Kendimle Konuşurken (IV)
Geçmiş, bilinmezliklerimizin ne kadarını kapsar yahut ne kadarını çözmemize yardımcı olabilir? Cevabı bulmanın yolu kendinizle konuşmak.
Geçmişine yaptığın bu hüzünlü yolculuğun bir anda yarattığı baş ağrısı sebebiyle geçmişini hatırlamayı bırakıyorsun. Zamanında içini yaralamasına rağmen hazmettiğin, cam misali olan hayallerinin kırıkları, içinde yeni yaralar açmaya çalışıyor gibi hissediyorsun. İçinde biriken acıyı kusarak bedeninden uzaklaştırmak, beyninin içinde durmadan zonklayan ve baş ağrısına sebep olan çanın bir an önce durmasını istiyorsun.
Şu an çektiğin acıyı hafifleteceğini düşünerek elini yüzünü yıkamak için banyoya gidiyorsun. Yüzünü yıkadıktan sonra karşında gördüğün kişinin yüzündeki ifade seni şaşırtıyor. Hissettiğin şeylerden dolayı karşında yorgun ve soluk bir surat görmeyi beklerken, hemen hemen her insanda görebileceğin; normal diye ifade edilebilecek bir yüz görüyorsun. Buna bir anlam veremediğin için karşında gördüğün kişinin gerçekten sen olup olmadığını anlayabilmek adına kaslarını hareket ettirerek birkaç basit hareket yapıyorsun. Aynada gördüğün kişinin sen olduğunu anlayınca neden bu kadar dinç göründüğünü merak ediyorsun. Bunun sebebini merak ettikten birkaç saniye sonra da az önce hissettiğin acının dindiğini, artık böyle bir acı hissetmediğini fark ediyorsun. Sen her ne kadar şifayı sana veren şeyin, yüzüne çarptığın birkaç avuç dolusu su olduğunu düşünsen de gerçek öyle değil. Aynada gördüğün yüz ile düşüncende olması gereken yüzün birbirinden farklı olmalarının asıl sebebi, bedenin ve aklın aslında acı çekmeseler de ruhunun, onların acı çektiğini düşünmesidir. Ruhun ile aklın ve bedenin arasında yaşanan bu kısa iletişim kopukluğu aslında pek çok insanın başına gelen ama insanların hemen hemen hiçbir zaman farkına varamadıkları bir durum. İnsanlar, bir şeye gereğinden fazla odaklandığında çevresinden gelen ani bir değişikliğe hiç düşünmeden, o değişikliği hiç ölçüp tartmadan tepkiler verir ve verdikleri bu tepkiler aslında gerçek tepkileri değildir. Bu sebepten dolayı insanlar sahte depresyonlar yaşayabildikleri gibi sahte bir öfke yüzünden başka insanların kalplerini de kırabilmektedirler. Sen de içinde bulunduğun bilinmezlikten kurtulma isteğine o kadar çok odaklandın ki geçmişinde yaşayıp aştığın bu olayları bir anda şimdin için bir üzüntü kaynağı olarak algıladın.
Aynada son bir kez kendine bakarak banyodan çıkıyorsun. Bilmediğin bir nedenden dolayı ayakların seni balkona doğru götürüyor. Balkona varıp kapıyı açarak balkona giriyorsun. Balkonda etrafına uzun uzun bakıyorsun. Karşında duran uzun, sonsuz denizin sana huzur verdiğini hissediyorsun. Hava güzel olduğu ve üşümediğin için geçmişine yaptığın seyahate balkonda devam etme kararı alarak geçmişini tekrar hatırlamaya başlıyorsun. Geçmişinde yapmış olduğun yolculuğun durakları hep yaşadığın hayal kırıklıkları olduğu için bu sefer de yine başka bir hayal kırıklığını hatırlıyorsun. Ama bu seferki; yaşadığın tüm hayal kırıklıkları içerisinde canını en çok yakan, ümitlerine en çok hasarı veren, en önemlisi de içinde bulunduğun bu bilinmezliğe yürüdüğün yolda atmış olduğun; en büyük ve en son adım olan hayal kırıklığın.
