Koç Carter: Bir Şampiyon Yaratmak

“Başardığınız şey yenilgiden bir zafer doğacağını göstermekti.”

Lise yıllarında hayata karşı kendimizi çok güçsüz ve kırılgan hissederiz. Bu dönemlerde belli etmesek de bir kurtarıcının bize yol göstermesini bekleriz. Başrolünde Samuel L. Jackson'un rol aldığı 2005 yılı yapımı Koç Carter filmi gençlere umutla kılavuz olmuş bir öğretmenin yaşam öyküsünü konu alan etkileyici bir film. Gelin hep birlikte bir yenilgiden nasıl zafer yaratıldığını görelim.

Eski bir lise basketbol koçu olan Ken Ray Carter’ın (bir eğitim aktivisti) biyografisini anlatan film; doğdukları yer nedeniyle dezavantajlı konumda olan insanların toplumun onlara biçtiği rollerin dışında da (eğer biraz çaba gösterirlerse) güzel bir geleceğe sahip olabileceklerini konu alır.

Ken Carter, Richmond Lisesi’nin eski öğrencisidir ve lise basketbol takımında henüz kırılamamış birçok başarılar elde etmiş bir spor kariyerine sahiptir. Artık basketboldan emekli olmuş bir spor mağazası işletmektedir. Bir gün kendisine eski lisesi Richmond Lisesi’nden koçluk teklifi gelir. Çok da istekli olmayarak bu teklifi kabul etmiştir ancak takımın disiplinsiz ve sorumsuz gençlerden oluşması ve mezun olduğu okulunun eğitim-öğretim düzeninin hiçbir şekilde değişmemiş olduğunu görmesi bu koçluk işini bir görev olarak görmesini sağlar. Bu durum onu çok üzer ve hem bu gençlerin geleceğine ışık tutmak hem de bir şeyleri iyi yönde değiştirebilmek adına işe koyulur.

Koç Carter, ilk olarak koçluk yapacağı takımın oyuncularına çeşitli kurallar içeren birer sözleşme imzalatır. Bu sözleşmeye göre takım oyuncuları; derslere düzenli katılacak, 2,3 not ortalamasına sahip olacak ve antrenman dışında okula takım elbise ile gelip örnek davranışlar sergilemeye özen gösterecektir. Bunun en önemli göstergesi olarak kendi herkese “Efendim” diye seslenir ve onlardan da bu hitabı bekler. Oğlu onun takımında oynamak istediğinde onu diğer öğrencilerden ayırmaz, gerektiğinde en ağır cezaları verir. Bu durum diğer takım üyelerinin Koç’a daha çok güven ve saygı duymalarını sağlar.

Bu sözleşme başta takımdaki oyunculara ve onların ailelerine zor ve anlamsız gelir. Aynı zaman da okul yönetimi de bu durumdan memnun değildir. Ancak Koç Carter, hiç kimseye kulak asmaz ve kurallarına sahip çıkar. Disiplinsiz davranışlara müsaade etmez. Bunda ısrar eden oyuncuları takımdan uzaklaştırır. Antrenman saatlerine çok katı riayet edilmesini ister. Kondisyonun ve defansın her zaman hücumdan önemli olduğunu savunur. Kurallara uymayanlara 1000 şınav, 1000 tur salon etrafında koşma gibi ağır cezalar verir. Koç Carter’a karşı çıkıp takımdan ayrılan Timo Cruz adlı öğrenci tekrar takıma girmek istediğinde de ona çok ağır cezalar verir. Bu cezaları tek başına yapamayacağını bilen takım arkadaşları da onun takıma geri dönmesi için cezasını paylaşır ve cezaları birlikte bitirirler. Bu durum Koç Carter’in doğru yolda olduğunu; öğrencilerin gerçek bir takım ruhu sergilediklerini ve biz olmanın değerini gösterir. Tüm bu çalışmaların sonucunda takım oyuncuları da Koç Carter’ın çalışma düzenine alışır ve lise hayatları boyunca görmedikleri başarılara imza atarlar.

