Kültürel Mirasın Karaborsası: Tarihi Eser Kaçakçılığı Üzerine

Tarihi eser kaçakçılığıyla savaş


 

Bir düşünün, binlerce yıl öncesinden kalan bir heykel, toprağın altından çıkarılıyor. Belki bir tapınağın kalıntılarından, belki de antik bir kentin meydanından. Ancak bu heykel, gün yüzüne çıkar çıkmaz ait olduğu topraklardan koparılıyor; gizli kapaklı anlaşmalar, gece yarısı operasyonları, karanlık yollar… Peki, bu heykel hangi vitrine ulaşacak, hangi gözler ona hayranlıkla bakacak?

Tarihi eser kaçakçılığı dediğimizde, sadece bir objenin yasadışı şekilde el değiştirmesinden bahsetmiyoruz. Her bir eser, geçmişin bugüne gönderdiği bir mektup; kültürel mirasın parçaları. Onlar olmadan tarihimiz eksik, hikayemiz yarım kalıyor. Peki, neden bu kadar değerli olan bu miras böylesine hoyratça yağmalanıyor?

Tarihi eserlerin karaborsası, milyonlarca dolarlık bir piyasa. Her bir parça, özel koleksiyonlara katılmak, bir müzede sergilenmek veya bir duvarda süs olarak asılmak üzere sahipleniliyor. Ama kimsenin aklına gelmiyor; bu eser hangi toprağın, hangi halkın, hangi uygarlığın mirası?

Bir müzeye girdiğimizde sergilenen eserlere bakarken duyduğumuz hayranlık, ne yazık ki bu karanlık gerçekliği örtmeye yetmiyor. Sorgulamıyoruz; bu heykel buraya nasıl geldi, bu yazıt hangi köyün altından söküldü? Ülkeler bu kültürel hırsızlığa karşı yasal mücadeleler veriyor ama sonuç her zaman istenildiği gibi olmuyor.

Her kayıp eser, bir hikayenin yarım kalması demek. Eserin bulunduğu coğrafya, dönemin kültürü, inançları, yaşam biçimleri… Tüm bunlar birlikte bir anlam ifade ederken, tek başına ele geçirilen bir eser, sadece estetik bir obje olarak kalıyor. Oysa her taşın, her çizginin anlatacak bir hikayesi var.

Düşünün, bir arkeolog sabırla toprağı kazarken bulduğu küçük bir obje, o döneme ait büyük sırlar taşıyabilir. Ama bu obje, yasa dışı yollarla çıkarıldığında bilimsel değeri de kayboluyor.

Eserin kökeni, bulunduğu katman, çevresel veriler… Tüm bu bilgiler, tarihi aydınlatan ipuçlarıyken, kaçakçılar tarafından yerle bir ediliyor.

Peki biz ne yapabiliriz? Koleksiyonerler, müzeler, turistler… Hepimiz bu hikayenin bir parçasıyız. Öncelikle, gördüğümüz her tarihi eserin ardındaki öyküyü sorgulamalıyız. Nereden geldi, hangi ellerden geçti? Satın aldığımız bir antika, aslında bir kültürün kayıp parçası olabilir mi?

Eserlerin kendi topraklarında, kendi hikayeleriyle anlatılması gerektiğine inanmalıyız. Bir ülkenin müzesinde sergilenen bir tarihi eser, o ülkenin çocuklarına ilham verir, tarihine sahip çıkmasını sağlar.

Belki de asıl soru bu; kayıp geçmişi geri getirebilir miyiz? Çalınan, kaybolan her eser geri dönmeyebilir. Ama bu karanlık ticareti durdurmak elimizde. Her birey, her kurum üzerine düşeni yaparsa; belki bir gün bu toprakların hikayesi tamamlanır.

Tarihi eserler sadece estetik objeler değil; onlar kimliğimiz, geçmişimiz, köklerimiz. Ve köklerimizden koparılmadan büyümek, geleceğe sağlam adımlarla yürümek istiyorsak, kültürel mirasımıza sahip çıkmalıyız. Bu, sadece bir mücadele değil; bu, geçmişi ve geleceği bir arada yaşatma savaşı.