Marriage Story
Düpedüz bizden bir aşk.
Neydi küçükken o okuduğumuz masalların başlangıcı? Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ülkenin birinde güzeller güzeli bir prenses yaşarmış. Bu güzel prenses bir gün çok yakışıklı bir prensle tanışmış. İlk bakışta birbirlerine âşık olmuşlar. Düğünleri 40 gün 40 gece sürmüş. Herkes öylesine sevinmiş ki bu iyi kalpli prensesle cesur prensin düğününe; ülkede yıllarca süren bolluk bereket ve mutluluk süregelmiş. Gökten üç elma düşmüş. Biri prensin, biri prensesin, biri de bu masalı okuyanın başına.
Yaşım biraz geçti sayılır, tam hatırlayamadım ama aşağı yukarı böyleydi herhâlde, herkesin mutlu mesut aşk dolu yaşadığı yerlerdi oralar. Aşk hemen oluverirdi, zoruluklar hemen hallolur sevgi her şeyin üstesinden gelirdi. Dağlar tepeler aşılır, ölüler dirilir, kötü cadıların sonu da kendileri gibi kötü olurdu. Ders çıkarması kolaydı. Affetmek daha kolaydı. Neydi o masal hani kralın kızı babasına seni tuz kadar seviyorum demişti. Yıllarca sürgüne göndermişti babası onu da, bir gecede herkes herkesi affedivermişti.
Masallarda pek dert tasa yoktur. Krallar çok güçlüdür, tek istedikleri çocuklarının mutluluğudur. Ülkeleri savaşa falan girmez öyle. Yüzyıllardır uyum içinde yaşanır tüm dünyada; belli ki kimselerin gözünü hırs bürümemiştir. Prensesler hep çok zekidir. Vizeleri falan takmazlar kafaya öyle. Hoş hangi prenses eğitim ve kariyer peşinde koşmaya ihtiyaç duyar ki? Öte yandan prensler hep çok yakışıklıdır. Çekicidir, kurtarıcıdır. Hepsinin babadan kalma koca koca ülkeleri vardır. Ve tabii ki onlar da yüzyıllardır süren bu geleneği bozmaz, uyum içinde tüm dünyayı yönetmeye devam ederler.
Bu prensler prensesler bir şekilde tanışır, hemen âşık oluverirler. Öylesi büyülü anlar yaşanır ki ufacık bir danslarından etkilenen prens ülke ülke gezer prensesini bulabilmek için. Ölüm uykusuna yatan prensesi sarışın prensin bir öpücüğü hayata döndürüverir ne hikmetse. Erkekler öylesi de güçlüdür işte masallarda. Neyse.
Buna benzer bir hikâye örgüsündeki filmi izlemekten, ne yalan söyleyeyim, çok keyif alırım ben. İçim ısınıverir büyülü hikâyelere, iyi insanlar görmek ister bazen gözlerim. Yorulduysam eğer kendime bir anlam vermeye çalışmaktan, sevdiklerimi anlamaya çalışmaktan, hemen açarım masalsı bir film.
Ama bilirim ki bunların hiçbiri gerçek değil. Gerçek hayattaki prenseslerin tek derdi güzel olmak, saten kumaşlar giymek ve yakışıklı prensi bulmak değil. Prensler cesur, çok güçlü ve harika olmak zorunda değil. Bir prens ve prenses gerçek hayatta tanıştıklarında, kafalarının üstünden büyülü ışıklar çıkmaz. Tüm dünya onları birleştirmek için elinden geleni yapmaz. Birbirlerini çok sevseler de dağları tepeleri aşamazlar bazen. Eğerler başlarını. Kaderin varlığına boyun eğerler. Ömür boyu unutmazlar bazen, ama geçerler bir şekilde vazgeçmeseler de.
İzlediğim şey kelimenin tam anlamıyla beni dumura uğrattı. Yaşanan sorunlar, üstesinden gelememe biçimleri, çevrelerindeki insanların problematikliği. Her şey öylesi gerçekti ki. Kavga sahnesinden bahsetmeyeceğim bile. Belki dört beş kez başa sarıp izlemişimdir, bilemiyorum.
Gerçek olamayacak kadar ahlaklı, sakin, bakımlı ve prototip insanlar izlemedik bu filmde. Prensesin sarayları yoktu. Çocuğu, sorunları, büyük gelen aşkları vardı. Ölesiye sevilmedi. Şımartılmadı aşktan. Aksine acımasızca aldatıldı. Affedemedi prenses, dağıldı biraz parçalandı. Çok ağladı. Prens ise çok güçlü değildi. Her şeyin üstesinden gelemedi, sadık ve harika kalamadı ömrü boyunca. 40 gün 40 gece yapamadıkları düğünlerini 40 saatten uzun süren terapi seanslarıyla bitirdiler. Hikâyeleri de aşkları da bitmedi. Ama maalesef hayatları da sona ermedi.
Ve şimdi gökten üç elma düştü. Biri bu yazıyı yazanın, diğeri okuyanın, üçüncüsü de babasını tuz kadar seven prensesin başına.