Karanlık: Bir Kısa Hikâye

Düş kırıklığı ve korku

“Kaç kere dedim sana ağabeyini dinleme diye?” dedi kadın, avucunun içini silerken. Evden çıktıklarından bu yana sıkı sıkı tuttuğu küçük oğlu, en sonunda bırakmıştı annesinin elini. Çocuk, terli avcunu gömleğinin içine utanarak siliyordu. Ağabeyinin önceki gece anlattığı uydurma masallar, tertemiz hayal gücünün renkli dünyasında fırtınalar koparıyordu o sırada. “Bir daha cuma günleri geç yatmak yok,” dedi annesi. Başını öne eğmiş, avcundaki ıslak çizgilere bakıyordu, ne kadar silerse silsin kurumamıştı. Bir giriş kapısının önünde bekliyorlardı. Biraz sonra ağabeyi ile babası içeriden çıkıp yanlarına geldiler. Beraber kuyruğa yürürlerken küçük çocuk annesinin eline yapıştı yine. “Ne kadarmış girişi?” diye sordu kadın kocasına. “Çocuklara ücretsiz, bize beş lira,” dedi adam. Sıraya girdikten sonra kadın, “televizyonda gördüm zaten ben, hastaneden kızlar da aşağısı çok rutubetli oluyor dediler,” dedi. “Beş liranın da cimriliğini mi yapacaksın anne,” diye söze karıştı büyük oğlan. “Bir şey desene baba ya.”

Adam oralı olmayıp sokaktan geçenlere dalmış gibi yapıyordu. Sessizlik sürünce oğluna dönüp omuzlarını silkmekle yetindi. Kadın, kocasına yan gözle bakıp tekrar oğluna döndü, aralarındaki rahatsızlık belli oluyordu. “Parayla ilgisi yok oğlum, hem korkarım ben öyle karanlık yerlerden, basar beni,” dedi. Babası gibi etrafı seyreden ufaklık, huzursuzlanır gibi oldu, abisini dürttü. “Çok mu karanlık?” diye sordu.

“Işık var içeride ama yine de karanlıkmış, gözlerin alışmadan her yeri göremezmişsin,” diye cevapladı ve arka cebinden bir kitapçık çıkardı. Kapağında T.C. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yerebatan Sarnıcı Müzesi yazıyordu ve arka kapağında da müzenin bir fotoğrafı vardı. Öyle karanlık gözükmemişti çocuğun korkmuş gözlerine, olduğu yerde sağa sola sallanmayı bıraktı bunu görünce. Ağabeyi sarnıçla ilgili bilgiler sesli okumaya başlamıştı ki birazdan okuduğu şeyler yine kardeşini korkutmak için uydurduğu masallara dönüşecekti. Kardeşinin meraklı gözlerine göz ucuyla bakıp sırıttı ve okuyormuş gibi yapmaya başladı. “Dikkatli olmaya özen gösterin, kolonların etrafında dolaşan balıklar sudan fırlayıp ziyaretçilerin kollarına yapışabilir. Karanlıktan uzak durun, ışıkların altında dolaşın, karanlıkta dolaşan cinlerden, uzun bacaklı örümceklerden ve yarasalardan uzak durun...” devam ediyordu ki babası kitapçığı oğlunun elinden alıp kafasının arkasına hafifçe vurdu. “Korkutma kardeşini eşşek herif, uğraştırma beni,” dedi.

