Kant'ın Felsefesinde Yargılar: Güzel ve Yüce
Doğanın güzelliklerinde huzuru, yüceliğinde ise hayranlık ve korkuyu hissedin.
Estetik deneyimlerimizin derinliklerinde yatan "güzel" ve "yüce" kavramları, Immanuel Kant’ın felsefi düşüncesinde hayal gücü ile kavrama yetilerimizin etkileşimi üzerinden açıklanır. Bu yazıda, güzel ve yücenin ne anlama geldiğini, bu iki kavramın zihnimizdeki dinamiklerini ve doğayla olan ilişkilerini birlikte keşfedeceğiz.
Bir şeyin yüce ya da güzel olduğuna bilişsel yetilerimizin işbirliği sonucunda karar veririz. Yani güzel ve yücenin her ikisi de kavrama ve hayal gücünün birbirleriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan yargılardan oluşur. Öncelikle Kant’a göre bir objeyi güzel olarak nasıl algılarız bundan bahsedelim.
Güzelin Evrensel Doğası
Hayal gücü ve kavramanın uyum içinde eşleştiği durumlarda güzel olan ortaya çıkar. Güzel olanın hiçbir çıkar ya da fayda gözetmeksizin insan beyninde hoş bir etki bırakması beklenir. Yani hiçbir kişisel fayda sağlamadan insanda tamamen zevk duygusu yaratır. Örnek olarak cıvıl cıvıl, renkli bir çiçek gördüğümüzde hayal gücümüz bunun hakkında temsilleri rahatlıkla üretebilir ve kavrama yetimiz bu temsilleri düzen ya da simetri gibi birçok ölçütle uyumlu bulur. İşte bu durum o çiçeği güzel olarak algılayabilmemizi sağlar.
Kant için güzellik yargısı öznel de olsa evrensel geçerliliğinin olması gerekir. Mesela bir çiçeği güzel olarak kabul ettiğimizde illaki bir grup insan tarafından da beğenileceğini düşünürüz. Bunun sebeplerinden biri ortak insan duyularıdır (Sensus Communis). Immanuel Kant her insanın aynı bilişsel yetilere sahip olduğunu düşünür. Tüm insanlığın zekâsı, imgelem ve kavrama yeteneğine sahip olduğu için güzel olan herkes için bir haz yaratabilir. Buna sanat eserlerini bazı insanların ortak olarak beğenmelerini örnek gösterebiliriz.
Yücenin Çatışması
Peki, bilişsel yetilerimiz uyum içinde olmazsa ne olur? İşte o zaman devreye yüce kavramı girer. Yüce (Sublime) dediğimiz şey aslında hayal gücümüz ve kavrama yetilerimiz arasındaki çatışmanın sonucundan aldığımız hazdır ama buradaki hisler güzelde olduğu gibi sadece hazdan ibaret değildir. Aynı zamanda da acı içerir. Örnek verecek olursak devasa dağların zirvelerini ele alalım. Kendimizi Everest Tepesi’nde hayal edelim. Öncelikle hayal gücümüz dağın yüksekliğini tam olarak algılamakta yetersiz kalır. Bu görkem, zihinsel imgelemedeki yetersizlik ve olası tehlikeler insanda korku hissiyatını uyandırır. Aynı zamanda bu dağın insanlar tarafından ölçülmüş olduğunu ve sınırlı olduğunu biliriz. Bu bilgiyle dağın büyüklüğünün sonsuz olmadığını ve bu büyüklüğü zihinsel olarak kavrayabildiğimizi anlarız. Bu farkındalıkla zihnin kontrol edebilme yeteneğinin yarattığı üstünlüğü hissederiz. Korku ve haz hissiyatlarının karışımının yarattığı estetiği ise yüce yani ‘sublime’ olarak tanımlarız.
Immanuel Kant’ın estetik felsefesi, ‘güzel’ ve ‘yüce’ kavramı insanın evreni algılama biçimini derinlemesine sorgular. Güzel, hayal gücünün ve kavramanın ahenk içinde çalışmasını, iç huzuru ve keyfi temsil ederken, yüce iki bilişsel yetinin çatışmasını, bu çatışmanın getirdiği hayranlık ve ürpertiyi temsil eder. Doğa ve zihin, bu estetik dansın sahnesinde buluşur ve biz, o sahnede hayranlıkla izleyen yolcular olarak hayatımıza devam ederiz.