Mavi Marmara Olayı ve İsrail'in Müdahalesinin Uluslararası Hukuka Göre Yorumu
Mavi Marmara olayı ve İsrail'in müdahalesinin Uluslararası Hukuk kuralları çerçevesinde incelemesi.
Mavi Marmara Olayı
31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail tarafından abluka altında olan Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkmış olan 6 gemi ve malzeme taşıyan yardım konvoyu da dahil olmak üzere, 32 farklı milletten yaklaşık 600 sivil bulunmaktaydı. Bu sivillerin 347’si Türk vatandaşıydı. Malzeme taşıma amacıyla hareket eden bu gemilere, İsrail askerleri tarafından "Deniz Meltemi" adıyla bir operasyon düzenlendi. Bu operasyon sonucunda 9 Türk vatandaşı hayatını kaybederken, onlarca kişi yaralanmış ve yüzlerce kişi de tutuklanmıştır. İsrail’in yapmış olduğu bu müdahale, uluslararası toplum tarafından tepkiyle karşılanmış ve protesto edilmiştir. Buradaki esas konu ise, İsrail’in bu müdahalesinin ve orantısız güç kullanımının uluslararası hukuktaki karşılığı nedir ve İsrail’in sorumluluğunu gündeme getirir mi? Bu sorunun cevabı için öncelikle açık denizlerde devletlerin müdahale yetkilerini incelemek gerekmektedir.
Açık Deniz ve Devletlerin Müdahale Yetkileri
Bir devlet için açık deniz alanları “iç sular, karasuları, takımada suları ve münhasır ekonomik bölge dışında kalan denizel alanlardır.” Yani aslında açık deniz, tüm devletlerin kullanımında olup yararlanmalarına açık bir alandır. Devletler, ulusal yetkileri altında olan gemiler üzerinde açık denizde de yetkilidir (1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 92).
Açık deniz ifadesinden kasıt yalnızca su alanlarıdır. Bu rejimde deniz yatağına dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenlerden ötürü, açık deniz alanları hiçbir devletin sahipliğinde değildir. Tüm devletlerin yararlanmasına açık bir alandır. Serbestlik ilkesi temeldir. Bu ilke doğrultusunda, kıyısı olsun veya olmasın tüm devletler açık denizlerden yararlanabilir. Ancak, serbestlik ilkesi kuralsızlık anlamına gelmemektedir. Devletlerin açık denizlerde yürütmüş olduğu veya olacağı tüm faaliyetlerin “barışçıl amaç” doğrultusunda gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Bunun yanında, diğer devletlerin de çıkarlarına ve haklarına saygı göstererek faaliyetlerini yürütmesi gerekir.
Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi ve BMDHS’ye göre devletler;
“Barış zamanında, özellikle deniz ulaşımı, açık deniz üzerindeki hava sahasında hava ulaşımı, balıkçılık ve canlı kaynakların avlanması, bilimsel araştırma, kablo ve boru döşeme ile bu alanda yapay ada ya da tesisler kurma” hakkına sahiptir. Her devlet bu haklardan eşit koşullarda yararlanabilir. Yine Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi ve BMDHS’ye göre bir gemi, sadece bir devletin bayrağı altında yani bir devletin uyrukluğu altında seyahat edebilir. Bunun yanında, antlaşmalarda öngörülen bazı istisnai durumlar haricinde devletler, açık denizlerde kendi yargı yetkilerini kullanabilirler. BMDHS Madde 94/1, 2'de ifade edildiği gibi, “her devlet; idari, teknik ve sosyal meseleler konusunda bayrağını taşıyan gemiler üzerinde yargı yetkisini ve kontrolünü etkin bir şekilde kullanma hakkına sahiptir.”