“Ee öyle yazıyor ama ben demiyorum ki!” dedi büyük oğlan. Çocuk annesinin eline asılıp sızlanmaya başladı. Ağabeyi, uslanmayıp kardeşini korkutmaya devam ediyordu. Anneleri, “yeter bak bu ikinci oldu geldik geleli,” dedi, çocuğun elini ısrarcı çekişlerini ve sızlanışını umursamamaya çalışıp. Büyük oğlan, annesini dinlemiyordu, eğlencesinden şu zamana kadar kimse vazgeçirememişti onu. Yeter ve yapma sesleri arasında hiçbir şey değişmeyince sabrı tükenen çocuk, annesinin elini bırakıp, küçük hakaretlerle abisine saldırmaya başladı. Karnına vurup, dizlerine tekme atıyordu. Ufaklığın öfkeli yumrukları işlevsizdi ama ağlarken çıkardığı gürültü kulak tırmalıyordu. Anne, çocuğunu kolundan tutup sıradan çıkardı ve sokağın karşısına geçtiler. Çantasından bir mendil çıkarıp dizlerinin üstüne çöktü ve gözyaşlarını silmeye başladı. “Dinleme şu ağabeyini diye kaç kez diyeceğim? Sen baktıkça daha çok yapıyor. Hem sen niye korkuyorsun yine, ne yaptınız dün akşam?” dedi kızarak. Annesinin tuttuğu mendile burnunu sildi. Ağlamaklı sesiyle, “Sen babamla mutfaktaydın. Bir de bardak kırıldı ama hiç ses çıkarmadan mutfaktan çıktın. Sonra daha yanımıza gelmedin, gidip yattın. Babam da mutfaktan çıkmadı hemen ama o da süpürge açmadı. Sonra da şu pislik kalktı,” ağabeyini gösterdi, “odadan bi’ DVD getirdi. Okuldaki arkadaşından almış; belgeselmiş, gerçek olaymış falan dedi. Ben de merak ettim sesimi çıkarmadım,” diye anlattı. Yutkunmak için durdu, sonra annesinin arkasından geçen seyyar oyuncakçıya dalıverdi. “Ne izlediniz?” diye sordu annesi, içten içe suçlu hissediyordu şimdi. “Gerçekten de belgeseldi anne! Güvenlik kameralarından almışlar abim öyle söyledi. Paranormal bi’ şey bi’ şeydi adı, DVD’nin üstünde okudum, bi’ de çakma DVD’ydi üstüne kalemle yazmışlardı. Film olsa öyle olmazdı değil mi?” anlatırken annesi çantasından bir paket bisküvi çıkarıp içinden bir tanesini oğluna uzattı. “Abime de verecek misin? Sakla görmesin bak, şişko zaten,” dedi gülerek, ağlamasından geriye kırmızı yanakları kalmıştı sadece. “Düzgün konuş ağabeyinle,” dedi kadın sırıtarak. “Terbiyesiz çocuk,” diyip kızar gibi yaptı, sonra yanağından öptü. Bisküvisini kemirirken anlatmaya devam etti oğlu. “Neyse işte, bi’ evde güvenlik kameraları var, geceleri kapı falan sallanıyo’ kendi kendine, evde cin varmış. Adamın karısının içine giriyo’, bacağından tutup çekiyo’ falan, anne vallahi bak, gerçekti. Abim anlattı hepsini, sonra internette gazeteden de okudu. Yine bana göstermedi okudğunu ama gerçek gibiydi.”

“Kandırıyor seni işte,” dedi annesi. “Korkunçsa niye gidip yatmadın hemen?” Çocuk bir bisküvi daha alıp devam etti. “Zaten korkmuştum. Okuldan geldiğimde yine salondan çat çut sesler geliyordu. Akşam da mutfaktan çıktığında yanımıza gelmedin, benimle uyusana diyecektim.”

“Sen sabaha kadar uyumadın mı?” diye sordu annesi.

“Yok, gökyüzü azıcık aydınlanınca uykum geliyor,” annesi gözlerini belerterek baktı. “N’apayım korkuyorum işte. Hem sen karanlıktan korkunca bana şu tavşan fıkrasını anlatıyosun ya,” yutkundu. “Hiç korkmuyorum o zaman, gözlerimi kapatınca tavşan zıplaya zıplaya dişçiden havuç istiyor.” Güldü.

“İkinci sınıfa geldin artık ama büyüdün,” dedi annesi.

