Kehanetlerin Gölgesinde: Oidipus'un Kaderi

Keyifli okumalar:)

Kral Oidipus veya Oedipus Rex, Yunanca "Oedipus Tyrannus" olarak da bilinen Sofokles tarafından yazılan ve MÖ 429'da sahnelenmiş bir Atina trajedisidir. Eski Yunanlılar oyunun ismini Aristo’nun Poetika eserinde de yer aldığı şekliyle yalnız "Oedipus" olarak bilmektedir. Ancak yine Sofokles tarafından yazılan Oedipus Kolonos'ta adlı oyun ile karıştırılmaması amacıyla "Oedipus Tyrannus" yani Tiran Oedipus olarak yeniden adlandırıldığı düşünülmektedir. Antik dönemlerde "Tiran" herhangi bir yasaya dayanmaksızın gücü eline alan hükümdarları tanımlamak için kullanılmakla birlikte o dönem toplumlarında olumsuz bir anlam ifade etmemektedir. 

Theban Oyunları olarak bilinen ve günümüze kalabilen üç oyun arasından ikinci yazılanıdır. İlk olarak yazılan Antigone'den yaklaşık on yıl sonra yazılmıştır. Ancak bu üçlemede işlenen konu, kronolojik açıdan Kral Oidipus, Oidepus Kolonos'ta ve en son olarak da Antigone sıralamasıyla gerçekleşir. Oidipus oyunu gerek Atina devletinin gerekse Sophokles’in ağır bir bunalım yaşadığı döneme rastlamıştı. Bu öznel ve nesnel bunalımların bileşkesinde Sophokles sanatının doruğunu oluşturmakla kalmamış bütün bir tragedya geleneğinin örnek metni olma özelliğini de kazanmıştır. 

Hikâyemiz, Thebai kralı Laios ioc ve kraliçe Lokaste’nin bir oğulları olması ile başlıyor. Kral ve kraliçe çocukları olduktan sonra bir kâhine başvururlar. Kâhin krala oğlunun kendisini öldürüp karısıyla evleneceğini söyler. Kehanetin gerçekleşmesinden korkan Kral Laios, bebeği ormandaki mağarada ayaklarından çivileyerek ölüme terk eder. Fakat bir çoban tarafından bulunan Oidipus, çocuk sahibi olamayan Korinthos kralı Polybus tarafından evlat edinilir. Ona ayaklarından çivilendiği için ‘’şiş’’ anlamına gelen Oidipus ismi verirler. Oidipus büyüyüp yetişkin bir delikanlı olduğunda kaderini merak ederek, Delphoi kâhinine gider. Kâhin Oidipus’a babasını öldürüp annesi ile evleneceğini söyler. Asıl babasının Polybus olduğunu düşünen Oidipus, kehanetin gerçekleşmesinden korkarak Korinthos’u terk ediyor. Fakat Oidipus kaderinden ne kadar kaçmaya çalışsa da önüne geçemezdi. Oidipus yolculuk sırasında biriyle karşılaşır. Bir sebepten karşılaştığı kişiyle kavgaya tutuşur ve onu öldürür. Öldürdüğü bu adam Teb kralı ve Oidipus’un babasından başka biri değildir. Ve böylece kâhinin kehaneti gerçekleşmeye başlar. 

Thebai şehrinin girişinde, sorduğu bilmeceye doğru cevap veremeyeni öldüren, yarı aslan yarı insan bir Sphinks varmış. Sphinks, Oidipus’ a da sorusunu sormuş: ‘’Sabah dört ayaklı, öğlen iki ayaklı, akşam üç ayaklı olan şey nedir?’’ Oidipus, neyse ki bilmeceyi doğru cevaplamış: ‘’İnsandır’’. ‘’Çocukken emeklediği için dört ayaklı, erişkin bir insanken yürüdüğü için 2 ayaklı, yaşlandığında da baston kullandığı için üç ayaklı olur.’’ demiş. Doğru yanıtı alan Sphinks kayalıklardan atlayarak intihar eder. Yunan mitolojisine göre Sphinks’ler, bilmecelerine doğru yanıt verildiğinde intihar ederler.

Ve böylece Oidipus sayesinde Thebai halkı kendilerine zulüm eden Sphinks’den kurtulmuş olur. Thebai halkı, Oidipus’a minnetlerini göstermek için onu Thebai’nin kralı yapıp dul kraliçe Lokaste ile evlendirirler. Teb halkının, kral katilinin, ‘’yeni kral’’ olduğundan haberleri bile yoktur, halk Sphinks’i sorumlu tutar. Oidipus öldürdüğü kişinin kral olduğundan habersizdi. Babası Laios’u farkında olmayarak öldürüp kehanetin ilk ayağını başlatan Oidipus’un annesi Lokaste ile evlenmesiyle kehanet tamamlanmış olur. 

