Kitap İncelemesi: Kardeşimin Hikayesi

Aşkın ne kadar güçlü bir duygu olduğunu en acı şekilde gösteren bir hikaye: Lütfü Livaneli'nin kaleminden Kardeşimin Hikayesi


“Geçmişi unut

Koy bir kenara

Yeni bir sayfa aç

Kurtar benliğini dünden

Bugünün çocuğu ol”

Son zamanlarda okuyup en etkilendiğim ve hiçbir şekilde beklemediğim bir sonla karşı karşıya kaldığım roman Kardeşimin Hikayesi, oldukça başarılı bir Livaneli eseri. Ruhu, yaşadıkları sonucunda ölmüş birinin bedenine giren ve diğer bedenin yaşadıklarına şahit olup ayrıldığı bedenle duygudaşlık kuran bir adamın hikayesini okuyoruz bu romanda.

Roman, kendine has özellikleriyle orijinal bir karakter özelliğine sahip Ahmet’in, İstanbul’un kaosundan özel sebeplerle ayrılıp taşındığı küçük bir Karadeniz kasabası Podima’da yaşanan bir cinayetle başlıyor. Bu cinayetin çözümü ve haberinin yayılması vesilesiyle tanıştığı gazeteci bir kızla kurduğu muhabbet sayesinde Ahmet’in eşsiz hayat hikayesiyle tanışıyoruz.

Romanı özel kılan durumlardan bahsedersem hiçbir anlamı kalmayacağı için konuyu bu kadar özetlemek yeterli sanıyorum. Romanın baş karakteri Ahmet’in karakterini ve mizacını meydana getiren olayların sonuçlarıyla karşı karşıya kaldığımız romanda, Ahmet’in tüm duygusal bakış açılarından uzak fikirlerine zaman zaman hak verirken zaman zaman da katılmadığımı söylemeliyim.

Romanda, bir Livaneli eseri olmasının sonucu olarak Ahmet aracılığıyla dile getirilen bazı düşünceler çok etkileyiciydi ve okuru uzun uzun düşündürmeye sevk edecek bilgece fikirler bulunuyordu. Bu sebeple romanı okumak keyifli bir süreçti.

Anlatımının güzelliği ve akıcılığı sayesinde kitabı sıkılmadan okudum ve romanın sonunda tüm parçaların birbirini tamamlamasını her bir detayıyla çok sevdim. Kitapta hiçbir şeyin rastgele konulduğunu düşünmüyorum, örneğin Ahmet’in evindeki dizayn ve kitaplıklarının isimleri, bahsedilen dizelerin hepsi aslında Ahmet’in bulunduğu durumun en güzel özetiydi ve kendisi farkında olmasa da hayatından çıkardığı derslerdi.

“İnsan soyunun en tehlikeli duygusu aşktır.”

Ahmet’in, duygusal odaklı düşünememesi ve çoğu duyguyu hissedemiyor oluşunu görünce başlarda doğuştan gelen ruhsal bir hastalığı olduğunu düşünmüştüm ama halbuki zamanında o kadar çok şey hissetmiş ki adeta fazla yüklenmeden patlayan bir sistemin patlaması gibi bir patlama olmuş kahramanın iç dünyasında.

Sonrası ise iç parçalayan bir sessizlik.

Roman boyunca Ahmet’in, birçok yerde bazı insanların ruhlarının bedenlerinden çok daha önce çürüdüğünü, öldüğünü söylediğini görüyoruz. Belki de kahramanın bilinçdışı söylediği bu sözler hikayeyi anlatan tek bir cümle. Söz konusu fazla yaralanmış ve bedenlerinin iflasından önce, ait oldukları bedenleri terk eden, çürümüş ruhlar, bazı insani ve güzel duygulardan zehirleniyorlar. Tıpkı kitapta olduğu gibi.

İnsan, her şeyden önce duygusal bir varlık ve beynimiz bazen kalbimizin taşıdıklarını taşıyamayabiliyor. Ruhumuzun hissettiklerini ve tüm kırgınlıklarını karşılayamayabiliyor çünkü beynimiz bu dünyayı algılamak için var ve bazen fazla yüklenmeden iflas edebiliyor.

Aşk çok tehlikeli olduğu ve bunu “Mehmet” üzerinden incelediği için, Ahmet’in kimseye aşık olmamaya karar verdiğini görüyoruz. Ahmet’in gazeteci kıza aşkın ne kadar tehlikeli olduğunu ve ölümcül sonuçlara, felaketlere yol açtığını anlattığı romanda Livaneli, “aşkın” ölümcül sonuçları olabileceğini gösteriyor bize.

Kardeşimin Hikâyesi’ni okurken, en çok “sağlıklı hissetmek” hakkında düşündüm sanırım. Hissettiğimiz her duyguyu, doğru dengesinde ve sağlıklı bir şekilde hissedebilsek belki de aşk ya da nefret gibi duyguların değil, insan psikolojisinin bu gibi duygularla başa çıkamamasının ölümcül olduğunu anlarız. Duyguların bir suçu olmadığını, psikologların söylediği gibi, duyguların sadece bir navigasyon hüviyetinde olduğunu anlayıp yolumuzu bu şekilde seçsek, belki de aşk bir hastalık gibi değil bir ilaç gibi gelecektir.

Belki de aşk, yüce bir duygu olarak saf bir incidir, belki de sadece insanın kabul etmesi gereken bir sınavdır.