Havaalanındasın. Bir saat sonra İstanbul’a gidecek olan uçağa binmek için vaktin gelmesini, aynı lisede okuduğun iki arkadaşın ve okul müdürünle beraber bekliyorsun. Vakit geliyor, uçağa biniyorsun. Aylardır çalıştığın ve tebliğ sunacağın öğrenci sempozyumunun düzenleneceği okula doğru olan yolculuğun başlıyor. Uçağa daha önce hiç binmediğinden dolayı vücudunun alışık olmadığı basınç farkı; yaklaşık bir buçuk, iki saat süren yolculuğu senin için biraz acılı kılsa da yolculuk bittikten ve otele varıp akşam yemeği yedikten sonra eski haline geri dönüyorsun. Yemekten sonra, odana gidip sempozyumun ilk gününün, yarının nasıl olacağını merak ederek uykuya dalıyorsun.
Sabah oluyor, önündeki yeni günün yarattığı heyecan yüzünden uyanman gereken saatten yaklaşık 2 saat erken uyanıyorsun. Arkadaşlarını uyandırmamak için kulaklığınla müzik dinleyerek geçirdiğin bu süre sonunda arkadaşların da uyanıyor ve hep beraber kalkıp üstünüzü giydikten sonra, otelin mutfağında kahvaltı ediyorsunuz. Kahvaltının ardından arkadaşların ve okul müdürünle beraber sempozyumun gerçekleşeceği okula gidiyorsun. Sempozyuma kayıt işlemlerinin ardından sempozyum, alanında uzmanlaşmış profesörlerin verdiği konferanslarla beraber başlıyor. Sabah başlayıp öğlene kadar süren bu konferanslar, sempozyum programına göre öğle yemeği vaktinin gelmesiyle sona eriyor. Senin gibi sempozyuma katılan herkes, okulun yemekhanesinde öğle yemeklerini yiyor; ardından sempozyumun, sempozyumdaki öğrencilerin daha aktif olduğu kısmı başlıyor. Sempozyum organizatörleri tarafından öğrenciler, yaptıkları çalışmaların ana başlıklarına göre 5 gruba ayrılıyor. Her bir gruba çalışmaları için birer sınıf tahsis ediliyor ve gün sonuna kadar öğrencilerden, yarın sunulması için ortak birer bildiri hazırlamaları isteniyor. Sen de eline bir bardak kahve alarak senden istenilen şeyi yapmak üzere, sana tahsis edilen sınıfa gidiyorsun. Ön sıralarda oturmayı çok sevmediğin için sınıfın duvar tarafındaki en arka sırasına gidip oraya oturduktan sonra, içinde bulunduğun gruptan sorumlu kişiyi beklerken zaman geçirmek amacıyla önceden sempozyum için hazırladığın tebliği okumaya başlıyorsun. Okuduğun tebliğin birinci sayfasını bitirip ikinciyi sayfayı daha yeni okumaya başladığın sırada hayatında şu ana kadar duyduğun en güzel, en nadir ses sana; oturduğun sandalyenin yanını göstererek “Burası boş mu?” diye soruyor. İlk başta tüm dikkatini okuduğun yazıya verdiğin ve dikkatinin dağılmasını istemediğin için kafanı yazıdan kaldırmayarak “Evet, boş.” cevabını versen de duyduğun bu güzel sesin kaynağını merak ederek o oturmadan hemen kafanı kaldırıp sana soruyu soran kişinin yüzüne bakıyorsun. Karşındaki yüze baktığında, o yüze ait olan gözlerin hayatında gördüğün en güzel gözler, hatta hayatında gördüğün en güzel şeyler olduğunu fark ediyorsun. O güzel gözlerin sahibi, yanına oturuyor, o yanına oturunca sen de dikkatini elindeki yazıya yönelterek yaptığın okumaya devam ediyorsun. Elindeki yazıyı tekrar okumaya başlamanın üzerinden çok zaman geçmeden içinde bulunduğun grubun lideri sınıfa gelerek toplantıyı başlatıyor. Lider, toplantının girizgahını yaptıktan sonra tüm katılımcılardan, katılımcıların hazırladıkları tebliğlerin