Mavi Marmara olayının aslında açık denizlerde seyir halindeyken İsrail müdahalesinin yaşanmasının uluslararası hukuktaki uygunsuzluğuna bakacak olursak, Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi Madde 8 ve BMDHS Madde 95 der ki: “Bir geminin bayrak devleti dışındaki hiçbir devletin, uluslararası hukukun izin verdiği istisnalar dışında, açık denizde bulunan gemilere müdahale edebilmesi, arama, soruşturma, el koyma ya da tutuklama gibi yetkiler kullanabilmesi mümkün değildir.” Bunun yanında, savaş gemileri ve kamu hizmeti gemileri hangi durum yaşanırsa yaşansın bayrak devletinin yetkisi altındadır.
Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi ve BMDHS’de ifade edilen “uluslararası hukukun izin verdiği bazı istisnalar” ifadesi, aslında devletlerin deniz haydutluğu, köle ticareti, uyuşturucu kaçakçılığı ve izinsiz yayın suçlarında, uyrukluk bağı gözetmeksizin denetleme ve cezalandırma yetkilerine sahip olduğunu ifade etmektedir. Açık sularda kirlilik olayları, uyuşturucu ve göçmen kaçakçılığı, terörizm ve kitle imha silahları ile mücadele gibi gerekçelerle yetki kullanmak isteyen devletler, antlaşmalar yaparak yetki kullanma hakkı elde etmişlerdir. Ancak, buradaki haklar ile uluslararası örf ve adet hukukunda sağlanan haklar farklıdır ve yalnızca yapılan antlaşmalara taraf olan devletleri ve bu devletlerin bayraklarını taşıyan gemilerce kullanılabilmektedir.
Devletin egemenlik yetkisinde olan sularda bir gemi, kıyı devletinin almış olduğu gümrük, sağlık, maliye ve göç alanındaki kararların ihlali durumunda yetkili devlet, ihlal eden gemiyi kesintisiz izleme ve müdahalede bulunma hakkına sahiptir. Ancak bu haklarını kullanabilmesi için almış olduğu bu kararların ihlaline dair geçerli sebepleri olmalıdır. Bunun yanında, suçlu olan gemiye görülebilir ve işitilebilir bir şekilde dur ikazının yapılması gerekmektedir.
Devletlere açık denizde verilen bir diğer hak ise ziyaret hakkıdır. Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi ve BMDHS’de belirtildiği şekliyle, “Açık denizde yabancı bir ticaret gemisine rastlayan bir savaş gemisi; geminin haydutluk yaptığından, geminin köle ticaretine giriştiğinden, geminin izinsiz yayına giriştiğinden ve yabancı bir bayrak taşıdığı veya bayrağını göstermeyi reddettiği halde, geminin gerçekte savaş gemisi ile aynı tabiiyette olduğundan şüpheyi gerektirecek makul bir sebep olduğunda ziyaret hakkını kullanabilecektir.” Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi Madde 8 ve BMDHS Madde 95'te geçen “uluslararası hukukun izin verdiği istisnalar dışında, açık denizde bulunan gemilere müdahale edebilmesi, arama, soruşturma, el koyma ya da tutuklama gibi yetkiler kullanabilmesi mümkün değildir” ifadesinde yer alan arama ve soruşturma yetkisi, aslında geçerli gerekçeler ile ziyaret hakkı adı altında uygulandığı şeklinde bir yorum getirebiliriz. Ziyaret hakkı iki aşamadan oluşmaktadır. İlki, şüpheli davranışlarda bulunduğunu düşündüğünüz gemiye bir subay komutasında tekne göndererek geminin belgelerini incelemeye yöneliktir. İkinci aşama ise belgelerin incelenmesi durumunda var olan şüphelerin giderilememesi sebebiyle daha ileri bir düzeyde inceleme yapmaktır.
Devletlere verilen izleme hakkı neticesinde suç işlediği bilinen bir gemiye fiziki müdahalede bulunulması gerektiğinde orantılı güç kullanılması gerektiği gündeme gelir. Suç işleyen gemiye fiziksel müdahalede bulunulması sebebiyle geminin tutuklanması, el konulması ve batırılması durumunda bayrak devletine zaman geçirmeden haber verilmesi gerekmektedir. Ancak izleme hakkı neticesinde ilgili geminin haksız bir şekilde tutuklanması, el konulması ve batırılması durumunda kıyı devleti, vermiş olduğu tüm hasarı karşılamak zorundadır.
