Kıta'nın Vampirleri: Witcher Evreni Vampir Türleri
Soylu Vampirlerin Evreni
Witcher'daki vampirler, bildiğimiz klasik vampir imgelerinden çok farklıdır. Ne aristokratik salonlarda dans ederler ne de sadece geceleri mezardan çıkıp ısırmak için pusuda beklerler. Bu evrende vampir olmak, yalnızca kan içmek ya da ölümsüz olmak anlamına gelmez. Aslında vampirlik, bir kimlik meselesidir; doğayla, geçmişle, dürtülerle ve çoğu zaman yalnızlıkla süren bir mücadelenin adıdır.
Bu yaratıklar, dünyaya insanlar gibi ait değiller. Bir zamanlar gerçekleşen “Kürelerin Kavuşumu” adlı olayla, başka boyutlardan bu dünyaya düşen birçok yabancı varlık arasında vampirler de yer alıyor. Bu ayrıntı çok şey açıklar. Vampirler, ekosistemin doğal bir parçası değil. Onlar, kelimenin tam anlamıyla "öteki." Bu yüzden insanlar için her zaman bir yabancı, her zaman bir tehdit. Ama aynı zamanda, bu "ötekilikleri", onları sadece korkutucu değil, aynı zamanda ilginç ve anlam yüklü kılar.
Witcher evreninde vampirler tek bir kalıba sığmaz. Türlerine göre fiziksel yapıları, zekâ seviyeleri, sosyal davranışları ve ihtiyaçları değişir. Bazıları yalnızca bir canavardır: avlanır, emer, yok eder. Bazıları ise, ölümlülerden daha fazla düşünür, sorgular, pişmanlık duyar. En üst seviyedeki vampir türüne “yüksek vampirler” denir. Bu vampirler kana muhtaç değildir. Kan içmek onlar için bir ihtiyaç değil, bir zevktir. İstedikleri zaman içebilirler, ama istemezlerse yüz yıl boyunca hiç içmeden yaşayabilirler. Hatta ölmezler bile. Bedenleri yok edilse dahi, zamanla kendilerini yeniden oluşturabilirler. Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele, bu gücün altında yatan zihinlerin ne yaptığıdır.
Regis bu konuda en iyi örneklerden biridir. O bir yüksek vampirdir ama sıradan vampir hikâyelerinde görmeye alışık olduğumuz o kana susamışlık, onun geçmişinde kalmıştır. Zamanında kontrolsüz bir şekilde kan içmiş, öldürmüş, şehirleri kasıp kavurmuş. Ama sonra bir şey olmuş. Neye dönüştüğünü fark etmiş. Ve kendi doğasına karşı çıkmaya karar vermiş. Vampirliğini inkâr etmeden, ama onunla körü körüne hareket etmeden yaşamayı seçmiş. Alkolik birinin içkiyi bırakması gibi, o da kan içmeyi bırakmış. Ama bu kolay bir süreç olmamış. Fiziksel bir bağımlılık olmasa da, bir dürtüye, bir alışkanlığa, hatta bir geçmişe direnmiş. Bu yüzden Regis yalnızca bir vampir değil, aynı zamanda bir düşünce biçiminin temsilidir: Kendini yeniden inşa etmeye çalışan bir varlık.
Ama her vampir Regis gibi değil. Witcher evreninde vampir türleri çeşitlidir ve her biri farklı bir tehdidi, farklı bir karakter yapısını temsil eder. Örneğin bruxa adı verilen vampir türü, genellikle kadın formunda ortaya çıkar. Güzel, zarif, sessiz… ama bir o kadar ölümcüldür. İnsanlara yaklaşmak için görünümünü kullanır. Fakat bir kez saldırıya geçtiğinde, insanüstü hızda hareket eder, çığlığıyla düşmanlarını sersemletir ve acımasızca parçalar. Güzelliği yanıltıcıdır; altındaki şey vahşi bir hayvandır.
Katakan türü vampirler daha sinsidir. İnsanlar arasında fark edilmeden dolaşabilirler. Genellikle yalnızdırlar. Sessizce avlarını takip eder, doğru anı bekler ve bir gölge gibi vururlar. Düşünürler, plan yaparlar. Gözle görünmez olmazlar ama görünmez kadar tehlikelidirler. Sanki doğanın içinden değil de, doğanın karanlık bir kopyasından çıkmış gibidirler.
Daha alt seviyedeki vampir türleri ise konuşmaz, düşünmez. Sadece içgüdüyle hareket eder. Ekimmara ve fleder türleri bu kategoriye girer. Onlar devasa ağızları, çürümüş tenleri ve grotesk görünümleriyle birer canavardır. Bir insanla karşılaştıklarında hiçbir soru sormaz, hiçbir gerekçe aramazlar. Tek yaptıkları şey saldırmak ve beslenmektir. Kendi doğalarının dışına çıkamazlar. Yani Regis’in temsil ettiği ahlaki çatışma, bu yaratıklarda yoktur. Onlar karanlığın saf halidir.
Bütün bu türler bir arada düşünüldüğünde, Witcher evrenindeki vampirlerin yalnızca “korku figürü” olarak tasarlanmadığı açıkça görülür. Her tür bir düşünce biçimini, bir psikolojik durumu ya da bir ahlaki tercihi temsil eder. Vampir, sadece ölümsüzlük değil, aynı zamanda kimin doğasına teslim olduğu, kiminse ona direndiği sorusunu taşır.
İlginç olan, vampirlerin insanlar arasında yaşamayı tercih edebilmesidir. Hatta bazı vampirler, şehirlerde yıllarca fark edilmeden yaşamıştır. İnsanları öldürmemiş, kan içmemiş, sadece var olmuştur. Bu da şu soruyu doğurur: Bir vampir gerçekten kimseye zarar vermiyorsa, hâlâ bir canavar mıdır? Yoksa asıl sorun onun türü mü, yoksa insanların ona bakış açısı mı?
Witcher evreninde bu sorulara net cevaplar verilmez. Geralt gibi bir witcher bile her vampiri öldürmez. Bazılarıyla konuşur, bazılarını serbest bırakır, bazılarına güvenir. Çünkü bu dünyada hiçbir şey mutlak değildir. İyilik de kötülük de, canlılar gibi karmaşıktır. Vampirler ise bu karmaşanın içindeki en derin yansımalardan biridir.
Witcher’daki vampirler yalnızca korkulacak yaratıklar değil. Onlar, insanın kendi içindeki karanlıkla yüzleşme biçimlerinden biridir. Bastırılan arzular, geçmişin yükü, ölümsüzlük arayışı, yalnızlık, bağımlılık, etik sorular… Tüm bunlar, bu evrendeki vampirlerin içinde saklıdır. Belki de bu yüzden onları izlemek, onları anlamaya çalışmak bu kadar etkileyici.