Maviş

...Yiyecek bulma umuduyla bulunduğu yerden gitmek istedi fakat hareket edecek hali yoktu... Yeni bir hikayeyle sizlerleyim! :)

Bir ağacın dibine sinmişti. Mümkün olsa ağacı yarıp içine girecekti. Bilmediği bir bölgedeydi ve bu onun için çok korkunçtu. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Aldığı nefesi daha ciğerine gitmeden geri veriyordu. Açlık da cabası. Açlıktan kıvranması ona hiç yardımcı olmuyordu. Düzgün düşünemiyordu. Ya saklandığı yerde biri onu bulursa, biri ona zarar vermeye çalışırsa ne olacaktı? O da bilmiyordu. Çok korkuyordu. Acaba annemi hiç mi bırakmasaydım diye düşünüyordu. Yiyecek bulma umuduyla bulunduğu yerden gitmek istedi fakat hareket edecek hali yoktu. Her şey buraya kadarmış ruh haline çoktan bürünmüştü. Son bir çabayla biraz daha ilerledi ormanda. Uzaklardan bağırma sesleri geliyordu, sesi iyice içine kaçtı. Küçük adımlarla ilerlemeye kendini zorladı. Eğer annesini bulursa bir daha heveslerinin peşinden gitmeyeceğine söz verdi. Sesler korkutucu geldiği için seslerden uzağa, sola doğru rotasını çizdi. Biraz daha ilerlemişti ki yarım kalmış fıstık paketini gördü. Ağzından küçük bir sevinç çığlığı çıkıverdi. Paketi biraz karıştırdı fakat içinde çok az fıstık kaldığını gördü. Kalanları yemekten başka çaresi yoktu. Hava kararmaya başlamıştı, iyice üşüyordu. Orman, geceleri daha da korkunç oluyordu, bu savunmasızlıkla ne yapacağını düşünüyordu. Tam onun sığabileceği büyüklükte bir yer buldu. Yedikleri ona bir süre yeterdi fakat açıklıkta duramazdı. Kendini hemen o bulduğu yere attı. Bölgeye ilk geldiğindeki gibi hızla solumaya devam ediyordu, kalp atışları asla yavaşlamadı. Korku insanın bedenini ele geçirince böyle oluyormuş diye düşündü. Geldiğinden beri susuzluğa bir çözüm bulamadı, oysa en önemlisi oydu. Seslerden korkup kaçmakla hata mı ettim diye düşündü. Göz kapakları yorgunluktan kapanıyordu. Kaç saattir aç, susuz ancak bu kadar dayanabildi. Ağzında kalan fıstık tadı ona annesiyle geçirdiği son yılbaşını hatırlattı. Buranın aksine dışarının soğuğu yüzünden buharlanan camların olduğu sıcacık bir evde, yediği önünde yemediği arkasında, portakal kokularının tavanda dans ettiği, tavuk kokusunun evdeki kedileri çıldırttığı, yılbaşı ağacındaki ışıkların duvarı bir tablo edasıyla boyadığı, fırından mutfak dolaplarını terletecek kadar yoğun buharın çıktığı, annesinin ona aldığı hediyeleri masaya dizdiği, çocukların koşuşturduğu, yemeğe gelen çiftlerin dans ettiği, gençlerin şarkılar söylediği, annesinin durmadan bir şeyler pişirdiği, ona sürekli öpücükler verdiği bir gündü. O güzel günü unutmak onun için mümkün değildi. Her şey çok önemsizdi artık. Güzel günler yaşamıştı ve bu ona yetiyordu. Uykuya karşı koyamayarak gözlerini yumdu. Onu iyi hissettiren tüm anıları düşünerek kendini derin bir uykuya bıraktı.

* * *


-Mavişşş, Maviş neredesin? Sesime gelll! Babaanne emin misin buralarda olduğuna?

-Eminim oğlum. Çekse çekse onun dikkatini evin arkasındaki bu ormanlık alan çekmiştir. Şehre doğru gitmemiştir. Ben nasıl camı açık unuttum?

-Babaanne tamam ağlama, heba ettin kendini, yapma gözünü seveyim.

-Maviş canım oğlum gel annene, gel kuşum.

-Mavişşşşş, hadi Maviş çık. Uçtun uçtun da ormana mı uçtun? Nasıl bulacağız burada seni, her yer kuş ile dolu. Mavişşşşşşş!

-Tamam yavrum çok bağırma o korkar böyle bağırışlardan. Aç susuz ne yapacak o buralarda?

-Tamam babaanne gel seni eve götürelim yoksa sana da bir şey olacak.

-Yok oğlum gitmem ben kuşumu bulmadan.

 

Eşini kaybedince Pamuk teyzeye çocukları almıştı ona bu masmavi yavruyu. Annelerine eşlik etsin, canı sıkılmasın, uğraş olsun diye. Yıllar geçti, annesiyle kuş birbirlerine çok alışmışlardı. Bazen kendi çocukları ve torunları, kuşa onlardan fazla verdiği ilgi sebebiyle kıskanırlardı. Kedilerinden daha fazla severdi kuşunu. Aynı masada birlikte kahvaltı ederlerdi. Onun kendine ait yeri vardı oturma odasında. Kafesi, oyuncakları, yemi, ilaçları, suyu her şey oradaydı. Her sene bir sürü yeni şey alırdı annesi ona.

Bugün sabah saatlerinde havalansın kuşcağız diye camı biraz aralık bırakmıştı. Yaşlılık işte, dışarının kuşu cezbedeceğini unutmuştu. Belki de gitmez, onu terk etmez diye ummuştu. Ormanda emin adımlarla ilerliyorlardı. Fıstık paketini görmüştü annesi. Hızlı hızlı oraya yöneldi eğer kuş da paketi gördüyse yemiştir düşüncesiyle. Fıstığın kuş didiklemiş gibi bir hali vardı. Umudu daha da artmıştı.  

Çok geçmeden annesi çalıların arasına sıkışmış masmavi kuşunu bulmuştu. Ellerinin arasına almıştı yavrusunu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan kuşuna sarılıyordu. Torunu onu sakinleştirmeye çalışıyordu ancak nafileydi. Kendi büyütmüştü, bakmıştı o kuşa. Artık canı olmuştu.

-Maviş’imm, özür dilerim yavrum. Seni ben öldürdüm. Kim bilir nasıl korktun, kim bilir neler düşündün yavrum benim.

Bir ağlıyor, bir öpüyor, bir kokluyor, bir sarılıyordu. Artık annesinin de kanatları kırılmıştı, o da bir daha uçamayacaktı tıpkı Maviş gibi.

Torunu babasına haber verdi. Günlerce Pamuk teyzeye sakinleştirici yaptılar. Aylar birbirini kovaladı, Pamuk teyzenin hep bir yanı buruk kaldı. Maviş’i, buldukları yere gömmüştü torunuyla. Hatta torunu çakısıyla ağaca Maviş’in adını kazımıştı. Düzenli aralıklarla gidiyordu Pamuk teyze Maviş’inin yanına. Küçük ruhu için dua ediyordu. Her yılbaşında onu unutmuyor Maviş’in masasında bir sürü mum yakıyordu. Sanki o küçük kuş hep oradaymışçasına.