Açık denizlerdeki serbestliğin bir diğer istisnası ise ablukadır. Silahlı bir çatışmanın mevcut olması durumunda, düşman tarafın uluslararası toplum ile ilişkisinin kesilmesine yönelik bir tedbirdir. Amaç, düşman devletin açık denize çıkmasını engellemek ve diğer devletler ile ticari ilişkilerini kesmektir. Bu sayede çatışmanın durması veya minimuma indirilmesi sağlanmaktadır. Abluka altına alma kararı, devletler tarafından tek taraflı olarak alınabileceği gibi, güvenlik konseyi kararı ile de alınabilir.
Açık denizlerde devletlere getirilen haklar ve kısıtlamalardan genel olarak bahsettik. Şimdi bu haklar ve kısıtlamalar ışığında İsrail’in yapmış olduğu Deniz Meltemi Operasyonu'nun uluslararası hukuktaki yeri, İsrail’in tezinin değerlendirilmesi, olayın sorumluluk doğurup doğurmadığı ve eğer sorumluluk doğuruyorsa bu sorumluluğu ortadan kaldırabilecek bir gerekçenin var olup olmadığına bakalım.
İsrail’in Müdahalesinin Uluslararası Hukuktaki Yeri
İsrail’in yaptığı bu müdahale, 32 farklı milletten insanı ilgilendirmektedir. Müdahale sonucunda hayatını kaybeden, yaralanan ve tutuklanan birçok sivil bulunmaktadır. Bunun yanında, orantısız bir şekilde güç kullanılması da uluslararası alanda seslerin yükselmesine ve çeşitli aktörlerin İsrail’i protesto etmesine sebep olmuştur. Bu müdahalenin sebeplerini anlamak amacıyla BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti’nin yapmış olduğu Mavi Marmara raporunu, açık denizlerde devletlere getirilmiş olan haklar ve sınırlamalar ışığında değerlendirecek olursak rapora göre:
“Mavi Marmara gemisi 22 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul’dan yola çıkmış ve 25 Mayıs tarihinde Antalya’ya varmıştır. 28 Mayıs tarihine kadar geçen süre zarfında gemi çevresinde sıkı güvenlik tedbirleri alınmış, yolcular, eşyalar ve bavullar detaylı olarak incelenmiştir.”
Raporda bahsedilen bu bölümden anlaşılacağı üzere, gemi veya yolcular herhangi bir yasadışı madde taşımamakta ve uluslararası hukukta açık denizde müdahale edebilme hakkını doğurabilecek bir faaliyet yoktur; bu denetimler ile de bu önlenmiştir. Yani, İsrail’in müdahalesinin uyuşturucu, insan kaçakçılığı vb. suçlar gerekçesiyle yapılamayacağını görmekteyiz.
“30 Mayıs tarihinde filodaki gemiler buluşma noktasından ayrılarak rotaları istikametinde ilerlemeye devam etmişlerdir. (30 Mayıs 2010, 15.54’te gemiler buluşma noktasından ayrılmış, 222 derece güneybatı yönüne seyretmişlerdir. Saat 23.30 itibarıyla rotaları 185 olarak devam etmiştir.) Bu sürede Navtex üzerinden İsrail donanması kendi kıyılarından 68 mile kadar askeri tatbikat yaptığını ifade etmiştir. Bu nedenle, filo kıyıdan yaklaşık en az 70 millik bir mesafe uzaklıktan seyrine devam etmiştir.”
Rapordaki bu ifadeden anlaşılacağı üzere, filo hiçbir şekilde askeri tatbikatı bölmemiş ve yapılan uyarı doğrultusunda 68 mil sınırını korumuştur. Yani, İsrail, filonun ikazına uymadığı gibi bir gerekçe gösteremez.
