Koşullar Ne Kadar Etkili?

Şairlerin görevi sadece düşüncelerini paylaşmak değil aynı zamanda halkın aynası da olabilmektir.

Geçmişten bugüne düşüncelerin, olayların ve olguların aktarılmasında edebiyatın bir görevinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Toplumun hafızasında yer eden fikirlerin ve onların büyüyüp insanların hayatında kalıcı bir etki oluşturmasında edebiyatın bir katkısı vardır. Edebiyat bu işlevinde ayna görevindedir. Şairler, yazarlar, eleştirmenler ve daha fazlası kalemlerinin mürekkebinde çağının gerektirdiklerini ve olanaklarını biriktirir, mürekkebi koyulaştırır. Edebi ürün meydana getiren kişilerin eserlerinde sosyolojiden bağımsız harfler ve kelimeler yoktur, o eserlerde toplumun yaşayışı büyük ölçüde kelimelerin ardında saklı bir şekilde okuyucularını beklemektedir.

 Her edebi eser ister şiir ister roman ister tiyatro metni olsun çağının kelimeleriyle oluşur. Hiçbir edebi eser yoktur ki var olduğu koşullardan etkilenmesin. Kimi yazar açıkça gününün olan bitenlerini eserinde açıkça belirtir kimi yazar sanatsal bir yolla okuyucusuna olanları hissettirir. Yazarın başarısından ayrı tutularak görülür ki edebiyatın tanınma ve tanıtma görevi yerine getirilmiştir. Bu bağlamda Türk edebiyatının dönemlere ayrılması şairlerin belirli çağlarda belirli ideolojiler üzerinde yazılar kaleme almalarından dolayı şekillendiği görülebilir. Tanzimat Dönemi dahi tek başına düşünüldüğünde bir grup şair o dönemde yaşanılan gelişmeleri halkı aydınlatmak için yazıya dökerken diğer gruptaki şairler ise yine çağının gerektirdiği zorunluluktan dolayı gerçeklere değinmemek suretiyle sanatsal metinler yazmıştır. Bu örnekte görüldüğü üzere iki grup şair devrinin olaylarını, yasaklarını ve zorunluluklarını eserlerinde belirli bir üslupla göstermişlerdir. Kimi şairler vardır ki onlar, Sabri Ülgener’in de İki Devir ve İki Terkib-i Bend adlı makalesinde belirttiği üzere “zihniyet tahliline en yatkın türlerden biri olan terkib-i bend” yazarlarıdır. Bunlar taşrada meydana gelen olayların analizini yapan Bağdatlı Ruhi ve merkezde gerçekleşen usulsüzlüklerin ortaya çıkması amacıyla şikayetlerini arz eden Ziya Paşa’dır. İki şair arasında birkaç yüzyıl olmasına rağmen yaşadıkları çevrenin zihniyetini terkib-i bentlerinde açıkça göstermekten geri durmamışlardır. Aynı zamanda düşüncelerini dile getirirken bile kendi kimlikleri eserlerinde görülmektedir. Örnek verilen şairler devrinin olaylarına şahitlik edip yazıya aktardıklarında yazın hayatına sosyolojik belge niteliğinde eser de bırakmış olurlar. Devrinin insanları yahut kendilerinden sonraki nesilleri şiirlerini okuduklarında geçmişte olup biten olayları, olayların nedenlerini ve sonuçlarını aynı zamanda da toplumu etkileme biçimlerini anlayabilirler. Toplumun kimliği şairler aracılığıyla çizilebilir, analizi yapılabilir. Şairlerin görevi sadece düşüncelerini paylaşmak değil aynı zamanda halkın aynası da olabilmektir.

Edebi eserlerin belge niteliği olma özelliği gözden kaçırılamayacak kadar gerçektir. Her edebi eser çağının zihniyetini bünyesinde taşır. Bir romanı bir şiiri eline alan insan, yazılan eserin hangi yüzyılda yazıldığını ve yazarının kim olduğunu satırlarından tanıyabilir. Edebiyat sadece kelimelerin bir arada bulunduğu sayfalardan oluşmaz. O kelimelerin birleşiminde toplumun hafızasının kırıntıları da vardır. O cümleler devrinin şahidi ve kimliğidir.