Kendimle Konuşurken (I)

Geçmiş, bilinmezliklerimizin ne kadarını kapsar yahut ne kadarını çözmemize yardımcı olabilir? Cevabı bulmanın yolu kendinizle konuşmak...

Az önce mutfağa gidip kendine bir kupa sıcak çikolata yaptın. Sebebini bilmiyorsun ama içinde onu içince rahatlayacağına dair bir his var. Belki de her gün içtiğin koyu kahveden sıkılıp yeni bir şeyler içmeye başladığın için böyle düşünüyorsun, ya da hiçbir sebep olmadan, sadece buna inanmak istediğin için. Hadi itiraf et! Bunun cevabını sen de bilmiyorsun. Tıpkı her gün üzerine deliler gibi düşündüğün ve buna rağmen cevaplayamadığın sorular gibi.

  Bu sorular yüzünden kendini büyük bir bilinmezliğin içinde hissediyorsun. Bu bilinmezlik öyle büyük ki yaşadığın şeyin bir bilinmezlik olduğundan bile emin değilsin. Aslında kendinle ilgili olan temel bilgiler (adın, soyadın, hobilerin vs.) hariç hiçbir şeyden emin değilsin. Çünkü hızına ayak uydurulamayan, her metrekaresi bilgi kirliliğiyle dolu olan, bu kirlilik yüzünden bir şeyleri doğru bilmenin çok zor olduğu saçma sapan bir çağda yaşıyorsun. Üstelik yaşadığın çağın olumsuz yönleri sadece bunlarla da sınırlı değil. Bu kanıya geçmişini hatırladıkça varıyorsun. Geçmişini hatırladıkça, yaptığın veya yapmak zorunda kaldığın şeylerin seni bu büyük bilinmezliğin içine yavaş yavaş ittiklerini görüyorsun. Aniden aklına, nerede okuduğunu veya nerede duyduğunu bilmediğin şu cümle geliyor: “Şu anda yaşadığınız sorunların çözümleri, şifreli bir sandığın içinde saklıdır. Sandığı açmak için size lazım olan şifrenin bir hanesi mutlaka geçmişinizde saklıdır.”. Bu cümleyi anında benimsiyorsun. Birdenbire emin olduğun tek gerçeklik bu cümlenin kendisi oluyor. Kendini bu bilinmezlikten kurtaracak olan şifrenin bir hanesini öğrenmek için tüm geçmişini hatırlayabildiğin kadar geriye giderek incelemeye başlıyorsun.