“Saat 22.30 itibarıyla Kanal 16 üzerinden taraflar muhabereye geçmişlerdir. İsrail donanması, filonun yükünü Aşdod Limanı’na bırakmasını istemiştir. Bunun yanında muhaberede tüm sivillerin silahsız olduğu belirtilmiştir. İsrail, taşınan yükü kontrol edeceğine dair herhangi bir ifade de bulunmamıştır.”
Yani, yapılan görüşmede İsrail, filonun yüklerini kontrol edeceğine dair bir bilgi vermemiş ve bunun yanında gemideki sivillerin silahsız olduğu bilgisine de sahiptir. Fakat, yükü kontrol edeceğine dair bir bildiride bulunmamış olmasına ve gemideki sivillerin silahsız olduğu bilgisini bilmesine rağmen gemiye çıkması meşru değildir ve orantısız bir güç uygulamıştır. Orantısız güç uygulandığının tek kanıtı bu değildir. Raporun devamına bakacak olursak:
“Telsiz muhaberesi 31 Mayıs günü saat 02.00’ye kadar devam etmiştir. Saat 04.30 civarı İsrail donanmasına bağlı askerler Zodyak botlar ile Mavi Marmara gemisine çıkma girişiminde bulunmuşlardır. Bir grup bot, hem sancak taraftan hem de iskele taraftan gemiye yanaşmış, İsrail askerleri gaz bombaları, şok edici el bombaları, göz yaşartıcı bombalar atmışlardır. Bu esnada gerçek fişeklerle ateş edildiği iddiası da öne sürülmektedir. Rüzgârın etkisi ile atılan gaz bombaları tesirini göstermemiştir. Askerlerin botlarla gemiye yanaşıp merdiven atma girişimleri de yolcular tarafından engellenmiştir. Botlarla gemiye çıkış mümkün olmayınca birkaç dakika sonra helikopter ile geminin üst güvertesine asker indirilmek istenmiştir. Bu sırada üst güvertede 10-20 yolcu bulunmaktadır. Helikopterden atılan ilk halatı yolcular üst güverte üzerinde bir yere bağlayarak bu ilk girişimi sonuçsuz bırakmışlardır. İkinci deneme öncesi askerlerin gerçek fişeklerle gemi güvertesine ateş açtığı heyet tarafından tespit edilmiştir.”
Raporun bu kısmına bakıldığında, İsrail kuvvetlerinin gemideki sivillerin silahsız olduğu bilgisine sahip olmalarına rağmen gerçek mühimmatlar ile müdahale etmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. Sivillerin silahsız olmasına rağmen gerçek mühimmat kullanmak, uluslararası hukukta yer alan orantılı güç kullanma unsurunu ihlal etmek anlamına gelmektedir.
“15 dakika içerisinde 3 helikopter ile üst güverteye asker indirilmiştir. Bu zaman diliminde 4’ü ağır yaralı olmak üzere toplam 19 yolcu ateşli silahlardan kaynaklı olarak yaralanmıştır. Ateşli silahlarla yaralananların çoğunluğunda baş, sırt, gövde gibi hayati yerlere ateş açıldığı saptanmıştır. Heyete göre, güvertede bulunan neredeyse herkes kurşun yarası almıştır. Video çekimi yapan bir kişi de kafasından vurularak öldürülmüştür. Yolcular, gemiye çıkan askerlere metal çubuklarla, sopalarla vurarak mücadele etmişlerdir. Heyet, iki yolcunun sapan kullanarak helikoptere küçük cisimler attıklarını tespit etmiştir. Ayrıca İsrail’in iddiası olan yolcuların ateşli silah kullandıkları yönündeki yaklaşımlar, heyetin tespitlerine göre gerçeği yansıtmamaktadır. Ayrıca yaralanan üç asker, gemide bulunan doktorlar tarafından tedavi edilmiş, hiçbirisinde ateşli silah yarasına rastlanmamıştır.”