“Hep çatırtılar geliyor evin bir yerlerinden,” diye devam etti çocuk, annesinin lafına aldırmayıp. “Bardak kırıldığında da korktum çünkü siz kırmadınız. Siz kırsanız, kaza olsa hemen temizlerdiniz. Siz duymadınız ben duydum.” Bardak meselesinden bahsedince kadının suçluluk duygusu içini kemirmeye başladı. Çocuğunun karşısında içine kapandı. Her gece o mutfak masasında fısıltılı tartışmaları düşündü. Para, iş, kumara yitip giden, hiçbir işe yaramayan bir adam ve didişip duran iki çocuk. Her akşam aynı konu. Bir de bunun üzerine öğretmenin önerdiği hafta sonu gezileri, okulun dışında da eğitim, öğretmenden önce ebeveyn, bir sürü uğraş. Daha ay başına bir hafta var. Bunca şeyin arasında kırılan bir bardak sadece. Çocuklara yansıtmayacaktık hani? Sadece bardak kırıldı diye bir şey anlamaz ama nasıl korkmuş benim kuşum, ben o DVD’lere ne yapacağımı biliyorum ama.

“Sonra babam salona giderken yanlışlıkla koridorun ışığını kapadı. Abim gülmesin diye sesimi çıkarmadım,” bir anlığına annesinin dalgın gözlerine baktı. “Sonra ne oldu sence?”

“Ne oldu?” dedi annesi, gözlerindeki bulut dağılırken. Çocuk fırsattan istifade bir bisküvi daha aldı. Dolu ağzıyla, “çişim geldi! Sonra da filmin sonuna kadar oturmak zorunda kaldım çünkü o pislik, ışığı yakmaya gitmedi!” dedi.

“Ee, koridorun ışığı yanıyordu ben yattığımda,” dedi anne, söylediğinin bir hata olduğunu anlayamadı. Çocuk, sinir olmuş, annesine dik dik bakıyordu. “N’oldu?” diye sordu anne. Çocuk bir süre baktıktan sonra sakinleşti ve ağabeyiyle babasına çevirdi gözlerini, “bak, kapıya gelmişler,” dedi. Çocuk kalktı, annesi diretse de cevap vermedi. Derin bir iç çekti kadın, peşinden o da kalktı ve yanlarına gittiler. Vardıklarında ilk iş ağabeyine, “yalancısın,” dedi çocuk. Hiç geri adım atmayan ağabeyi, “girince görürsün,” diye yanıtladı. Ufaklık dilini gösterip, “biz annemle bisküvi yedik, sana da hiç bırakmadık,” dedi. “Korkmuyorum da artık, istediğin kadar uğraş dur. Değil mi anne?”

“Hah! Biz de babamla köşedeki hamburgerciden yiyecektik,” dedi ağabeyi. “Tabii sen doymuşsundur şimdi yiyemezsin o yüzden.”

Hamburgeri duyunca gözleri büyüdü ama gardını indirmemeye çalıştı. “Ben zaten hamburger sevmem ki!” dese de kimsenin buna inanmadığını biliyordu.

“Babası, şu çocuklarına bir şey söyle artık,” diye araya girdi kadın, kocasına yalvaran gözlerle bakarak.

“Buradan çıkınca hep beraber yeriz, güzel olmaz mı?” dedi baba, sakin sesiyle ortamın yumuşayacağını sanıyordu.

“Sence tek mesele bu mu?” dedi kadın hayretle. “Sabahtan beri korkudan olduğu yerde terliyor bu çocuk ve sen sadece hamburgere mi takıldın?” kocasına hiç tahammülü yoktu.

“Sen bi’ sakin olsana,” dedi adam.

“Mıy mıy konuşma benimle! Cebindeki son elli lirayla sen sakin ol olabiliyorsan,” diye kocasını kışkırtmaya çalıştı kadın. “Tabii onunla da bugün bahis oynamadıysan.”

Büyük oğlan ikisinin arasına girdi, “abartıyor işte anne, ödlek benim kardeşim,” dedi.

“Kardeşini rahat bırak sen de,” dedi anne. Çocuğuna dönüp, “tut ağabeyinin elini bakayım,” zorla ikisinin ellerini birbirine kavuşturdu. “Bakın herkes bizi bekliyor. Girin siz, ben sizi burada bekleyeceğim tamam mı?”