Bu evlilikten iki kız çocuğu dünyaya gelmiş. Kızlardan biri şu ünlü Antigone. Gel zaman git zaman Thebai şehrinde olumsuz olaylar yaşanmaya başlar. Salgın hastalıklar baş gösterir. Bereketsizlik başlar. Ekinler büyümez, kadınlar çocuk doğuramaz olmuştu. Halk kralları Oidipus’tan yardım istemiştir. Oidipus yine kahinlere danışır. Kahinler eski kral Laios’u öldüren kişinin hala Thebai şehrinde olduğunu ve onun cezalandırılması gerektiğini söylerler. Bunun üzerine Oidipus başlamış işin aslını araştırmaya.

Onu çocukken ölüme terk etmiş olması gereken çobanı bulmuş hikâyenin aslını öğrenmek istemiş. Ve böylece seneler sonra o yol ayrımında öldürdüğü kişinin gerçek babası ve evlendiği kişinin de annesi olduğunu öğrenir. Laios’u kimin öldürdüğünü araştıran Oidipus, acı gerçiği öğrenmiş bir şekilde karısı ve aynı zamanda annesi Lokaste’nin yanına gittiğinde kendini asarak intihar ettiğini görür. Onun elbisesindeki bir iğneyi alarak kendi gözlerine batırmış ve kendini kör etmiş.

Sefalet içindeki kent halkı, felaketin sorumlusu olarak onu aşağılayıp, kentten kovarlar. Gözden düşen Oidipus'a herkes gibi kendi çocukları da yüz çevirir. Bir zamanların kralı olan Oidipus dilenci olarak hayatını sürdürürken, yanında sadece kızı Antigone kalmıştır. 

Oidipus bu hikâyenin daha ilk dörtte birlik bölümünde gerçeği fark edebilir; asıl ‘’suçlunun’’ kendisi olduğunu anlayabilirdi; ancak onun gerçeği öğrenmesinin böylesine gecikmesine psikolojik yönden bakıldığında hiç de zorlama olmayan bir insani direnci bulmak mümkündür; hakikat fazlasıyla çıplak ve aniden tepeden inince, insan bilinci onu itip durur. Oidipus kâhinin körlüğüyle alay ederken aslında gerçeklere kör olan kendisidir. Hikâyenin sonunda da ironik bir biçimde gözlerini kör eder. Trajik bir ironi ile kâhini görmemekle suçlayan Oidipus, kendisini ise ‘’gören’’ olarak tanımlamaktan çekinmez "Sen sadece geceden besleniyorsun, öyle ki ne bana ne de ışığı gören bir başkasına zarar verebilirsin." der  

Oidipus ve Tiresias arasındaki konuşmaların geçtiği o uzun bölümde, sık sık, gece/karanlık/görmek/körlük gibi ifadeler ile karşılaşıyoruz. ‘’Göstermek’’, ‘’gün ışığına çıkarmak" anlamındaki sözcükler âdeta istila eder tragedyayı; yakın anlamlı sözcükleri de hesaba katacak olursak, en az elli kez bu anlamları ifade eden sözcükler ile karşılaşıyoruz.

Oidipus’un yaşadıkları bir bakıma görünürdeki aldatıcı durumdan asıl öze bir harekete de işaret eder; görünüşten öze, biçimden sahici içeriğe, varlığa doğru bir süreç izleriz. Gizli olanın gün ışığına çıkması, yanlışın yerini doğrunun alması sürecidir bu.

Yunan dilinde hakikat/gerçeklik ve ışık özdeş kavramlardır: a-letheia: üzerindeki örtüden kurtulmak, üstün açılması, gizlinin ortaya çıkması anlamına gelir. Oidipus görendir, ama kördür kâhin kördür, ama görendir. Sonunda Oidipus’da ışığa kavuşacaktır, yani hâkikate; ve fiziksel ışığı yitirse (görmese) bile, ruhsal aydınlanmaya ulaşacaktır.

Oyunda ‘’lekeleme’’, ‘’kirletme’’ ile eş anlamlı kavramlar yaygındır. Sonunda ‘’kirli’’ biri olduğunu keşfeden Oidipus, tam da bu keşfiyle birlilkte ‘’temizlenir;’’ onunla birlikte izleyicinin okuyucunun ‘’içi’’ de temizlenir. Yunanca da buna katharsis deniliyor; yani arınma, temizlenme. 

Oidipus dramı tam anlamıyla hem kahramanın hem de seyircinin ‘’katharsis’’ yaşamasını sağlar. Oidipus tragedyasını okuduğumuzda sadece ilk çağın değil, klasik çağın tragedyalarında, hatta modern romanda ‘’örtük’’ ya da doğrudan karşımıza çıkan belirgin bir ‘’kader’’ anlayışına rastlıyoruz. İlkçağ Yunan insanı için kusursuzdu. Sanatın, edebiyatın görevi onu yeniden yorumlamak değil onu olduğu gibi taklit etmekti. Ama yine de insan sıkça kötü kaderi ile karşı karşıya gelmekteydi.