Raporun bu kısmında yer alan bilgilere göre, birçok yaralı ve aralarında ölü bulunmaktadır. Bunun yanında yaralıların hayati bölgelerine ateş açılması, etkisiz hale getirme girişiminden daha çok öldürmeye yönelik bir harekettir. Burada, İsrail’in bu konuyu meşrulaştırması imkânsızdır. Raporda görüldüğü gibi, gemideki siviller meşru müdafaa yapmış; bu doğrultuda da metal çubuk ve sopalar kullanmışlardır. Bunun yanında sapan ile helikoptere küçük cisimler atıldığı bilgisi de bulunmaktadır. Yani, İsrail’in yapmış olduğu bu müdahaleyi meşrulaştırmak için ateşli silah kullanıldığı iddiası çürütülmektedir.
20 civarında yolcu ellerinde sopalar ve çubuklarla gemide bulunmaktadır. Bu yolcular gaz maskeleri de takmışlardır. İsrail askerleri birkaç metrelik mesafeden içerideki bir yolcuyu vurmuştur. Pek çok yolcunun yaralandığını gören filonun organizatörleri beyaz gömleklerini çıkartıp teslim olduklarını belirtmişlerdir. Fakat İsrail askerleri ateşe devam etmişlerdir. Askerler köprü üstüne girmek için köprü üstünün pencere ve kapısına ateş açmışlardır. Köprü üstüne girdikten sonra kaptana makineleri durdurma talimatı vermişlerdir. Köprü üstünde kaptan hariç herkesi zor kullanarak yere yatırmışlardır. Fakat bu arada kaptana da silah doğrultulmuş vaziyettedir. İsrail Genelkurmay Başkanı Ashkenazi’nin 11 Ağustos 2010 tarihinde vermiş olduğu ifadeye göre operasyon saat 05.17’de sona erdirilmiştir. Operasyondan sonra 9 yolcu öldürülmüş ve en az 24 yolcu gerçek kurşunla yaralanmış, pek çok yolcu da plastik mermilerle yara almıştır. Gemi, içindeki yolcular ile beraber Aşdod Limanı’na doğru harekete geçirilmiştir. Bu sırada yolculara pek çok kötü muamele yapılmıştır. Gemi 31 Mayıs günü saat 11.00’de Aşdod Limanı’na çekilmiştir. Raporun devamında ise İsrail silahlı kuvvetlerinin gemi mürettebatı ve yolcuları olan sivilleri zapt ettiği, ölülerin ve yaralıların olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında gemi mürettebatı beyaz bayrak çıkarıp teslim olmasına rağmen Aşdod Limanı’na varılana kadar gemi mürettebatı ve yolcularına kötü muamele yapıldığı da ifade edilmektedir.
Raporu açık denizde devletlere getirilen haklar ve sınırlandırmalar ışığında incelediğimizde bu olayın İsrail tarafından herhangi bir şekilde meşrulaştırılamayacağı görülmektedir. Uluslararası hukukta yer alan rehineye kötü muamelenin yasak oluşu ve orantılı güç kullanılması gerekliliği gibi uluslararası hukukun temel kavramlarının çiğnendiği de görülmektedir. Fakat konuya objektif yaklaşılabilmesi için İsrail tarafının da tezi değerlendirilmelidir.
İsrail’in Tezi ve Değerlendirmesi
“Uluslararası silahlı çatışmalar kapsamında denizden abluka uygulayan devlet, ablukayı ihlal eden ya da teşebbüs eden düşman ya da tarafsız tüm devletlerin gemilerine ve yüklerine el koyma hakkına sahiptir.” Bu hak doğrultusunda İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukanın hukuki durumu önemlidir. İsrail’in ablukası meşru kabul edilecek olursa, İsrail’in ablukayı kırmaya yönelik unsurlara müdahale hakkı doğacaktır. Bu sayede Mavi Marmara müdahalesini meşru kabul ettirebilmek için bu müdahale hakkına yaslanabilir.
