Mavi Gözlü Dev'in Aşk Hayatı
Aşka aşık biri: Nazım Hikmet
Nazım Hikmet Ran, Türk Edebiyatı'nda Mavi Gözlü Dev, Gülen Yüzlü Şair, Romantik Devrimci lakaplarıyla anılan bir coşkulu denizdir. Nazım denilince akla gelecek iki şey, siyaset ve aşktır. Nitekim ki bu iki şey onun çalkantılı hayatını etkileyecektir. Aşka aşık adamın aşk hikayeleri...
Coşkulu deniz deriz ona çünkü o bütün duygularını büyük yaşardı. ''Sevmek mübalağa sanatıdır, abartın.'' demiş İsmet Özel. Nazım da büyük bir sanatçı. Hayatında da şiirlerinde de sevmeyi hep abartmış biri. Sevmek dediysek sadece kadından bahsetmiyoruz, o bütün sevdalarını dolu dolu yaşamış biri. Memleketini de dolu dolu sevmiş, kadınları da, davalarını da.
"Sorma bana "ne kadar seviyorsun" diye.
O kadar işte!
Tavanı kadar sokağın,
dibi kadar cehennemin." - Nazım Hikmet Ran (Bütün Şiirleri)
İşte böyle anlatmış sevmeyi Nazım şiirlerinde. Aşk onun hayatında hep çok önemliydi. Farklı farklı kadınlar geçti hayatından. Baki kalan tek şey aşktı. İlk bilinen aşkı Nüzhet Hanım'dı. Çocukluk arkadaşıydı onlar. Moskova'da üniversite öğrencisiyken evlendiler ve iki yıl evli kaldılar. Ayrılmalarının sebebi de özgürlük davasıydı. Nüzhet Hanım, Nazım'a yol arkadaşlığı yapamayacağını kabul eder ve Nazım bu ayrılıktan altı sene sonra onu tekrar görür ve şu satırları yazar.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..” - Nazım Hikmet ( Mavi Gözlü Dev)
Nazım denince akla gelecek bir diğer isim de büyük aşkı Piraye. Kız kardeşinin arkadaşı, dul ve çocuklu biri Piraye. 1930'dan 1950'ye sürecek çalkantılı bir aşk yaşarlar onlar. 1935'te evlenirler fakat büyük aşk, Nazım'ın mahpusluk günlerine denk gelir. Mektuplar, şiirler dur durak bilmez. ''Piraye için yazılmış saat 21 şiirleri'' adı altında mahpustayken karısına yazdığı şiirler vardı.
(...)
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum..
Böyle onlarca şiir yazar Nazım mahpushanedeyken Piraye'ye fakat bu sevda esirlik günlerinde ayrılıkla sonuçlanır. Nazım 1948'de Piraye'den artık karı koca hayatı yaşamadıklarını söyleyerek bir mektupla ayrılır, Piraye yıkılır, bir daha da evlenmez. Nazım'la son kez, açlık grevi yaptığı için hastaneye kaldırıldığında görüşür. Nazım ona gelmesini söyler, bir mektupla. Sağlık durumunda dolayı tahliye edileceği konuşulur. Piraye gururdan ödün vererek hastaneye gider. Eğer çıkarsa geleceği biri evinin olduğunu söyler ama tam o sırada içeriye giren Münevver'i görünce hiçbir şey demeden odayı terk eder ve bu onların son görüşmesi olur.
Münevver'i ilk kez mahpushanedeyken kız kardeşinin kendisini ziyaret ettiğinde görür ve onunla tanışır. Aşık olur. Münevver o sırada evli ve çocuklu biridir. Kocası boşanmaz Münevver'den, o ara kopar bağları. Nazım mahpustan çıkınca evlenirler. Bir oğulları oldu. Ülkeyi terk eden Nazım, karısı ve oğlundan uzakta kalmıştır.
Ve son aşkı Vera, Moskova’ya gidişinden sonra tekrar aşık olmuştu. Üstelik aşık olduğu kadının, babasından altı yaş büyüktü ama ona deliler gibi aşık olmuştu, Vera bir kızıyla evli bir kadındı. O dönemde Galina girdi hayatına ama daha sonra Vera'yla evlendiler ve üç yıl evli kaldılar.
“Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm”
Nazım Hikmet'in aşk hayatı, sadece bir duygusal yolculuk değil, aynı zamanda bir sanatçının ruhundaki fırtınaların ve tutkulardaki derinliklerin ifadesidir. O, aşkı her yönüyle yaşamış, sevgi ve kayıplarla dolu bir hayat sürmüştür. Nüzhet, Piraye, Münevver ve Vera gibi kadınlar, onun şair ruhunu besleyen, yaralı kalbini anlamaya çalışan yol arkadaşları olmuştur.
Her aşkında, özgürlüğe duyduğu özlemle yan yana yürümüş, bazen kaybetmiş, bazen kazanmış; ama her daim aşkın kendisi için bir tür devrim olduğunu bilmiştir. Aşkı, yalnızca bir tutku değil, aynı zamanda bir varoluş biçimi olarak görmüştür. "İmkansızlıklara aşık" olması, onun sanatını ve yaşamını derinleştiren en önemli unsur olmuştur.
Nazım Hikmet’in yaşamı, aşkın sınırlarını zorlayan, fedakârlıklar ve özlemlerle dolu bir destandır. Şiirlerinde dile getirdiği o derin duygular, zamanla değil, kaleminden çıkan her bir kelimeyle ebedileşmiştir. Aşk, onun için bir sona değil, her seferinde yeni bir başlangıca dönüşmüştür. Ve geride bıraktığı bu güçlü miras, tutkuyla yaşamanın güzelliğini hatırlatmaya devam edecektir.