu kaybetmekten korkan, bu gerçeğin ortaya çıkacağını düşünmekten delirmenin eşiğine gelen Mrs. Lyons, yepyeni, kocaman ve şehirden uzakta bir ev tutsa da, kaderin bir cilvesi olarak bir süre sonra Mrs. Johnstone da parasını biriktirip onların oturduğu yere oldukça yakın bir yerden ev alır. Tamamen ayrı kaldıklarında, habersiz haftalar geçirdiklerinde bile hayat, onları bir araya getirecek çeşitli olasılıklar yaratır. Edward yatılı okula başladığında, Mickey otobüsle gidip gelirken, tatillerde ya da okuldan uzaklaştırıldıklarında karşılaşmaları için her şey birbiriyle hareket etmeye başlar ve çocuklar tekrar karşılaşır.

Ergenlik çağının getirdiği hormonlarla iki genç de çirkinleşmeye ve asileşmeye başlar. Linda ise güzelleşir ve Mickey’e duyduğu derin hislerle aşk yaşamayı ister. Fakat genç kız, her ne kadar belli etmese de Edward’a karşı gizli hisler besler ve her iki genci de yanında ister.

Ancak kader, Edward’ın üniversiteye gitmesiyle, Mickey’nin her gün saatlerce fabrikada mesai yapıp gençliğini unutmasıyla işleri tekrar karıştırır. Edward, kendi çevresinden insanlarla partilerde eğlenirken, Linda hamile kalıp Mickey ile evlenir ve geçim derdine düşer. Mickey, mutsuzluk ve çalışmanın verdiği yorgunlukla ne yapacağını bilemez hale gelir. Fabrikadan kovulup işsizlik maaşına bel bağlamak zorunda kaldığında ise durumu daha da kötüleşir.

Bu noktada, işsizlik maaşı almak için sırada bekleyen insanları gösteren bir sahne sergilenir. İnsanlar, işsizlik maaşının ne kadar rahat olduğunu ve eski hayatlarına dönemedikleri için o kadar da mutsuz olmadıklarını dile getirirler. Bu sahne, günümüz hayatına ne kadar da benziyor, değil mi? İşsizlik artıyor, birçok şirket sessizce işten çıkarmalar yapıyor. İnsanlar eskisi kadar çalışmak istemiyor; iş yerleri ise zor çalışma koşulları ve düşük maaşlar sunuyor. 1960’ta yazılmış bu eser, günümüzle ne kadar çok ortak payda taşıyor. Bu kadar yılda teknoloji bu kadar ilerlerken, insanların gelişimi neden aynı hızda ilerlememiş?

Hikâyenin devamında Noel tatili gelir, Edward geri döner ve Mickey ile Linda’nın evlenip çocuk sahibi olduklarını ve parasız kaldıklarını öğrenir. Dünyası yıkılır, ancak süreci kabullenir. Devamında Mickey’nin abisi Sammy, bir soygun planı ile gelir ve Mickey’i de ikna eder. Ancak plan ters gider, Sammy birini öldürür ve Mickey suçlanarak 8 yıl hapis cezası alır.

Mickey, hapishanede depresyona girer ve ağır depresyon ilaçları alır. Hayat dolu, duygusal Mickey gider, yerine duygusuz ve ilaç bağımlısı biri gelir. Ancak iyi hâl nedeniyle erken tahliye olur ve eve döner. Linda, yeniden başlamak umuduyla Edward’dan para alır, fakat Mickey ilaçları bırakamaz ve iyice saplantılı hale gelir. Bunun üzerine Linda dayanamayıp Edward’a gider. Hislerini paylaştıkları sırada Mrs. Lyons bu duruma şahit olur ve olayı oğluna şikâyet eder. Mickey, Edward ve Linda’yı öldürmeye karar verir.

Silahını alıp Edward’ın yanına gider. Tam bu sırada annesi, oğullarının ikiz olduğunu açıklar. Ancak Mickey çoktan silahı ateşlemiş ve Edward ölmüştür. Aynı anda polis de Mickey’i vurarak öldürür.

İki kardeş, dünyaya aynı anda ve aynı yerde geldikleri gibi, yine aynı şekilde ve aynı yerde hayatlarını kaybederler.

Bu müzikali bu kadar etkileyici yapan şey, bence kurgunun son derece ustaca tasarlanmış olması. Şu anda tanımadığımız, ancak ileride çok yakın bir bağ kuracağımız insanlarla aynı ortamlarda bulunuyor olabiliriz, ama bu durumu daha da derinleştiren şey, iki kardeşin hayatlarının her döneminde aynı şehirlerde, aynı semtlerde ve aynı yerlerde yollarının kesişmesi. Bu oldukça garip değil mi?

Bazı inanışlara göre, insanlar tanıştıkları kişilerle bileklerinden kırmızı iplerle bağlı doğarlar. Bu ipler, ne olursa olsun kopmaz ya da yok olmaz. Zamanla uzayabilir, kısalabilir veya düğümlenebilir, ama asla kopmaz. Bu hikaye de belki böyle bir bağlantıyı simgeliyor olabilir.