Kapitalizmin Köleleri
Neoliberalizmin etkileri, sistemsel dengesizlikleri ve bireylerin başarısızlık durumunda kendilerini suçlama eğilimleri inceleniyor.
“Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından kendini sorumlu tutar ve utanç duyar. Neoliberal rejimin kendine has zekâsı burada kendini gösterir. Sisteme karşı direnişe izin vermez. Buna karşılık yabancı bir gücün sömürüsünün söz konusu olduğu rejimlerde sömürülenlerin dayanışma içine girerek birlikte sömürücülere karşı ayaklanmaları mümkündür… Neoliberal öz-sömürü rejimindeyse insan öfkesini daha ziyade kendine yöneltir. İnsanın kendine yönelttiği bu saldırganlık sömürüleni devrimci değil depresif yapar.”
Neoliberalizm serbest piyasa prensiplerine tutunan, neoliberalizm eleştirmenlerine göre piyasa aklını toplumsallaştıran bir politikadır. Devlet müdahalesinin azalmasını savunduğu için özgürlükçü görülen neoliberalizm, gelir ve servetin azınlığın elinde yoğunlaşmasına yol açması nedeniyle bolca eleştirilir. Çünkü bu rejim özgürlüğü bir sömürü mekanizması hâline getiriyor.
Sadece şahısların kendi bireysel çıkarlarını korumaya yönelik bu düzende zannedilenin aksine insan belirli bir yaşam normuna sıkıştırılıyor. Çalışan haklarının gittikçe değersizleşmesi emekçiler arasında bir korku ortamı yaratmakta. Bu sistemde sosyal ilişkiler bile rekabet anlayışına göre şekilleniyor.
Rekabetçi piyasa şartlarında ‘‘kapitalizmin kölesi’’ sıfadı insanlara kolayca atfedilebilmektedir. Daha çok çalışan insanların daha az gelir elde eder olması, gelir eşitsizliği, ekonomik dengesizlik gibi etmenler neden insanların ‘‘modern köle’’ olarak görüldüğünün bir göstergesi.
Bunu belki de gerçek manada kölelikle bağdaştırmak yanlış, ikisi de sömürü kaynaklı olsa da aralarında çok fazla farklı element söz konusu. Ancak ikisi arasında ilişki kurabileceğimiz bir nokta daha var. ‘‘Bir kölenin en büyük hayali özgür olmak değil, bir köleye sahip olmaktır.’’ sözünü duymuşsunuzdur. Arno Gruen ise şöyle diyor: ‘‘Kendi kurban durumunda oluşumuzun inkârı, bunun kendi kurban durumunda oluşumuz karşısında nefret duymamıza yol açması ve başkalarını kurban durumuna sokma eğilimi…’’ Düşünün ki, bir insanın zenginleşmesi birden çok insanın fakirleşmesi demek ve buna rağmen rekabetin ve neoliberalizmin güzellemesi yapılıyor. Bu düşünce yapısını gördüğümüz bir rejimin özgürlük, fırsatlarla dolu bir anlayış içermesi bence mümkün değil.
Yine de bu durumu içselleştirip içselleştirmemek köleliğin niteliğini değiştiren bir faktör olabilir. Birilerinin zenginleştikçe kalanların fakirleştirildiği bu sistemde daha çok fakir - daha az zengin anlayışına karşı çıkmak yerine o nadir zenginlerden biri olmayı isteyen bireyler sistemin gerçek köleleridir. Sistemin, toplumdaki bazı kesimlerin kırılganlığının, halkın çıkarlarını gözetmeyecek kar odaklı şirketlerin farkında olan; bu düzenin değişmesini isteyen biri neoliberalizmin hâlen kölesi konumundadır fakat en azından dönmekten memnun olan bir çark dişlisi değildir. Aksi durumda ise birey kendi oyununda rekabet ve başarı isteğinin etrafında döner, kendilik kaygısı oluşturur.
Neoliberalizm insanlara bir umut ışığı gibi rekabet edenin, daha fazla mesai harcayanın başarılı olacağı fikrini de aşılamıştır. Ancak bu rejimde bireylerin gönüllü bir şekilde çalıştıkları, sisteme katkıda bulundukları esas alınır. Bu uzaktan bakıldığında gerçektir, kimse başkasına çalışıp para kazanması için elle tutulur bir baskıda bulunmaz. Gerçekte ise birey bu sisteme tek başına karşı çıkarsa aç kalacağının farkındadır. Oysa bu düzende önemli olan daha çalışkan ya da daha yetenekli olmak değil, sistemin işleyişine ayak uydurabilmektir.
Bireyin seçim yaptığı düşünülür, düzene uyan bir işte çalışmamayı sen seçtin.
Bu gönüllülük psikolojisi, olası bir başarısızlığın sorumlusunun direkt olarak birey olarak görülmesine sebebiyet veriyor. Çünkü en başta bahsettiğimiz köle, kendini sistem baskısı altında hissetmiyor ve neoliberalizmin iş birlikçisi hâline geliyor. Başarılı olmaya çalışırken tükenen kişiler, başarısızlıklarının sorumlusu olarak gösterebilecekleri bir neden bulamıyorlar.
Bireyin suçlanmasının arkasındaki bir diğer etmen rekabettir. Rekabet sadece kurumlar ve şirketler arasında değil, kişiler arasında da kendini gösterir. Düzenden faydalanabilen şanslı insanlar örnek gösterilir, çünkü başkası yapabilmişken çoğunlukta olan yapamayanlar bu durumu kişisel algılama eğilimi gösterirler.
Neoliberalizm eleştiriye kapalı bir bütünlüktedir, sistemdeki dengesizlikleri yok sayar ve güçsüzlerin arasından yükselen o başarılı kişi olamayanı suçlar. Başarısızlık durumunda birey kendini suçlamadan önce bilinir ki neoliberal politikalar değil, birey söz konusu yükümlü olacaktır.
Bütün bunlar neoliberalizm ve kapitalizmin canlı ve yenilikçi politikalar değil; depresif bireyler yaratan, insanları baskı altında tutan sistemler olduğunu gösterir.