Kendimle Konuşurken (III)

Geçmiş, bilinmezliklerimizin ne kadarını kapsar yahut ne kadarını çözmemize yardımcı olabilir? Cevabı bulmanın yolu kendinizle konuşmak.

İçinde bulunduğun bilinmezlikten kurtulmak için lazım olan anahtarı, çabucak bulmak istediğinden; hızlı bir şekilde geçmişini hatırlamaya devam ediyorsun. Bu sefer geçmişinde kurduğun hayalleri hatırlıyorsun. Geçmişinde kurduğun ilk büyük hayal bir gün çok başarılı bir beyin cerrahı olmak. Bu hayali kurmanda o zamanlar yayınlanan ve “Doktorlar”ı anlatan bir dizinin yeri oldukça büyük. Henüz 5-6 yaşlarında kurduğun bu hayali o kadar çok benimsedin ki, liseye gidene kadar hayalin hep beyin cerrahı olmaktı. İlk öğretim yılların boyunca çevrendeki herkese bunu söyledin. Geceleri hep bu hayalle uyuyup sabahları bu hayali gerçekleştirebilme ümidiyle uyandın. Hatta bu hayali o kadar çok benimsedin ki kendini orta okuldan sonra sürekli bir fen lisesinde hayal ettin. Liseye geçiş yapmak için girdiğin ulusal sınavın sonucunu öğrenene kadar hep bu hayalle yaşadın. Aldığın puan elbette kötü bir puan değildi ama herhangi bir fen lisesine yerleşebilmek için yeterli de değildi. Bu yüzden puanın yettiği ve hiç sayısal öğrencisi olmayan sosyal bilimler liselerinden bir tanesine yerleştin. Her ne kadar şu an “iyi ki böyle olmuş” desen de bu, kurduğun en büyük hayallerinden birinin paramparça olup ellerinde ufalandığı gerçeğini değiştirmez.

 6. sınıftayken bir şiir dinletisine katıldığını hatırlıyorsun. Bu dinleti belki de hayatının sonuna kadar en büyük hobilerinden biri olacak şiirle ilk ciddi tanışman. Daha senenin başında dinleti için provalar başlamıştı, haftada iki veya üç gün sürekli provalar oluyordu ve sen hiçbirini aksatmadan, hepsine katılıyordun. Gruptaki sayısı bir elin parmağını geçmeyen erkeklerden biri de sendin. Bir de senin o dönem hem sınıf arkadaşın hem de yakın arkadaşın olan bir çocuk vardı. Onunla provalara sürekli gidip provalardan sonra da beraber vakit geçiriyordunuz. Senenin sonunda her şeyin muhteşem olacağını, dinletini yapıldığı gün çok eğleneceğini hayal ediyordun. Bir de dinletide seninle beraber olan çocukla sürekli yakın arkadaş olacağını… Elbette yine hayal ettiğin gibi olmadı. Önce dinletinin süresi çok uzun olduğu için dinletideki herkes iki şiir okurken, dinletideki herkesin bir şiir okuması kararı alındı. Ardından, dinletinin yapıldığı gün dinleti, dinletiyi izleyen kaymakamın vakti olmaması sebebiyle sen şiirini okuduktan hemen sonra yarıda kesildi. Senin olmasa bile arkadaşlarının bir yıl boyunca verdiği emek, adına kaymakam dedikleri bir adam yüzünden heba oldu. Kendine değil ama arkadaşlarına çok üzüldün. Kaymakam dedikleri zata çok sinirlendin. Son olarak o günle ilgili eve ağlayarak döndüğünü hatırlıyorsun. Sürekli arkadaş kalacağını düşündüğün çocukla arkadaşlığınız da dinleti maceran gibi o yılın sonunda bitti.

 Hafızan seni bu sefer başka bir mekâna ve başka bir zamana götürüyor. Lise hayatının son yılındasın. Hayatının kalanı için çok önemli adımlardan yalnızca biri olan üniversite hayatına nerede başlayacağını belirleyen sınava, üniversite hayatının kalitesini ve şartlarını iyileştirebilmek amacıyla deliler gibi çalışıyorsun. Hayatının daha önce hiçbir anında göstermediğin bir eforla ders çalıştığın bu yıl, senin için yorucu olsa da hayatının en güzel dönemlerinden biri. Öğretmenlerine arkadaşlarınla aran oldukça iyi. Kendi sınırlarını aşarak yaptığın ders çalışmaları meyvesini veriyor, okulunda yapılan deneme sınavlarında istediğin sonuçlardan daha da iyi sonuçlar elde ediyorsun, hayatında ilk defa hayallerini gerçekleştirebileceğine bu kadar çok inanıyorsun. Ama hayatın her zaman söyleyecek son bir sözünün olduğunu unutarak içine girmiş olduğun bu umut balonu, hayatın son sözünü söylemesiyle elinde büyük bir gürültü ile patlıyor. Balonun patlarken çıkardığı ses o kadar büyük ki kulaklarında muazzam bir uğultu yaratıyor. Kulaklarındaki uğultudan dolayı etrafında olup biten hiçbir şeyi algılayamıyorsun. Bir zaman sonra kulağındaki uğultu geçip boğazına takılan sert bir şeyin acısını duyduğunda çevreni algılamaya başlıyorsun. Etrafında fark ettiğin ilk şey, baktığın boş duvarda geleceğe dair hayallerinin ve umutlarının hayat tarafından acımasız bir şekilde öldürülmelerinin görüntüsü. Bu görüntüden sonra hayatının en mutlu dönemlerinden biri, birkaç dakika içerisinde; şimdiye kadar seni en çok korkutan ve bir an önce uyanmak istediğin, kapkaranlık, acı dolu bir kabusa dönüşüyor.  

  Hayat sana son sözünü, dünyada yaklaşık yüz yılda bir meydana gelen pandemi belasını; senin üniversite sınavına hazırlandığın döneme denk getirerek söyledikten sonra, ülke geneli alınan; tüm okulların yüz yüze eğitime ara vermesi kararı sebebiyle ömrünün en güzel demlerini geçirirken ikamet ettiğin yer olan okul yurdundan ayrılıp kendi evine dönüyorsun. Evine döndüğünde son bir umutla her şeyi düzenli bir hale getirip hayata kaldığın yerden devam etmeyi, ölen hayallerini her şeye rağmen canlandırıp hayata karşı pes etmemeyi deniyorsun, yapamıyorsun. Bir ölüyü diriltmenin imkânsız bir şey olduğunu bu sefer deneyimleyerek tekrardan öğreniyorsun.

  Evine yaptığın bu plansız dönüşün seni yaralayan bir yanı daha var. Öğretmenlerine, arkadaşlarına, okuluna planladığın gibi veda edemiyorsun. Hatta helalleşemiyorsun bile. Her şey o kadar hızlı, o kadar sert bir şekilde gerçekleşiyor ki bu durumun farkına varabilmek bir hayli zamanını alıyor. Bunu fark ettiğin zaman yapabildiğin tek şey Ahmet Kaya’nın “Olmasaydı Sonumuz Böyle” şarkısını defalarca kez dinlemek oluyor.