Kehanet mi? Terapi mi?
Kahve falı üzerine.
Bir fincan kahve içtikten sonra fincanı ters çevirip beklemek… Bu sıradan bir ritüel gibi görünebilir ama kahve falı aslında çok daha derin bir hikâye anlatıyor. Osmanlı döneminde kadınlar, bir araya geldiklerinde fal bakmayı bir sosyalleşme aracı olarak kullanırdı. Kimi zaman geleceğe dair hayaller kimi zaman da içten bir dertleşme. O dönemlerde kadınların dış dünyadaki kısıtlı varlığı, kahve falını bir tür özgürlük alanına dönüştürdü. Bugün bile kahve falı, sadece “geleceği görmek” değil aynı anda edilen sohbetlerle sosyal. Sohbetlerin içeriği olan geleceğin kaygısı ve merakı, geçmişin özlemi ve hüzünleriyle de duygusal rahatlamamızda bir aracı. İnsanlar çoğu zaman bilinçli olarak değil bilinçaltındaki kaygılarıyla fincan başına oturur. Faldaki “uzakta bir yol var” gibi yorumlar sadece bir sembolden fazlası, aynı zamanda kişinin yaşamındaki belirsizliklere dair bir aradığı cevabın bir yansıması. Bu yüzden falcıların dili genellikle umut doludur. Belki de gerçek kehanet, bir fincan kahvenin ardından kendimizi biraz daha iyi hissetmemizdir.
Faldaki semboller, mitolojik bir anlam da taşıyabilir pek tabii. Örneğin, falda sıkça görülen “yılan” figürü, bazen bir düşman bazense bir fırsat olarak yorumlanabilir. Ancak derinlerine baktığımızda, bu sembol birçok kültürde hem korku hem de dönüşümün işareti olarak karşımıza çıkar. Yani kahve falı, aslında kişisel mitolojimizi yazmamıza yardımcı olan bir araç olabilir sonucuna varabiliriz.