Richmond Lisesi’nde tek sorun takımın başarılar elde etmesini sağlamak değil, aynı zamanda her öğrencinin kendi geleceğinin sorumluluğunu alabilecek yeterlilikte olması ve kötü şeyler yaşadıkları için kötü şeyler yapmak zorunda olmadıklarını anlamalarını sağlamaktır. Koç Carter, Amerika’da 18-24 yaşındaki siyahi erkeklerin %33’ünün hapislerde olduğu gerçeğini takımıyla paylaşır. Onlara böyle olmak zorunda olmadığını söyler. Worm diye bir öğrencinin takım arkadaşına “Zenci” olarak seslenmesi üzerine Koç Carter “Zenci, atalarımızı aşağılayan, onur kırıcı bir hitaptır. Eğer bunu bir beyaz söyleseydi kavga çıkartırdınız. Siz kendinizi böyle adlandırdığınız için onlar da söylüyor.” Diyerek kendilerine biçilen bu rolün aslında istemsiz olarak kendi davranışlarından da kaynaklanabileceğini göstermektedir.

Maçlarda alınan galibiyetler, Koç Carter’in diğer hocalardan aldığı akademik değerlendirme raporlarında kendini göstermez. Öğrencilerin akademik notları ve devamlılıkları çok düşüktür. Koç Carter, durumun ciddiyetini daha net göstermek için spor salonunu kilitler ve hiçbir maça çıkılmayacağını, akademik ortalamanın 2,3 notuna gelene kadar takım bireylerinin kütüphanede ders çalışmaları gerektiğini bildirir. Bu durum hem öğrencilerin velilerinin hem de okul yönetiminin tepkisini çeker. Koç Carter’ın bu hareketi büyük bir yankı uyandırır ki televizyon kanallarında ana haberde yayınlanır. Halbuki Koç Carter’ın anlatmak istediği hayatın sadece basketbol müsabakalarından ibaret olmadığı, başarılı olmak için akademik eğitimin de önemli olduğunu vurgulamaktır. Koç’un amacı öğrencileri sadece maça değil hayata hazırlamaktır.

Veliler ve okul yönetimi Koç Carter’ın savunmasını almak için bir kurul düzenler, bu kurulda spor salonun açılması kararı alınır ve Koç Carter yaptığı şeyi anlamadıkları ve bu zamanki çabalarının boşa gittiğini düşünerek görevinden istifa eder. O gün son bir kez spor salonuna gittiğinde öğrencilerinin spor salonunda bir sınıf oluşturduğunu ve derslerine çalıştığını görür. Aslında gördüğü manzara bu zamana kadar Koç Carter’ın ara ara sorduğu sorunun yanıtıdır: “En büyük korkunuz nedir?”

Bu soru diğer arkadaşlarından biraz daha farklı olarak ölüme çok yakınının canıyla şahit olmuş Timo Cruz tarafından yanıtlanır:

“En büyük korkumuz hala yetersiz olmamız değil. En büyük korkumuz sanılanın ötesinde güçlü olmamız. Bizi en çok korkutan karanlık değil, kendi ışığımız. Küçük oynaman dünyanın işine yaramaz. Etrafındaki insanların kendilerini güvende hissetmeleri için sana yeteri kadar ışık vermez. Bizler parıldamak zorunda olan çocuklarız. Sadece birkaçımız değil, hepimiz yapmalıyız bunu. Kendi ışığımızla etrafı aydınlatırken diğerlerini de bilinçsizce aynı şeye zorluyoruz ve kendi korkularımızdan kurtuluyoruz. Bizim varlığımız diğerlerini de özgür kılıyor. Sadece teşekkür etmek istedim efendim, hayatımı kurtardınız.”

Tüm çalışmalar neticesinde hem takım oyuncularının not ortalamaları yükselir hem de başarılı bir sezon geçirerek geçen sezon mağlup oldukları Mustangs takımına karşı eyalet final maçlarında oynamaya hak kazanırlar. Maç başa baş mücadele ile geçer ancak Richmond Oilers takımı yenilerek ikinci olur. Ancak bu durum bir yenilgi değil Richmond için bir zaferdi. Hem kendilerini basketbolda kanıtladılar hem de takımdan 6 kişi üniversiteye girmeye hak kazandı.

Filmin son sahnesinde Koç’un maçı ikincilikle bitiren takımına yaptığı şu konuşma, hayalci bir motivasyon konuşması değil gerçek bir rehberliği yansıtır:

Masallardaki gibi bitmedi değil mi? En azından bizim için… Ama sizler tıpkı şampiyonlar gibi oynadınız. Asla pes etmediniz. Ve şampiyonlar başını hep dik tutar. Bugün başardığınız şeyden yarın gazetelerde yarım sayfa bile bahsedilmeyecek. Sizler bazı insanların bulmak için bir ömür harcadığı bir şey başardınız. Başardığınız şey yenilgiden bir zafer doğacağını göstermekti. Beyler sizinle büyük gurur duyuyorum.”