Meddah Hikayeleri Kitabı İnceleme
Bir meddahın dünyaya açılan hikayesi
Meddahlık hakkında bilgi verilen bölüm sade anlaşılır düzeyde bu biraz daha detaylı olup etimolojisine, tarihi gelişimine, dönemin ünlü meddahlarına, günümüze nasıl geldiğine, şu an ne durumda olduğuna da değinmek geleneğin ehemmiyetini daha iyi kavranması gerektiğini sağlayabilirdi.
Eskici hikâyesinden başlayacak olursak eskicilik mesleğinin bilinenin aksine kullanılması etkiyi arttırıyor ve hikâyeyi güçlendiriyor. Sayfa on sekizde Eskiye özlemimiz geçmişe değil, geçmişte yaşadıklarımızaydı cümlesi çok doğru deyip altını çizdiğim bir kısımdı; aslında her insanın ifade etmek istediğini en uygun cümlelerle aktarmışsınız
Yine sayfa on sekizde, eskiden çocukluk hayallerimiz vardı şimdi ise büyüyen dertlerimiz var cümlesi okuyucuyu biraz durdurup kendini sorgulatıyor. Burada da hikâye dinç kalmış diyebiliriz.
Şeref Amca biraz dönemine göre genç kalmış gibi telefon ya da Bedri Rahmi’den örnek vermek yerine daha eski şairlerden ya da karşılaştırılmalı bir tutumla örnek verebilirdi. Eskicinin ruhen de eskici olduğunu belirtmek etkiyi arttırabilir ama anlatılmak için yazıldığından dolayı dinleyici bu kadar ayrıntıya fark etmeyecektir.
Hikâyenin son sayfasındaki geleceğin geçmişten geldiğini unutmamanız… Tavsiyesi toplumsal bir mesaj niteliğinde, hikâyenin bütününe baktığımızda da ana fikri bu ifadede görebiliriz.
Son olarak, okurken aklıma bir iki soru takıldı.
Burada şeref Amca siz misiniz? Sohbet ederken Mardin’de yaşlıların yanına gidip hikâye, masal sorduğunuzu anlatmıştınız diye hatırlıyorum, buna binaen sormak istedim.
Bir diğer sorum; sizin eskiye dair en çok özlem duyduğunuz şey nedir, bu özlemden yola çıkarak mı eskici hikâyesi oluştu?
Bir Dağ Devrilince: Bu hikâyeyi okumaktan ziyade dinliyor havası içindeydim, zihnimde bir anlatıcı tasavvuru vardı. Sayfa yirmi bir de erkek olmak da hiç kolay değildir… İle başlayan bölüm tebessüm ettiren bir kısımdı hikâyelere konu olan halkın gözüyle bakmışsınız tam anlamıyla mani atışmaları da aynı şekilde, günümüzde yazılmıştan ziyade eskiden gelen bir hikâye havası katmış.
Son sayfada Cemal Süreya'nın şiiri de hikâyeyi etkisi altına alıyor, bu da duygusallığı arttırmış yani dinleyicisi olsaydım bir süre şiir üzerine düşünürdüm tabi hikâyede düşüncelerime destek olurdu.
Bizim Yunus: Mistik anlatımları severim bu yüzden en etkilendiğim hikâye diyebilirim. Özelikle sayfa otuz altı da yakılan, atılmak istenen şiirlerin yok olmadığı kısım Yunus’un şiirlerinin önemini okuyucu en net bu kısımda anlayabilir. Kısa bir anlatımda çarpıcılığı yakalamışsınız. Okurken The Imam filmi geldi aklıma, orada da benzer karakterler mevcuttu.
Korona İlleti: En fazla tebessüm ettiren hikâyeydi özellikle ölürüm Türkiye’m kısmı. Bu hikâye yıllandıkça daha çok önem arz edeceğini düşünüyorum çünkü şu an okuyanlar ya da dinleyenler anlatılanları yaşamış şahıslar, onlar için pek ilgi çekici gelmeyebilir ama bizden sonrakiler için daha olağanüstü görünür, tıpkı Şeref Amcanın topladığı hikâyeleri merakla dinlememiz gibi. Ek olarak koronanın etimolojisi de dikkatleri toplayan ve tebessüm ettiren kısımlardan biriydi.
İflah Olmazsın: Çarpıcı bir olay örgüsü mevcut. Daha önce okuduğum Adam Olamazsın isimli anonim hikâyeyle benzerlik göstermekte. Verilmek istenen mesaj giriş kısmında da belirttiğiniz üzere tam anlamıyla ahaliye ibret verecek bir hikâye örneği olmuş. Sadece son kısımdan ziyade aralarda Salih Efendinin ağzından atasözleri ve deyimlerle anlatım kuvvetlendirilebilirdi.