İsrail müdahalesini meşrulaştırabilmek için dayandığı bir diğer iddia, “1994 tarihli Denizdeki Silahlı Çatışmalara Uygulanabilir Uluslararası Hukuka İlişkin San Remo El Kitabı” adlı düzenlemenin 67(a) bölümünde yer alan “kaçak harp malzemesi taşıdığına veya ablukayı ihlâl ettiğine ilişkin makul gerekçelerin var olması ve durması yönünde ikaz edildiği halde ilgili geminin kasten ve açık bir şekilde durmayı reddetmesi veya ziyaret edilmeye, aramaya ya da el koymaya direnmesi halinde tarafsız ticari gemilere saldırılabileceği” belirtilmektedir. İsrail’in bu dayanağına bakacak olursak ve Gazze ablukasının hukuki olarak meşru olduğunu kabul edersek, İsrail tarafından Mavi Marmara gemisine ve filosuna herhangi bir dur ikazı gelmemiştir. Bunun yanında Kanal 16 üzerinden yapılan muhabere de İsrail tarafı yükü kontrol edeceklerine dair herhangi bir ifadede bulunmamıştır. Yani İsrail’in Gazze ablukası meşru olsa ve filo bu ablukayı ihlal etmiş olsa bile herhangi bir dur ikazında bulunmama ve yükü kontrol edeceklerine dair herhangi bir ifade kullanmama gerekçeleriyle bu tez çürümektedir.
İsrail, yapmış olduğu bu operasyona dair iki rapor hazırlamıştır. İlk rapor, operasyonel hatalardan bahseden İsrail Ordusu Soruşturma Komisyonu’nun raporudur. Bir diğeri ise bağımsız olan Turkel Komisyonu’nun hazırlamış olduğu ve İsrail’i tamamen suçsuz gösteren bir rapordur. İsrail Ordusu Soruşturma Komisyonu’nun raporuna bakarsak, yürütülen operasyondaki hatalar “Deniz Kuvvetleri komutanlarının direniş ihtimalini yeterince dikkate almaması ve istihbarat eksikliği, askeri istihbaratın Türkiye ve insan hakları hareketi adı verilen dernek hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması şeklindedir.” Rapordaki diğer bir önemli husus ise gemide ateş açan tarafın yolcular olduğu ve askerlerin kendilerini korumak için ateş açtığı ifade edilmiştir. Fakat rapordaki bu iddialar BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti’nin hazırlamış olduğu rapordakiyle çelişmektedir. BM raporunda gemideki sivillerin meşru müdafaa amacıyla sopa ve çelik çubuk kullandığı fakat İsrail askerlerinin gerçek fişekler kullandığı belirtilmiştir. Yani İsrail’in hazırlamış olduğu bu rapor asılsızdır. Turkel Komisyonu’nun hazırladığı rapor ise tamamen İsrail’in yapmış olduğu bu müdahalenin meşru olduğunu ifade etmektedir. Yapılan operasyonun tamamıyla uluslararası insani hukuk kuralları çerçevesinde tamamen yasal olduğu ve yapılan müdahalenin normal şartlarda gerçekleştirildiği ifade edilmektedir. Ayrıca filonun yardım amacıyla orada olmadığı, sadece olay çıkarmak, dikkat çekmek ve İsrail’in Gazze politikasını eleştirmek amacıyla hareket ettiği ifade edilmektedir. Askerlerin uyguladığı şiddeti ise insan hakları hukukunun el verdiği şekilde zorunlu kalındığı için uygulandığı ifade edilmektedir. Ayrıca raporda gemideki yolcuların silah kullandığı, buna rağmen askerlerin profesyonelce hareket ettiği ve uluslararası hukukun izin verdiği şekilde şiddet kullandığı belirtilmektedir. Bu raporun da BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti’nin raporu ile çeliştiği görülmektedir. İlk olarak İsrail ordusu Kanal 16 üzerinden yapılan muhaberde gemideki yolcuların silahsız olduğu bilgisini almıştır. Fakat buna rağmen gerçek mühimmat ile olaya müdahale etmiş ve birçok kişi bu müdahale sonucunda hayatını kaybetmiştir. Bu raporda müdahalenin insan hakları hukukuna uygun olduğu ifade ediliyor olmasına rağmen İsrail orantısız güç kullanmıştır. Bunun yanında BM raporunda ifade edildiği gibi gemi mürettebatı ve yolcular meşru müdafaa amacıyla sopalar ve çelik çubuklar kullanmışlardır. Yani raporda ifade edilen yolcuların silahlı olması durumu çürütülmektedir. Gemideki mürettebatın beyaz bayrak kaldırıp teslim olmasına rağmen askerlerin gemideki mürettebata ve yolculara kötü müdahalede bulunduğu BM raporuna yansımaktadır.
