Madenler: Yeşilenerjinin kirli yüzü
Temiz gelecek için kirlenen doğa
İklim krizinin tam içindeyken bu krizlerin etkilerini azaltmak için uluslararası dünyada ortak bazı çabalar sarf ediyoruz. Temiz enerji, karbon nötr hedefler, sürdürülebilir kalkınma ve çözüm yöntemleri olarak; elektrikli araçlar, güneş panelleri, rüzgar türbinleri... Her şey kulağa umut verici geliyor, değil mi? Gezegenimizi kurtarmak, fosil yakıtlardan uzaklaşmak, iklim krizine dur demek... Bunlara kim hayır diyebilir ki?
Ama durup bir nefes alalım. Bu “temiz enerji devrimi” gerçekten ne kadar temiz? Ya da daha açık soralım: Bu devrimi gerçekleştirmek için neleri feda ediyoruz?
Temiz teknolojinin kirli hammaddesi
Yeşil teknolojilerin kalbinde, adlarını çoğumuzun yeni yeni duyduğu madenler var: lityum, kobalt, nikel, grafit ve nadir toprak elementleri... Elektrikli araçların bataryalarından tut, güneş panellerine, rüzgar türbinlerine kadar her yerde bu madenler kullanılıyor.
Ama bu madenler gökten düşmüyor. Çıkarılmaları için tonlarca toprak kazılıyor, ormanlar yok ediliyor, su kaynakları tükeniyor, yerel halklar yerinden ediliyor. Yani yeşil enerjiye geçerken aslında başka yerlerde doğayı kirletiyor, zarar veriyor, sömürü yaratıyoruz.
Lityum: beyaz altın mı, ekolojik felaket mi?
Lityum, özellikle elektrikli araç bataryalarının olmazsa olmazı. Ama onun çıkarıldığı yerlere bakınca manzara pek iç açıcı değil. Örneğin Güney Amerika’daki "lityum üçgeni" (Bolivya, Şili, Arjantin), dünyanın en büyük lityum rezervlerini barındırıyor. Burada lityum, yer altındaki tuzlu suyun buharlaştırılmasıyla elde ediliyor. Bu süreçte milyonlarca litre su kullanılıyor, tarım yapılamaz hâle geliyor. Yerli halkın geçim kaynakları da maalesef yok oluyor.
Ama ne ironi... Su kıtlığı olan bölgelerde, iklim krizini durdurmak için su tüketiyoruz.
Kobalt: Bir batarya için bir çocuk işçi
Kobaltın hikâyesi daha da karanlık. Bataryalarda stabilite sağlamak için kullanılıyor. Ve bu madenin %70’inden fazlası Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nden geliyor. Kongo’da birçok maden sahasında çocuk işçiler çalıştırılıyor, hatta bazen çıplak elle kazı yapıyorlar! İş güvenliğinin i'si bile yok. Yaşamlarını riske atıyorlar. Büyük kâr payları ise batarya devi şirketlerin ceplerine giriyor sadece.
Yani bir elektrikli araç alırken karbon ayak izimizi azaltıyor olabiliriz ama başka coğrafyalarda sömürü ve adaletsizlik yaratıyoruz. Tüm bunlar yeşil sömürgecilik olarak adlandırılıyor.
Ormansızlaşma ve biyoçeşitlilik kaybı
Maden çıkarılan alanlarda genellikle önce ormanlar kesiliyor, sonra açık ocak madenciliği yapılıyor. Bu da tabii ki toprağın yapısını bozuyor, hayvanların yaşam alanlarını yok ediyor, bitki örtüsünü kalıcı olarak tahrip ediyor.
Örneğin Endonezya'da nikel madenciliği, yağmur ormanlarını tehdit ediyor. Amazon’da yapılmak istenen bazı maden projeleri ise “yeşil enerji” adına, gezegenin akciğerlerini kesme riskini barındırıyor.
Su kirliliği ve atık sorunu
Maden çıkarımında kullanılan kimyasallar (sülfürik asit, siyanür vb.), hem yeraltı hem de yüzey sularına karışabiliyor. Bazı bölgelerde nehirler zehirli akıyor, balıkçılık ve tarım bitiyor. Atık barajlarının patlaması, yerel ekosistemleri felce uğratıyor.
