Kant'ın Felsefesinde Yargılar
Hayal gücünün özgürlüğü ile kavramanın düzeni birleştiğinde, estetik yargılar ruhumuzun derinliklerinde yankılanır.
Heyecan, doğanın en derin nefesinde yankılanan bir tınıdır aslında. Bir uçurumun tepe noktasına çıktığımızda, ucu bucağı gözükmeyen sisli manzara, ruhumuzu ve düşüncelerimizi bambaşka yerlere alıp götürür. Kimini özgür hissettirir, kimini ise tutsak. Bu hissiyatın bize verdiği yoğunlukla başa çıkmaya çabalar aklımız. Heyecanımız, kalbimizi durdurmaya yakınken bu kuvvetli his dalgalarıyla başa çıkmak oldukça zordur. Peki, bu baş döndürücü manzara güzel gelir mi her insana? Bir şeyin güzel olduğuna nasıl karar veririz? İşte Immanuel Kant, derin düşünceleriyle bu sorulara cevap aramıştır ve tüm bu düşünce zincirine kendi yorumunu getirerek bu konuda öncü bir rol üstlenmiştir. O zaman, bir an duralım ve bu yoğun düşünce akışını Kant’ın ilkeleriyle beraber sorgulayalım.
Duyulara Dayalı Yargı
Duyulara dayalı yargı, adı üstünde duyusal deneyimlerle ortaya çıkar. Nedir bu duyusal deneyimler? Bu deneyimler, fiziksel dünya ile etkileşim gerektiren her türlü eylemi içerir. Huzurlu bir gün batımında gökyüzünün turuncu ve pembe tonlarına bakmak, evde bütün işlerimizi hallettikten sonra koltuğa uzanıp keyif yapacakken yağan yağmur damlalarının pencereye vurma sesini dinlemek, yorucu bir günün ardından dinlenmek için yatağa yattığımızda yumuşacık bir battaniyeye sarılmak, tam da enerjiye ihtiyacımız varken yediğimiz çikolatanın ağızda erirken bıraktığı tatlı hissiyat ve fırından yeni çıkmış bol çikolatalı kurabiyenin kokusunu almak fiziksel deneyimlere örnek olabilir. Bu gibi deneyimler, bazı duyusal yargılar ortaya koymamıza sebep olur. Her insan bir durumu farklı şekillerde deneyimleyebileceğinden dolayı bu deneyimler özneldir ve evrensellik beklenemez.
Ahlaki ve Mantıksal Yargı
Hem ahlak hem de mantık keskin ve net anlayışlar içerir. Nesneldirler ve evrensel ilkelere dayanırlar. Yani, bu ilkeler çoğunluğun kabul ettiği normlara dayalıdır. Ahlaki açıdan adalet ve eşitlik, zarar vermeme ve dürüstlük genel ilkelerdir. Adalet ve eşitlik adına bir örnek olarak, bir okulda burs verilirken yalnızca ayrıcalıklı bir kesimin başvurularının kabul edildiği ve diğer çocukların tamamen reddedildiği bir sistem, ahlaki bir adalet anlayışına ters düşer. Bursun ihtiyaca göre eşit bir şekilde dağıtılması ve hiçbir grubun ayrımcılığa uğramaması eşitlik ve adalet ilkesi tarafından gerçekleştirilir.
Zarar vermeme ilkesine hem fiziksel hem de psikolojik açıdan yaklaşımda bulunabiliriz. Bir iş yerinde bir çalışanın, başka bir çalışan hakkında yanlış bilgi yayması ve bu yüzden o kişinin işten çıkarılmasına neden olması, zarar vermeme ilkesine aykırıdır. Bu durumda, yanlış bilgi yaymak hem o kişinin mesleki kariyerine hem de ruhsal sağlığına zarar verir. Ahlaki açıdan doğru olan ise yanlış bilgiden kaçınmak ve kimse hakkında konuşmayıp kendi hayatına odaklanarak başkalarının zarar görmesini engellemektir.
Son olarak dürüstlük ilkesine örnek verelim. Bir satıcının, sattığı bir ürünün kalitesini olduğundan daha iyi göstererek müşteriyi yanıltması da dürüstlük ilkesine aykırıdır. Dürüst bir davranış sergileyen satıcı, ürünün gerçek özelliklerini olduğu gibi ifade ederek müşterinin gerçekçi bir değerlendirme ve tercih yapmasını sağlar. Örneklerde olduğu gibi, bu ilkelere dayanarak olaylar karşısında düşüncelerimizde bir takım ahlaki ve mantıksal yargılar oluştururuz.
Estetik Yargılar
Bir de Immanuel Kant’ın bu iki yargı türünden de farklı gördüğü ‘Estetik Yargılar (Judgement of Aesthetics)’ vardır. Bu yargılar, Kant’a göre ne duyusal hazlara ne de belirleyici kurallara dayanır. Daha çok yansıtıcıdırlar. Yani insanın bilişsel yetilerinin etkileşime girmesiyle ortaya çıkan sonuçtan haz alması durumu bizim estetik yargılarımızı oluşturur. Bu bilişsel yetiler nelerdir?
En önemli iki bilişsel yetiden birisi hayal gücü (imagination) ya da hayal etmedir. Hayal gücümüz, nesnelerin —görünüş ya da idealar da dediğimiz— zihinsel temsillerini üretirler. Diğer bilişsel yetimiz olan kavrama(understanding) ise hayal gücümüzle etkileşime girerek zihnimizde oluşturduğumuz temsilleri kavramlar haline organize eder. Immanuel Kant’a göre bu iş birliği ile, yukarıda belirttiğimiz gibi, estetik yargılarımız ortaya çıkar.
Kant’ın derin düşünce sisteminde duyulara dayalı yargıların ve ahlaki-mantıksal yargıların nelere dayandığını öğrenirken, bu iki yargının estetik yargılar ile farkını temel bir şekilde inceledik. Bu felsefi yolculuk burada bitmeyecek. Sonraki yazımda estetik yargıların derinlerine inerek ‘güzel’ ve ‘yüce’ kavramlarını inceleyeceğiz. Estetik yargılar hakkında bakış açınızı genişletmek için bir sonraki yazıma beklerim!