Kısa Lafın Uzunu: Gilmore Girls Dizisini Neden Seviyoruz?

Birçok Gilmore Girls sohbetinin ilk bölümüne hoşgeldiniz!

Gilmore Girls sevenler için sonbahar, Gilmore Girls maratonu zamanı demek yanlış olmaz. Bu dizi gerek hissettirdikleri olsun gerek karakterleri ve diyalogları olsun herkese kendinden bir şeyler bulabileceği; kendini evinde hissettiren bir dizi. Diziye hayran gözünden çıkarak baktığında ise çok da bir şey olmayan, normal gidişatta 2 hayatı izlediğimizi fark ediyoruz. Peki buna rağmen bu diziyi neden bu kadar çok seviyoruz?

Bu soruyu biraz düşündüğümde aklıma ilk dizinin hissettirdikleri geliyor. Karakterlerin, diyalogların ya da olayların değil direkt olarak dizinin kendisinin hissettirdikleri. Hayatı romantize etmeyi biraz olsun seven biriyseniz bu dizi size adeta eviniz gibi hissettiriyor. Eğer ders çalışma moduna geçmeyi romantize etmeniz gerekiyorsa, yavaş yavaş dökülen yapraklara ve kuruyan ağaçlara güzel bakmanız gerekiyorsa bu dizi tam size göre. Belki Lorelai ile soğuğun kokusundan karı bile hissedebilirsiniz.


İkinci olarak kesinlikle karakterleri. Bu dizi karakterleri ile sizi kabul edilmiş, hatalarınızla bir bütün olarak güzel hissettirebilir. Tabii yeterince romantize ederseniz. Çünkü bu dizideki her karakterin iyi ve kötü yanları var ve bu onları gerçekçi yapıyor. Bizden biri gibi… Lorelai’ın bağlanma problemleri, Rory’nin bir zamanların zeki çocuğu olma sendromu, Emily’nin mükemmelliyetçiliği, Luke’un sinirli biri olması, Jess’in dengesizliği gibi belki birçok kişinin katlanması zor bulacağı özellikleri, kişilikleri ile bir bütün olarak veriliyor ve bunlara rağmen ki bazen bunlar sebebiyle onları çok seviyoruz. Bizden biri gibiler.

Dizinin diğer bir güzel yönü ise mizah anlayışı. Kültürel referansları bu diziyi çok kaliteli kılan başlıca özelliklerden. Bununla birlikte, ilişkileri ele alışı da diziyi öne çıkarıyor. Anne- kız ilişkisini farklı iki perpektif, farklı iki ilişki dinamiği içerisinde ele alıp bunu yer yer mizahi yer yer ciddi bir şekilde gözler önüne seriyor. Rory üzerinden baba-kız ilişkisini ve Christopher ile kuramadığı ancak büyükbabası ve biraz da Luke ile kurabildiği baba-kız dinamiği ve bunun etkilerini Rory’nin hayatı boyunca gözlemleyebiliyoruz. Hatta Rory’nin hayatı boyunca kurduğu kuramadığı bütün ilişkilerin aldığı kararlara etkisini gözlemleyebiliyoruz; elimizde büyüdü resmen.

Bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir kısım da, Stars Hollow ve bu güzel kasabanın sakinleri. Bu güvende olma hissinin sözlükteki karşılığı olan kasabanın güzel sakinleri Babette, Miss Patty, Kirk ve başka birçoğu diziye renk katmakla beraber bizim de ailemizden biri gibi hissettiriyorler. Bununla birlikte, kasabanın kendisi ve bu kasabanın değişmezliği de güvende hissettiryor. Kirk’ün yönettiği sinemada aynı filmleri izlemek, her hafta ksaba toplantılarına gitmek, Luke’s kahvaltıları eğer bu diziyi maraton şeklinde izliyorsanız adeta sizin de günlük rutininiz haline geliyor.

Rory’den çalışkanlığı, Lorelai’dan hayatı ciddiye almamayı, Emily’den özgüveni ve “Yapana kadar yapabiliyormuş gibi davran.” felsefesini, Luke’tan ise lokantada telefonla konuşmamayı öğrendiğimiz bu dizi bana sıcacık bir ev gibi hissettiriyor. Sonbahar sezonumuz da açılmak üzere olduğuna göre Gilmore Girls maratonu başlasın!