Tanrılar bile insan kaderinin ağlarını ören (ip eğiren) Moira adlı üç tanrıçadan oluşan güç karşısında etkisizlerdir. Moira’ların insana çizdikleri hayat yoluna müdahale etmeleri dünyanın düzenini bozmayı göze almaları demekti.

Tanrı gücü, insan ve kader arasındaki bu ilişki; tek tanrılı büyük dinlerde Tanrı iradesi, insan iradesi, şeytan kavrayışlarında sürüp gider. Sophokles’in bu ünlü tragedyası 19. Yüzyılın son çeyreğinde filizlenmeye başlayan psikanaliz öğretisinin en popüler "ilişki modellerinden" birine adını vermiştir; Oidipus Kompleksi.  

Freud’a göre bu dürtüler yine kendisine ait olan psikoseksüel kuramının ‘’Fallik’’ döneminde ortaya çıkar. Erkek çocuğun anneye aşırı düşkün olup, babanın yerini alma isteği içinde olmasını ‘’Oidipus Kompleksi’’; kız çocuğunun babaya aşırı düşkün olup, annenin yerini alma isteği ‘’Elektra Kompleksi’’ olarak adlandırır.

Oedipal dönemde erkek çocuk babasına karşı tutumundan dolayı, onu cezalandırmasından korkar. Çoğunlukla ‘’hadım edilme’’ korkusu yaşanır, bu korku çocuğun anneye karşı hissettiklerinden daha ağır basar. Böylece Oidipal bağlantı giderek sönümlenir, bağlantının sona ermesiyle de çocukta babayla özdeşleşme giderek artar.

Kız çocuğunda ise babaya yönelik durum cinsel isteklerin gerçekleşmemesi sonucu yaşanan hayal kırıklığı ile sönümlenmeye başlar. Babasının sevgisini kaybetmekten korkan çocuk, dönemin sonunda annesi ile özdeşleşmeye başlar. Her iki çocukta da durumlar ergenlikte yeniden ortaya çıkmak üzere ötelenmiş olur.

Oidipus kompleksi, çocuklarda cinsel kimliğin oluştuğu bir dönem olması açısından önemlidir. Bu dönemde bilinçaltına ötelenen bastırılmış duygular, bireyin ilerleyen yaşamında karşısına çıkacaktır. Freud'un kuramı çeşitli tartışmaların odağı olmuş ve en çok eleştiriyi de çocuğun anneye/babaya karşı duyduğu ensest eğilim yorumu noktasından almıştır. 

Erich Fromm, Oidipus kompleksini ensest yasağı olarak görmez. Ona göre Oidipus, annesi Lokaste'ye âşık olmamış, babasını öldürüp tahtına geçtiği için annesiyle evlendirilmiştir. Dolayısıyla âşık olarak evlenme söz konusu değildir. Bu mit, anne ve oğul arasındaki bir ensest sevginin sembolü değil, ataerkil ailedeki baba otoritesine karşı yapılan bir isyandır. Oedipus'un Lokaste ile evlenmesi, yalnızca ikinci dereceden bir öneme sahiptir.

'Kral Oedipus' daha çok babasına karşı zafer kazanmış bir erkeğin sembolüdür. Sonuç olarak Freud'a göre çocuk bu kompleks dönemlerini geçtiğinde dişi ve erkek bireyler arasındaki farkı daha net anlar. Hemcinsi olan ebeveyni ile özdeşleşmeye başlayan çocuk, onunla benzer özellikler geliştirme eğilimine girer. Ebeveynlerini daha iyi anlamaya başlayan çocuklar artık onlara saygıyla yaklaşırlar. Ancak bu süreçte saplantı oluşmuşsa çocuğun ilerleyen yaşlarına taşınabilir. Saplantı çözülemediği takdirde cinsel problemlere neden olabilir.  

Oidipus’un üzerinden pek çok okuma yapılabilir fakat en belirgin yapı ve mesaj şu şekilde yorumlanabilir: İnsanın olduğu yerde bir düzen ve yasa hep vardır. Tanrı ve insan arasındaki ilişki çeşitli şekillerde anlatılagelmiştir. Tanrı toplumda düzen sağlamak için yasalar koymuştur. Ensest, Tanrının yani babanın yasasıdır. Tanrının yasasını çiğnemek o yasayı yok saymaktır. Kültür ise tanrının ortaya koyduğu yasalar üzerinden toplumsal kurallarla devam ettirilir. Kültürü inkâr, babayı inkâra eşittir ve kişiyi felakete sürükler. Tanrının yasasını yok sayanlar Oidipus gibi bir sona maruz kalacaklardır ve hiç kimse, tanrılar bile kendi kaderinden kaçamaz.