konusunun ne olduğunu soruyor ve aldığı cevaplara göre, hazırladıkları tebliğlerin konularında ortaklık olan katılımcıları üç gruba ayırarak bir sonraki gün sunulacak ortak metni hazırlamalarını istiyor. Sen de şans eseri yanında oturan, Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’yle aynı gruba düşüyorsun. İçinde bulunduğun 6 kişilik grupla yarın sunulacak metni yazarken oluşan diyaloglarda dünyanın en güzel gözlerinin sahibiyle benzer şeylerden hoşlandığınızı, o an kısıtlı da olsa ortaya çıkan kişilik özelliklerinizin benzer olduğunu fark ediyorsun. Bir anda gözleri seni bu kadar derinden etkileyen kişiye âşık olduğunu hissetmeye başlıyorsun. Yarın sunulacak metni hazırlıyorsunuz ardından, hazırlanan metni sunacak kişiler ekibin içinden seçiliyor. Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi ve sen de yarın sunum yapacaklar içinde seçiliyorsunuz. Toplantı bitiyor, küçük bir şehir turu ve akşam yemeğinin ardından kaldığın otele geri dönüyorsun. Gece oluyor, uyku vakti geliyor, arkadaşların uyuyor ama sen uyuyamıyorsun. Aklında sürekli, Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’nin, kendini bildin bileli aradığın, ölene kadar beraber yaşamak istediğin tek kadın olup olmadığı sorusu dolaşıyor. Şu ana kadar tatmadığın tek duygu olan aşkın tadına bakıp bakmadığın sorusu dönüp duruyor beyninin içinde. Acaba evlenmek istediğin kadın gerçekten de dünyanın en güzel gözlerinin sahibi mi? Bunları düşündüğün için tüm gece boyunca uyuyamıyorsun. Çektiğin bu uykusuzluk bir şiirin doğmasına da yardımcı oluyor üstelik. “Kafiyenin ne olduğunu ben, Gözlerinde öğrendim, Güzel kalbinin aynası olan o gözler, Ahenk kattı düzyazıdan ibaret olan ömrüme” sabaha karşı yazdığın bu şiir hoşuna gidiyor. Şiiri son bir kez okuduktan sonra, aklındaki tüm soruların cevaplarını onunla tam anlamıyla tanışınca öğreneceğine karar veriyorsun. Sonradan bunu gerçekleştirebilmek için onunla yarın bitecek olan bu sempozyumdan sonra da iletişim içinde kalman gerektiğini fark ediyorsun. En sonunda aklındaki tüm düşüncüleri toparlayarak yarın Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ne, onun hakkındaki tüm düşüncülerini açıklamayı ve ona yazdığın bu şiiri okumaya karar veriyorsun. Sabah oluyor, yataktan kalkıp hayatını bütünüyle değiştirecek güne hazırlanıyorsun. Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ni görme isteği, sen hazırlanırken geçen her bir saniyede katlanarak artıyor. Kahvaltı ederken, sempozyumun gerçekleştiği okula gitmek için taksi beklerken, taksiyle beraber okula giderken geçen zaman ömründen yıllar götürüyormuş gibi hissediyorsun. Sonunda okula varıyorsun. Okulun kapısından içeriye girdiğin ilk anda gözlerin hemen Dünyanın En Güzel Gözleri’ni arıyor. O gözlerle, göz göze gelebilme ihtimali bile seni o anda mutlu ediyor. İçinde çocukça bir heyecanla seçilen konuşmacıların, konuşmalarını yapacağı okulun konferans salonuna doğru gidiyorsun. Konferans salonuna varınca etrafına biraz bakındıktan sonra Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ni görüyorsun, yanına gidip ona selam veriyorsun. Sohbet etmeye başlıyorsunuz. Onunla konuştukça içindeki çocukça heyecan gittikçe artıyor, dün gece uzun uzun düşündükten sonra aldığın