“Ne?” dedi ufaklık şaşkınlıkla. “Gelmeyecek misin?” ağabeyinin elini bırakıp annesininkine sarıldı ve çekiştirmeye başladı. Kadın bıkkınlıkla kocasına bakıyordu. Adam yere çöküp, “oğlum annen havadan rahatsız oluyor, zaten yorgunmuş. Hadi gel gidelim bak herkes bizi bekliyor,” dedi.

“Yalancısınız, abim dedi cimrisiniz diye, hep diyor zaten,” diye çıkıştı. “Dün baktım sözlükten ne demek diye,” annesinin elini bırakıp elini cebine attı, biraz madeni para çıkarıp, “burada yedi lira var, okulda acıkmayınca harcamıyorum. Ben cimri değilim, bizim paramız olsun, olmaz mı?” dedi gözleri dolarak. Arkalarında sıra bekleyen yaşlı bir çift olaya dahil olmak için yaklaştılar. Kadın, annenin omzuna elini atıp, “canım benim, biz yardımcı olalım size,” dedi. Son beş dakikadır ağzını açmayan annenin sabrı kalmamıştı artık. Nazik davranmaya çalışıp yaşlı kadına teşekkür etti, küçük oğluna döndü. “Bak, herkes bize bakıyor, n’olur yorma beni daha fazla,” dedi. Buğulu gözlerle annesine bakarken, baba lafa karıştı. “Çocuk seni istiyor, benim yerime sen girsene,” dedi.

“Bir kere de babalığını yap,” dedi kadın dişlerini göstererek. Büyük oğlan, kardeşini omuzlarından tutup iterek kapıdan içeri sokmaya çalıştı.

“Anne gel işte, bak paramız var,” diye bağırdı çocuk annesine, turnikelerden geçerken. Kadının o anda gözleri doldu, kocasına sırtını dönüp sıradan çıktı. Çocukların peşinden babaları geldi, bir kişilik bilet kestirip merdivenlerden indiler.

İndiklerini gören anne derin bir nefes aldı ama gözyaşlarını tutamadı, sokağın karşısına geçip ağlamaya başladı. Ne kadar iç çekerse çeksin ruhu rahatlamıyordu. Hemen yanında bir grup genç, sohbet edip sigara içiyorlardı. Gözyaşlarını sildi, yanlarına gitti. Bir dal sigara rica ettiyse de kimse vermeye gönüllü olmadı. Gençlerin biraz ilerisinde bir büfe vardı. Kadın bir ileri bir geri gittikten sonra sigara almaya karar verdi. Büfenin önüne geldi. “Bana bi’ kısa L&M versene,” dedi ve bir çakmak aldı. “Yedi lira,” dedi büfeci. Kadın cüzdanını çıkardı, yıpranmış bir on lira, kredi kartları, akbil ve birkaç bozuklukla bir süre bakıştı. Büfeci tekrardan, “yedi lira,” dediğinde hiç düşünmeden parayı verdi. Sigarasını alıp müzenin girişine buğulu gözlerle bakmaya başladı ve bir sigara yaktı.

“Baba, lütfen oradan gitmeyelim çok karanlık,” diye yalvarıyordu çocuk, sarnıcın uzandığı çarşıya doğru yürürlerken.

“Oğlum, hemen ilerisi aydınlık bak. Hem biz buradayız,” diye sakinleştirmeye çalışıyordu oğlunu babası ama olduğu yerde donup kalmıştı çocuk, hemen yanında kocaman balıklar, ona kan emici dişlerini gösteriyorlardı.

