Kaygı ve Yaratıcı İnsanlar

Yaratıcı insanların elindeki süper güç, her zaman süper sonuçlara mı yol açar?

Çağımızda psikolojik hastalıklar belki her zaman olduğundan çok daha yaygın ya da gelişen sağlık sistemleri ve teknoloji sayesinde farkındalıklarımız arttı. Ama yine de ben bulunduğumuz çağda bunların çoğaldığını ve kapitalizmin etkisiyle hayatımıza yer edinmiş olan koşuşturma kültürünün (hustle culture) buna katkısının büyük olduğunu savunmak istiyorum. Kaygı bozukluğu bu kültür tarafından beslenen hastalıklardan biri.

Yaratıcı insanların yaratıcılıkları onların süper gücüdür. Bir ürün ortaya koyabilmek, bir şeyi üretebilmek gerçekten insana iyi hissettirir. Ancak bu süper güç bazı durumlarda insanın lehine çalışabilir. Peki bu nasıl olur? Yaratıcı insanlar koşuşturma kültürüne kapıldığında ve yaratıcılıklarını kullanamadıklarında beyinleri bu yaratıcılığı onlara karşı kullanmaya başlıyor. Kimsenin aklına gelmeyecek felaket senaryoları yaratmaya başlıyor.

İçimizdeki Kaygı

Ters Yüz filminde duygularımızın bizi korumak için var oldukları söylenmişti ki bu bilimsel olarak da doğru. Geçtiğimiz günlerde filmin ikincisi çıktı. Filme yeni eklenen duygulardan biri de kaygı. Ben de bu duyguyla hatta duygunun ötesine geçmiş klinik vaka olan kaygı bozukluğuyla mücadele içinde olduğumdan bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.

Filmde ergenlikle beraber gelen Kaygı geliş nedeninin Riley'yi görünmeyen, yaşanmamış tehlikelerden, durumlardan korumak olduğunu söylüyor.

Yukarıda belirttiğim gibi kaygı, insanın yaratıcılığı ile el ele varlığını sürdüren bir duygu. Yaratıcılığınızı yaratım yapmak için kullanmazsanız, beyniniz bu yaratıcılığınızı olmayan sorunlar yaratmak için kullanır. Binbir çeşit felaket senaryosu üretmeye başlarsınız. Kimsenin gözüne takılmayan bir detayı siz fark edersiniz ve beyniniz bu detayın ne gibi felaketlere yol açacağını listelemeye başlar. Filmde de Kaygı, aynı şekilde hareket ediyor. Sürekli plan yapıyor. Beynin yaratıcı kısmı onun için bir senaryo yazım alanı ve minik çalışanlar hikaye çizimi yapıp kaygıya iletiyorlar. (Animasyon yapım sürecine yapılan bu gönderme beynimizin içerisinde gerçekleşenleri görselleştirebilmemiz için çok faydalı olmuş.)

Aslında kaygı bizi gerçekten bir şeylerden korumak için var. Ancak genel olarak kontrol edilmesi zor bir duygu ve bu yüzden kaygı bozukluğu ile savaşan insanlara çok sık rastlıyoruz. Filmde Kaygı kontrolü elinde tutmak için, Rileynin çevresindeki insanları, onların düşüncelerini, hareketlerini kontrol edebilmek için elinden geleni yapıyor. Ama her şeyi kontrol edemeyiz. Her şeyi kontrol etmeye çalıştığımız an kontrolden çıkarız. Tıpkı filmde kaygının kontrolden çıktığı gibi. Peki kaygı kontrolden çıkınca ne oluyor? Panik atak. Bizi hayati durumlarda tehlikelerden korumak için salgılanan hormonlarımız gereksiz yere salgılanıyor. Etrafta tehlike olmadığı halde tetikte oluyoruz. Salgılanan hormonları da yerinde kullanamadığımız için panik atak oluşuyor. Atak anı geçtikten sonra, sağlıklı kafayla düşündüğümüzde, her şeyi kontrol edemeyeceğimizi kabul edersek bir şeyleri yenmeyi başarmaya başlıyoruz.

Tek bir duyguya teslim olarak hayatımızı devam ettiremeyiz. Teknik olarak yaşamaya devam edebiliriz ancak kaliteli bir yaşam sürmemiz mümkün olmayabilir. Çünkü bizler insanız. İnsanlar her duyguyu deneyimlemelidir. Gerektiğinde üzülmek, korkmak, sinirlenmek ve hatta kaygılanmak bile ihtiyacımız olan şeylerdir. Bunlar bizim insan olma deneyimimizi zenginleştirir. Ancak şu unutulmamalıdır. Duygularımızı hissetmeliyiz, duygularımız olmamalıyız.


Not: Ben bir uzman değilim. Yazıyı kendi deneyimlerim ve gözlemlerim üzerine yazdım. Baş edemediğiniz duygular için lütfen bir profesyonele başvurun.