Kimlikler

Birinci Bölüm: Şehir Yaratığı

Şehir Yaratığı

Uyandım: Ağzımda -betondan bir tabaka- acı bir yangın. Dişlerim milyonlarca yıllık kalker sarkıtları gibi pürüzlü, pütürlü. Her yanım uyuşuk; yatağa kelepçeli katatonik şizofreni hastası gibi: Tecrit bir evdeyim.

Bileklerimi kırarak kelepçelerden kurtulup, zorla kalkıyorum ayağa. Gözüm kendi türümden olanları arıyor: Bulanık görüntüler.

Hassiktir! Kustum.

Kusmuğumdan atlayıp uzaklaşıyorum az önceki andan ve o anın hapsolduğu odadan. Bir musluk bulmaya çalışıyorum; muhtemel bir su arayışı bu aslında.

Ayakkabılarımı görüyorum. Suyu unutup ayakkabılarımı giyiyorum.

Motorrefleks: Ayakkabılarımın önünde durduğu kapı çıkış kapısı; açıp çıkıyorum.

Kendi türüm yakınlarda, hissediyorum. Işığa yöneliyorum: Bitki miyim?

Merdivenlerden inerken tökezliyorum, düşüyorum: Zor bela kalkıyorum. Büyük demir kapının önünde, buzlu camdan filtrelenmiş gün ışığı arasında, bu sidik kokulu rutubet fabrikası binanın içinde -ölene kadar orada kalacakmışım gibi- kıpırtısız bekliyorum. Fakat çabuk bitiyor bu çaresizlik mizanseni. Midem bulanıyor, kusmak için eğiliyorum, öğürüyorum; biraz safra, biraz tükürük, biraz da dünden kalma promili yüksek ne idüğü belirsiz sıvılar. Hesap yapıyorum: en fazla bir çay bardağı ağızdan boşaltım yapmış olmalıyım. Boğazım yanıyor, terliyorum; mideme-karnıma sızısı bol bir ağrı saplanıyor.

Doğrulup kapıyı açıyorum. Gürültülü, şehir kokulu, görece daha temiz bir hava hareketi beni sokağa vakumluyor -sayemde kusmuklu- binadan.

Su!

Yolun karşısında bir market var. Soluma bakınca yolun kalabalık tek şeritten üzerime gelen arabalarla dolu olduğunu görüyorum. Ağır ilerleyen arabalara tutunarak karşıya geçmeye çalışıyorum. İki ayağım arasında senkron sıfırın altında! 

Yolun karşısındayım, markete dalıyorum. "Su!" diyebiliyorum. Marketteki adam "Büyük mü, küçük mü?" diye soruyor. "Büyük" diyorum. Suyu uzatırken "Bir buçuk" diyor adam. Suyu alıp kapağını açıyorum, kafama dikiyorum.

Böyle bir rahatlama yaşamadım daha önce galiba.

Yeterince doyunca şişenin kapağını kapatıyorum; yarısını içmişim. Elimi cebime sokup ne varsa çıkartıyorum cebimden; araba anahtarı, yirmi liralık kağıt para, bir ellilik, bir buçuk liradan çok daha fazla bozuk paralar. Üzerinde bir şeyler yazan bir de kağıt parçası. Avucumu adama uzatıyorum, adam bir buçuk lira alıyor. Zorla ağzımı açıp "Eyvallah." diyorum.

Tekrar gün ışığına çıkıyorum. Bu yapaylıktan çok uzak ışık altında matlaşıyorum, taşlaşıyorum. Pek bir şey hatırlamıyorum. Amaçsızca yürüyorum: anlamsızca amaç arıyorum. Anlam yüklemeye çalışıyorum bir şeylere.

Ürperiyorum, üşüyorum, midem bulanıyor, başım ağrıyor; yaratıklaşıyorum.


(Devam edecek)