kararı uygulamak istiyorsun ama ne kelimeler ne de yazdığın şiir bir türlü dilinin ucuna gelmiyor. Kendi içinde duygularını anlatan kelimeleri söyleyebilmek için mücadele veriyorsun. Mücadelen başlar başlamaz hemen bitiyor çünkü yanınıza sahnede beraber sunum yapacağınız diğer üç kişi de sırayla gelmeye başlıyor. Beraber sunum yapacağın ekip bir araya gelince hep beraber birkaç saat sonra yapacağınız sunuma son bir kez çalışıyorsunuz. Sunum yapacağınız vakit geliyor, sahneye çıkıyorsunuz, başarılı bir sunum yaptıktan sonra sahneden inerek birbirinizden ayrılıp her biriniz kendi arkadaşlarınızın ve öğretmenlerinizin yanına dönüyorsunuz. Tam bu anda Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ne duygularını anlatma fırsatın kalmadığını düşünerek kendine kızmaya başlıyorsun. Hayatında nadiren yüzüne gülen şans, sana bir iyilik yaparak sempozyumdan sorumlu görevlilerden birine şu anonsu yaptırtıyor “Katılımcılara sürpriz olarak tertip ettiğimiz boğaz turumuz, yarım saat içinde başlayacaktır. Lütfen okul yerleşkesinden ayrılmayınız.” Bu anonsu duyduktan sonra belki de hayatında şu ana kadar hiç olmadığın kadar mutlu oluyorsun. Şu zamana kadar sana hep köstek olan kaderin şu an yüzüne gülmesi, içinde dün gece verdiğin kararın, çok doğru bir karar olduğu algısını yaratıyor. İşte o an, Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ne, onunla ilk baş başa kaldığın anda söyleyemediğin şeyleri söyleme cesaretini kendinde buluyorsun. Beraber boğaz turu yapacağınız gemi, okula varıyor. Gemiye biniyorsun. Gemiye bindikten sonra geminin alt güvertesinde bulunan yolcu bölümüne gidip oradaki masa ve sandalyelerden birine oturuyorsun ve gözlerin tüm gemi boyunca Dünyanın En Güzel Gözleri’ni arıyor. Dünyanın En Güzel Gözleri’nin yerini tespit ettikten sonra sürekli onu gözleyerek geminin yolcu bölümünden çıkıp, üst güvertesine geçmesini bekliyorsun. Sana çok uzun gelen bir süre boyunca bekledikten sonra, istediğin şey gerçekleşiyor ve Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi yanında bir arkadaşıyla beraber geminin üst güvertesine doğru gitmeye başlıyor. Sen de hemen onların ardından gidiyorsun. Geminin üst güvertesinde boğazı seyrederek sohbet eden iki arkadaşın yanına vardığında, Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ne onunla konuşman gereken bir konu olduğunu söyleyerek yanındaki arkadaşından sizi baş başa bırakmasını istiyorsun. O an tüm istediklerin gerçekleşiyor ve Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi’ne içinde onunla ilgili olan tüm duygularını en ince detaylarıyla anlatıyorsun. Dünyanın En Güzel Gözlerinin Sahibi ilk başta duygularına şaşırıyor. Ardından, duygularına mantıksal bir çerçeveden yaklaşarak ve senin de fikrine katıldığını ifade ederek, seninle ilgili ilk izlenimlerinin olumlu olduğunu ve ikinizin de birbirinize karşı olan duygularınızdan emin olabilmeniz için birbirinizi tanımanız gerektiğini ve bunun da zamanla olabileceğini söylüyor. Bu konuşmanın ardından aldığınız ortak kararı uygulamanın tek yolu bu olduğu için birbirinize telefon numaralarınızı veriyorsunuz ve arkadaşlarınızın yanına dönüyorsunuz. En sonunda, istediğin şeye ulaşmış olmanın verdiği mutlulukla yaşadığın şehre geri dönüyorsun.