L.C.V

Lütfen Cevap Veriniz filmine verdiğim ve tatmin etmeyen kısa cevaplar.

Bazen evlerin açık kalmış perdelerinin içinden odaları seyrederiz, yalnızca bir koltuk görünür belki çok eski ya da güzel büyük bir avize loş bir ışık veren. Görmek istediğimiz bir eşya mıdır sahiden yoksa oralarda bir şeyler bulabilmeyi mi ararız? Bir ihtimal, o evin sırlarını merak ederiz. O koltukta en son hangi film seyredildi, avizenin altında dans etti mi evin sahibi hiç? Ya da eğer bir mutfaksa o pencerenin ardı, hevesle hazırlanan bir akşam yemeğine geç kalan sevgilinin alçakça bahanesiyle un ufak olmuştur belki birkaç bardak ya da tabak. Yalnızca bakmak isteriz içeri, sanki bir hayatı ufak pencerelerden izlemek mümkünmüş gibi.

Çok yılların, çok insanların geçtiği bir ev düşünüyorum. Aslında şöyle bir bakınca güzel, hatta eğilmeyince ve yakınlaşmayınca usulca, çok güzel. Yeşil fayansları var mutfakta, duvarlar tatlı bir kahve. Tavanıysa çok yüksek, bir sürü güzel eski dolap var her yerde. Çıkmak gerek evden şimdi; tanımadan onu, görmeden izlerini, yıllarını. Çünkü biraz dikkatli bakınca saklayamıyor kendini, tüm kusurları gözlerimin içine bakıyor dolu dolu. O güzel yeşil fayanslar leş gibi leke tutmuş, duvarlar yer yer çatlamış bazı yerlerdindeyse tuttuğu yaralardan göçükleri kalmış. Çivi izleri sanki bir şeyleri saklamaya çalışır gibi yersiz aralara sıkışmış. Kendinden kaçmış, olmazlanmış birileri.

Acaba bunca yalanına rağmen o birileri, sevebilmiş mi burada geçen günlerini? Belki yıllarda gizlemiştir bu ev kendini, ışıkları pek parlamamıştır kimse onu görmesin diye. Dikkatileri hep güzelliklerinin üstüne sarmıştır ve yanlış giden herkesi acımasızca yakmıştır.

Belki de kimse görmek istemedi evin iğrenç taraflarını. Herkes aynı kusura arkasını döndü ve yaşayan kaç insan varsa o kadar sırt aynı yarayı gördü. Belki de böyle yaşaması daha kolaydı ve de sevmesi yuvasını. Yapacak bir şey yoktu, belki alıştılar yıkık tavana, ellerine batan pencere kenarı tahtalarına. Birçok kişi defalarca anlatmaya çalıştı da her birine, vazgeçecek cesareti yoktu kimselerin tuzlu balkonlarını bırakıp kaçmaya.

Filmin tuzlu balkonuysa Ceren, Semih ve Mert'i öylesi tutmuş ki kollarında; hareket eden kim varsa düşmek üzere sanki aşağıya. Tepetaklak olmak üzere gibi görünüyor her şey. Yalanlar ve lekeli fayanslar bir odada bu üç kişinin etrafında bekliyor yutmak için sırayla. Aslında bıraksalar direnmeyi, önce Ceren atlasa bir köşeden. Çok yorgun Ceren. Biraz dinlenebilse, tek başına yürüse bir yerlerde mesela tek katlı evlerin sarı ışıklarla aydınlattığı bir sokakta, akşam vakti otursa bir kaldırıma. Çok geç fark ettiği yaralarını sarmak için kalsa biraz oralarda.

Sonra Semih, Mert'in elinden tutsa, birkaç dakika için sarılsa sessizce ve gerçekten kendi olabilse en sonunda. Yarattığı kendinden soyunsa, özüyle kalabilse ve bambaşka bir pencereden atlasalar el ele, gözlerini kapatmasalar da dursalar öylece. Parçalansalar ilk önce, çok kanasalar ve çok acısalar. Belki anlarlar, düşmek çok da kötü bir şey değil ve yeniden başlamak için biraz kanamak lazımdır ya da iyileşebilmek için.

Fakat Ceren hiç ölmedi ve doğmadı yeni baştan. Semih tüm hayatını kaşıkla kazdığı bir çukurda yaşamaya mahkum etti kendini. Korkaklığının bedelini fark edemeyeceği kadar ağır ödedi. Mert ise el ele tutuşarak odadan çıkan iki yalancının arkasından baktı bir süre. Hâlâ balkondaydı ve hâlâ atlamaya hazırdı Semih'in dönüşüyle. Kimse onu sormadı, dinlemedi ve merak etmedi. Elleri birbirini sıkıca kenetlenmişken parmaklarının arasındaki yalanlar kaşındırdı gelinle damadı. Kaşındılar, kaşındılar, kaşındılar. En sonunda yara bere içinde kaldılar.

Yeşil fayanslar gibi, tatlı kahve duvarlar gibi, yüksek tavanlar gibi. Kimse anlamadı kırıklarını göçüklerini ve yosun tutmuş köşelerini. Ama onlar hep bildiler ve her gün birbirlerine sırtlarını döndüler. Evlerinin önünden geçen hafif yorgun ve meraklı insanlarsa gördükleri büyük avizeden hikâyeler düşlemeye devam ettiler.