Mavi Marmara Olayında İsrail’in Sorumluluğundan Bahsedilebilir Mi? İsrail’in Sorumluluğunu Ortadan Kaldıracak Bir Unsur Var Mı?
Konu ile ilgili uluslararası hukukun getirdiği hükümler, BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti’nin raporu ve İsrail’in tezlerine bakıldığında, İsrail çeşitli raporlar ve tezler ile yaptığı müdahalenin meşruiyetini sağlamaya çalışmaktadır. Fakat konuya uluslararası hukuk hükümleri ile baktığımızda İsrail’in orantılılık, esire kötü muamelenin yasak oluşu gibi uluslararası hukukun temel kavramlarını çiğnediği ve kendi raporlarında gemideki sivillerin silahlı olduğunu, yapmış olduğu müdahalenin insan haklarına uygun olduğunu ifade etmektedir. Fakat BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti’nin raporu ile İsrail’in hazırlamış olduğu raporlar karşılaştırıldığında, İsrail’in hem tezlerinin hem de raporlarının çürütüldüğü görülmektedir.
Uluslararası hukukta sorumluluk konusu “bir devletin uluslararası bakımdan her haksız fiili, o devletin sorumluluğunu doğurur” şeklinde ifade edilir. İsrail yapmış olduğu bu müdahaleyi kendi iç hukuku ile değerlendirerek ablukanın aşılması olarak nitelendirip hareket etmiştir.Fakat bunu yaparken filoya herhangi bir ikazda bulunulmamış, filo tarafından mürettebatın ve yolcuların silahsız olduğu bildirilmiş ve İsrail tarafı taşınan yükü inceleyeceğine dair herhangi bir bildirimde bulunmamıştır. Bunun yanında İsrail, kıyıdan 68 mil açığa kadar tatbikat yaptığını da ifade etmiştir. Filo bunu dikkate alarak en az 70 mil açıktan rotasını izlemiştir.
İsrail müdahaleyi yaptıktan sonra hazırladığı raporlarda yolcuların silahlı olduğunu ve askerlerinin kendilerini korumak için silahlı müdahalede bulunduğunu ifade etmiştir. Fakat BM raporunda yolcuların silahsız olduğu ve İsrail’in silahlı müdahalesinin meşru müdafaa olarak sayılamayacağı, çünkü açılan ateşin sivillerin ölümcül noktalarına açıldığı ifade edilmiştir. İsrail’in bu müdahalesinin sorumluluk doğurup doğurmadığı halen tartışılmaktadır. Net bir cevabın verilebilmesi için yargı organlarının kararı önemli olsa da uluslararası hukuka aykırı müdahalesi ve BM raporunun ortaya koyduğu gerçekler ışığında İsrail’in uluslararası sorumluluğu gündeme gelmektedir.
İsrail’in Gazze ablukasının meşru olduğu kabul edilse ve filonun ablukayı aştığı, bu nedenle de İsrail’in müdahale yetkisinin doğduğu kabul edilse bile, İsrail’in orantısız güç kullanmış olması, birçok sivilin hayatını kaybetmesi, yaralanması ve tutuklanması, filoya herhangi bir dur ikazının verilmemesi ve yükün denetleneceğine dair herhangi bir ifade kullanılmaması sebebiyle Mavi Marmara olayında İsrail’in uluslararası sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır.