Kısa Lafın Uzunu- 3 Renk Serisi: Mavi
Krzysztof Kieślowski'nin yönettiği 3 Renk Serisinin ilk filmini inceliyoruz.
Üç Renk üçlemesi , Krzysztof Kieślowski'nin yönettiği mükemmel bir başyapıttır. Bu seri sırası ile Mavi, Beyaz ve Kırmızı filmlerinden oluşur. Bu filmlerin karakterleri saniyelik kesişmeler yaşasa da genel olarak birbirlerinden bağımsız filmlerdir. Sırasıyla anti-trajedi, anti-komedi ve anti-romantizm olarak görülen bu serinin ilk filmini hadi beraber inceleyelim.
Serinin ilk filmi olan Mavi, kayıp ve yası çok güzel aktaran bir film. Baş karakterimiz Julie ünlü bir bestecinin eşi. Bir kızları var. Bir trafik kazasında hem kızını hem eşini kaybediyor. Filmin başında bu yasın acısı onu tüketiyor, hareket etmek istemiyor. Kendisinin de aynı trafik kazasında bulunması sebebiyle bir süre hastanede kalması gereken Julie cenazeyi televizyondan izliyor. Kızından bahsedildiğinde televizyona dokunması, ifadesi ve her şeyiyle acısını bize geçiren Juliette Binoche abartılı bir oyunculuk olmadan acıyı adeta biz yaşıyormuşuz gibi hissettirebiliyor.
Filmin devamında Julie bütün mal varlığını satıyor ve şehre taşınıyor. Parayı kendisine ait olmayan bir hesapta toplatıyor ve sadece kendi hesabındaki para ile yaşamaya başlıyor. Eski evden ise yalnızca resimde de gördüğünüz mavi avizeyi getiriyor. Mavi renginin fransız bayrağındaki anlamı özgürlük olsa da burada yalnızca hedeflediği şeyi değil de sahip olduğu duyguyu da temsil ettiğini düşünmekteyim: hüzün. Julie film boyunca kendisini acısından özgürleştirme çabası içerisinde; kim olduğunu saklaması, farklı biriyle birlikte olması, şehre taşınması, ropörtaj vermemesi... Yas tutmak kadar yas tutan kişi olmak, acının kimliğinizi ele geçirmesi de zordur. Kendinizi iyileştirmek, özgürleştirmek için acınızdan bağımsız biri olabilmelisiniz. Ancak bu acınızı yok etmek değil, beraber varolabilmektir. Sanki o avize de özgürleşmesini temsil eden kocaman evde beraber yaşadığı hüznü temsi ederken aynı zamanda kocaman yasının içindeki özgürleşme isteğini de temsil ediyor.
Julie'nin acısının sakinliği, filmde seyirciye aktarılma tarzı ise dikkat çeken başka bir kısım. Havuzdaki yüzme sahneleri, adeta Julie'nin zihnini yansıtıyor gibi. Hüznün içerisinde, özgürleşme çabası sarmış, acısını yaşamak istemeyen bir insanın dünyası orası. Bununla beraber anlık karanlıklaşan sahneler sanki bastırdığı acının ona ulaşmasını engelleyemediği zamanları temsil ediyor. Kolyesini aldığı zaman, aldatıldığını öğrendiği zaman gibi.
+Neden ağlıyorsunuz -Çünkü siz ağlamıyorsunuz.
Film boyunca Julie ağlamıyor. Büyük bir acı sonucunda tamamen buz tutmuşcasına işlerini hallediyor. Evdeki görevli ile aralarında geçen üstteki diyalog ise çok vurucu. Birinin ağlamamasına ağlamak... Acın hiç olmadığı için ağlamayabilirsiniz. Ama bazı hisler kelimelere dökülemediği gibi bazı acılar da gözyaşına dökülemez. Görevlinin canını yakan da bu şekilde hissetmesi olabilir. Filmin sonunda ise Julie'yi müziğine geri dönerken görüyor ve en son sahnede ağlarken görüyoruz. Belki de aradığı özgürlük buydu. Müziği ve gözyaşı, sonunda hissedebildiği duyguları idi özgürlük.