Yani "yeşil enerji" için kurulan sistemler, çıkarıldıkları yerlerde kara lekeler bırakabiliyor.
Bu noktada kendimize dürüstçe sormamız gerekiyor: “Yeşil” olacağız derken başka yerleri “griye” mi boyuyoruz?
Elbette enerji dönüşümü şart. Fosil yakıtlarla devam edemeyiz. Ama bu dönüşümü yaparken doğaya başka yerlerden zarar vermek pahasına değil, daha adil, daha dengeli, daha şeffaf yollarla yapmamız gerek.
Peki neler yapabiliriz?
İşte bazı çözüm yolları:
- Geri Dönüşüm: Elektronik atıkların, bataryaların geri kazanımı teşvik edilmeli. Bu sayede yeni maden çıkarımı azaltılabilir.
- Adil Tedarik Zincirleri: Madenlerin çıkarıldığı bölgelerdeki toplulukların hakları gözetilmeli, çocuk işçiliği ve çevre katliamı engellenmeli.
- Yeni Teknolojiler: Daha az maden gerektiren batarya sistemleri ve alternatif enerji teknolojileri geliştirilmeli.
- Tüketim Azaltımı: Sürekli yeni cihazlar almak yerine uzun ömürlü ürünler tercih edilmeli. Tüketim alışkanlıklarımız bu talebi şekillendiriyor.
- Yerel Direnişleri Dinlemek: Sırbistan, Arjantin, Şili ve Kongo’daki halk direnişleri boşuna değil. Bu sesleri duymazsak, yeşil dönüşüm bir sömürü aracı hâline gelir.
Temiz gelecek kirli yoldan gelmemeli
Yeşil enerji bir umut, ama bu umudu kirli bir yöntemle gerçekleştirmek geleceğe bırakacağımız mirası da kirletir. İklim krizine çare olmak için yola çıkarken, ekolojik ve sosyal adaleti göz ardı edemeyiz.
İklim aktivistlerinin temel eleştirileri:
"Yeşil Sömürgecilik" riski
Özellikle Afrika ve Güney Amerika’daki yerli topluluklar maden çıkarılan bölgelerde yerinden ediliyor, su kaynakları kirletiliyor. Bu nedenle aktivistler “yeni bir tür çevresel sömürgecilik” diyor.
Gerçekten 'yeşil' mi?
Madenciliğin kendisi yüksek enerji, su ve kimyasal tüketiyor. Ormanlar yok ediliyor, biyolojik çeşitlilik azalıyor. Aktivistler bu noktada, “yeşil enerji geçişi, doğa pahasına olmamalı” diyor.
Aktivistler üç temel çözüm öneriyor:
- Daha az tüketim, daha akıllı planlama: Herkes elektrikli araç almak zorunda mı? Toplu taşıma teşvik edilmeli.
- Döngüsel ekonomi: Kullanılmış bataryaların geri dönüşümü yaygınlaşmalı.
- Yerel halkla şeffaf karar alma: Maden projeleri yapılmadan önce yerel halkın rızası ve katılımı sağlanmalı.
Elbette. Bir yanda iklim kriziyle acil mücadele, diğer yanda bu mücadelenin doğaya ve topluma yeni zararlar vermemesi gereği… Bu nedenle birçok iklim aktivisti hem yeşil enerji dönüşümünü savunuyor hem de bu dönüşümün adil, şeffaf ve sürdürülebilir olması için bastırıyor.
Para, para, para...
Elbette amacımız yeşil bir dönüşüm. Daha temiz bir dünya, daha az karbon salımı, daha yaşanabilir şehirler… Ama işler hiçbir zaman yalnızca doğa sevgisiyle yürümüyor. Stratejik madenler, yalnızca yeşil enerji için değil, teknolojik üstünlük ve ekonomik güç için de vazgeçilmez hale geldi. Yani mesele sadece çevre değil, aynı zamanda para. Bu madenler kimin elindeyse, güç de onun elinde. Artık doğanın derinliklerinde değil, dünyanın yeni taht oyunlarında dönüyor mücadele. Madenler bir geçiş aracı olmaktan çıkıp yeni bir rant, yeni bir hegemonya aracına dönüşüyor. Para, para, para... Yeşilin tonu değişiyor; ormanın değil, paranın yeşili konuşuyor.