  Şu an, üstünde yazılı, genişçe bir tabela bulunan, geniş bir kapıya doğru yürüyorsun. Yanında elini sımsıkı tuttuğun bir kadınla, ağır ağır o kapıya doğru yürürken kapıya iyice yaklaştığını düşündüğün bir anda, kapının üzerindeki tabelada yazan yazıyı okumaya çalışıyorsun ama okuyamıyorsun, çünkü şu an; doğumundan bu yana sahip olduğun özgürlüğün sonlandığı, içinde bulunduğun büyük bilinmezliğin ise tohumlarının toprağa serpildiği yer ve zamandasın. Evet yanındaki kadın annen, ağır ağır yürüdüğün kapı okulun kapısı ve içinde bulunduğun zaman okula gittiğin ilk gün. Hafızanın seni bu güne götürmesine şaşırarak bundan daha öncesi de olmalı diyerek bir kez daha hafızanı zorluyorsun. Haklısın buradan öncesi var, mesela şu an babanla beraber lunaparktasın ama lunaparkta hangi oyuncaklara bindiğini, o lunaparka nasıl gittiğini, gittiğinde kaç yaşında olduğunu, kısacası ne o lunaparkla ne de lunaparka gittiğin zaman yaşadıklarınla ilgili hiçbir şeyi hatırlamıyorsun. Tatmin olmayıp bir kez daha zihnini zorladığında bu sefer arkadaşlarınla beton bir zeminin üzerinde futbol oynuyorsun. Arkadaşlarınla oynadığın bu futbol maçının detaylarını da hatırlamaya çalıştığında az önce yaşadığın şeylerin aynısını yaşıyorsun. Oynanan bu maçla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorsun, hatta birkaç defa aynı yerde, tamamıyla aynı insanlarla olmasa da oynadığının maç değil, maçlar olduğunu fark ediyorsun. Aynı, babanla yaşadığın lunapark maceraları gibi. Seni bu da tatmin etmiyor. Zihnini birkaç defa daha zorluyorsun lakin senin de fark ettiğin gibi hatırlayabildiğin şeyler, oldukça detaysız ve birkaç bulanık görüntüden ibaretler. Pes edip en net hatırladığın güne yani okula ilk başladığın ana geri gidiyorsun. Annenle okulun büyük kapısından içeri giriyorsun, kapıdan içeri girdiğinde sağında filesi yıpranmış bir voleybol sahası, solunda potalarında file olmayan bir basketbol sahası ve bahçenin içinde düzensiz bir şekilde dizilmiş birkaç tane bank görüyorsun. Bu banklarda seninle aynı yaşta olduğunu tahmin ettiğin çocuklar, yanında ebeveynleri olduklarını düşündüğün yetişkinlerle beraber oturuyorlar. Sen etrafına bakarken elini tutan annen, “Hadi oğlum seni sınıfına bırakayım, ondan sonra da işe gideyim.” diyor. O zamanlar “hayır” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğin için “Olur anne.” deyip annenle beraber büyükçe bir binanın kapısından içeri giriyorsun. Annenle beraber birkaç merdiven çıktıktan sonra, bir odanın önüne geliyorsun. Annen odanın açık olan kapısına iki defa hafifçe vurarak seninle içeri giriyor. O odada geniş bir masanın arkasında oturan bir adamla konuştuktan sonra odadan çıkıyorsunuz. Bu odaya gelirken kullandığınız merdivenin bir kısmını daha tırmanarak her iki yanı, kapılarının sol üst köşelerinde sayı (1) ve tanımadığın bir sembol yazan odalarla dolu olan bir koridora giriyorsunuz. Koridorda biraz ilerledikten sonra annen seni “İşte burası senin sınıfınmış.” diyerek seni o odalardan kapısında 1/D yazan odaya sokuyor. Hızlıca seni boş gördüğü bir sıraya oturttuktan sonra, sana veda ediyor, anlından öpüyor ve seni orada bir başına bırakarak gidiyor. Annenin kapıdan çıkışını adım adım takip ediyorsun. O, kapıdan çıktıktan sonra içinde anlamadığın bir şekilde seni saran bir titreme hissediyorsun. Bu titreme bir anda kanser hücresi misali vücudunun her yerine dağılıyor, ürperiyorsun. O ana kadar küçük uğultular şeklinde duyduğun sesler birden kulağına net ve gür bir şekilde gelmeye başlıyor. Bu seslerden korkmana rağmen seslerin kaynağını merak ediyorsun, korku dolu gözlerle etrafını incelemeye ve etrafına kulak kesilmeye başlıyorsun. Bir anda sağ çaprazından bir çığlık duyuyorsun. Kafanı oraya çevirince senin yaşında bir çocuğun hüngür hüngür, anne diyerek çığlık çığlığa ağladığını görüyorsun. İçinde başlayıp tüm vücudunu sararak seni ürperten titreme bir anda katlanarak artıyor. Karnının ağrıdığını, ellerinin bir anda tüm ısısını kaybedip, buz kesildiğini hissediyorsun. Sonra birdenbire çığlık sesleri kesiliyor; çok hızlı koşup, koşmayı bıraktığın zaman, göğsünün solundan gelen sesi hiç duymadığın kadar şiddetli bir şekilde duymaya başlıyorsun. Canının acıdığını hissediyorsun. Sonra… Bundan sonra mutlaka bir şeyler olması lazım diyorsun ama ne olduğunu anımsayamıyorsun. Çünkü her şeyin başlangıcı olan o günle alakalı hatırlayabildiklerin sadece bunlar.