“Annene götüreyim mi seni?” diye sordu baba. Çocuk hayır şeklinde kafasını sallayıp ağır adımlarla karanlığa doğru yürümeye çalıştı ama olmuyordu. “Sırtıma alayım mı?” diye sorduğunda çocuk kollarını açtı. Babası arkasını döndü, yere çöktü, “sarıl bakayım boynuma,” dedi. Şimdi emin adımlarla karanlığın içine doğru yürüyorlardı ve babasına yakın olduğu için kendini bir nebze güvende hissediyordu. Ancak bu çok uzun sürmedi. Balıklardan biri suyu etrafa sıçratınca hemen oraya çevirdi kafasını çocuk, dalgalanan suyun tavanda yaptığı yansımayı vampir yarasalar ve örümceklere benzetti. İstemeden babasının boynunu sıktı, bacakların sallayarak inmeye çalıştı ve yine gitmek için yalvarmaya başladı. Bu sırada ağabeyi arkalarından sinsice yürüyordu. Kendini fark ettirmeden kardeşine yaklaştı ve arkasından abuk sabuk bir şeyler fısıldadı. Dediklerinin anlamının hiçbir önemi yoktu çünkü sadece fısıltı bile kardeşini korkudan çıldırtmaya yetmişti. Babasını iyice çekiştirmeye, tepinmeye başladı ve en sonunda kurtulup sağ omzunun üzerine düştü. Ağabeyi kahkahalara boğularak gülerken kardeşi hem zar zor gördüğünden hem de omzunun acısından hıçkırıklara boğulmuş ağlıyordu. Baba, büyük oğluna sert bir bakış attı, “kapa çeneni, bekle burada,” dedi. Ufaklığı yerden kaldırıp kucağına aldı ve girişe götürdü. Öfkeyle yürürken ağzının içinden küfürler saydırıyordu. Yukarı çıktıklarında karısı ile göz göze geldiler. Kadın, sigarasının yarısındaydı ve daha yeni bir duman çekmişti. Hemen arkasını dönüp üfleyerek dumanı dağıtmaya çalıştı ve sigarasını yerde söndürdü. Kocası gelir gelmez çocuğunu kucağından alıp sarıldı, öptü ve yere indirdi. Üstü başı toz içindeydi.

“Özür dilerim yavru kuşum benim, seninle gelmeliydim,” dedi. “Nereni vurdun söyle bakayım,” endişeli gözlerle çocuğuna bakıyordu. Ağlaması durmuştu ufaklığın, konuşmuyordu. Annesi, çocuğunun üstünü başını çırptı. “Anlat annem, hadi,” dedi. “Acıktın mı, anne oğul yemek yiyelim mi seninle?” çantasından bir mendil çıkarıp çocuğunun gözyaşlarını, terini silmeye başladı. “Karanlıktan mı korktun? Akşam beraber uyuruz bak sana söz veriyorum. Bir daha sana iyi geceler demeden yatmayacağım.”

Ellerini annesininkilerden kurtardı çocuk, tıkalı burnunu çekti. “Sigara mı içtin?” diye sordu. Kadın afalladı, önce çocuğuna, sonra yere baktı. “Özür dilerim kuşum, anne biraz gergindi. Ne yemek istersin? Hadi söyle de yiyelim ikimiz.”

Çocuk, annesinin yüzüne durgun bir şekilde bakmakla yetindi sadece, hiçbir şey istemiyordu. Omzunun acısı ile avuç içindeki kurumayan terin soğukluğuydu aklındaki tek şey. Ellerini pantolonuna silmeyi denedi birkaç kez ama olmadı. Omzunu oynattı, acı biraz hafiflemişti. Öfke içinde büyüdükçe büyüyordu, hiçbir şeye hevesi kalmamıştı. Annesine arkasını döndü, gidip kaldırıma oturdu. Cebinde sıkışan madeni paralar kasığına battı, sinirlendi. Oturduğu yerden elini zar zor cebine sokup bu hafta biriktirdiği bütün parayı yola savurdu. Paralar, arnavut taşlarının arasında kayboldu. Anneyle baba çocuklarının arkasına geçip öylece ayakta beklediler. Bir süre sonra büyük oğlan çıktı ve yanlarına geldi, ne yiyeceklerini sordu. Adam arka cebine ulaştı. Cüzdanını çıkarırken, cebinden çıkan bir kâğıt, süzülerek çocuğun yanına düştü. Kadın düşen kâğıdı fark etmedi, çocuk ise daha kupon ne demekti, neye benzerdi, üstünde ne yazardı bilmiyordu.