Dokunamayanlar: Bu hikâyede eğitim sistemi ve aile faktörünün birey üzerindeki psikolojik etkilerine değinmişsiniz, bir nevi eleştiri hikâyesi olmuş son sayfadaki seslenişiniz daha çok sonuç odaklı peki ya çözümünüz nedir. Belki çözüm kısmına da değinilebilirdi. Hemen aklıma şu soru geliyor; sistem içinde hangi kısmı değiştirmek isterdiniz, neden?
Ayrıca siz bir insan ömrünün hangi bölümünde iz bırakmak, dokunabilen olmak isterdiniz? içerikten ziyade ele alınış biçimi merak uyandırıyor bende.
Önce Emek: Diğer hikâyelere göre biraz soyut kalmakta, dinlemek yerine okuduğum için de olabilir. Anlatım genel olarak ders niteliğindeydi. Daha önce rastlamadığım atasözleri vardı, diğer hikâyede de değindiğim gibi atasözleri anlatımı zengin kılmış, dinleyici ya da okuyucu anlamını düşünürken hikâyeyle de bağdaştırarak konuyu daha iyi kavrayabilir.
Sızı: Burada da aile unsuru üzerinde durulmaktadır. Annenin Ben annemi dağ başına atmadım ki sen atasın. Cümlesinde çocuk aileyi yansıtır mesajını görmekteyim. Yedi yaşında küçük ve yetmişli yaşlarda yaşlı tiplerin bulunması gösterilmek istenen trajedinin yoğunluğunu pekiştirmekte ve biraz da pedagojik ders niteliğinde. Son olarak Âşık Veysel'den şiir okunması okuyucuyu etkilemekte olayların tesirini arttırmaktadır.
Açgözlülük: Okurken Ali Baba ve Kırk Haramiler adlı Orta Doğu masalını anımsattı. Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmazmış. Atasözü de içinde bulunulan duruma gayet uygun. Devamında gelen dörtlükler yaşanmakta olan durumu özetler nitelikte, hikâyenin karşılığı bu dörtlükler diyebiliriz.
Çobanın Akıbeti: Raşit Ağa ve çoban arasındaki diyaloglar piyes oyunu havası vermekte. Bu hikâyede de okumaktan ziyade izliyormuş gibiydim, okurken çok rahat tahayyül edebildim sahnedeki halini. Son cümleyi Mevlana'dan alıntı yaparak bitirmeniz sözün tüm konuya hâkimiyetini göstermekte bu da çıkarılmak istenen sonucu derinleştirmekte. Bu durumda hikâye muhatabını daha da sarıyor haliyle merak da uyandırıyor.
Buğulu Cam: Bir önceki hikâyeye göre soyut kalmakta, tahayyül edemiyorum.
Çağın durumunu yansıtan bir olay örgüsü. Teknolojiye ve geçmişin zıddına evrilen bireyi ve toplum yapısını eleştirmekte, ele aldığı açı güzel lakin biraz daha ayrıntılı olabilir ya da sadelik bu kadar yüzeysel kalmayabilirdi. Dinleyiciyi içine çekecek etkileyici kısımlar öne çıksa tahayyül edilemezlik ortadan kalkabilir. Son olarak zamanla bireyin kendine yabancılaşması kimlik kargaşasına yol açmakta bu durum da en iyi son sayfadaki dörtlüklerle ifade edilebilirdi.
Nasip: Doğu-İslam dünyasının bir parçası olan Kırk Vezir Hikâyeleri kitabını daha doğrusu çerçeve hikâyeyi anımsatıyor. Burada da şahıslar arasındaki diyalog bir önceki şahsın tabir yerindeyse kilidini açıyor. Tamamıyla nasibe teslim olunmaması gerektiği, onu elde etmek için çaba sarf edilmesi gerektiği vurgulanmakta. Son dizlerde akıl üzerine atasözleri ne Necip Fazıl'ın kaleminden verilen örnekler burada da hikâyeyi pekiştirmekte.
''Meddah Hikâyeleri'' kitabının geneline bakacak olursak başlıkların klasik olması toplumsal kültürle zıt düşmemekte bu hem amacını tam anlamıyla karşılamakta hem de küçük yaş grubundaki okuyucu ve dinleyicilere bu kültürü aşılamaktadır zaten yazarın da değindiği gibi meddahlar, içinde yaşadıkları toplumun aynası gibidirler. Tabi bir teknik olan giriş kısmındaki tekerlemeler ve bitiş kısmında af dileme de geleneğin yapısını yansıtmaktadır.
Elbette okurken ve yorumlarken hikâyelerin okunmak için değil anlatılmak için yazıldığını göz ardı etmemeye çalıştım. Hikâyenin genelinde yalınlık olmalı evet ama bazı kısımlarda durum biraz daha detaylandırılabilirdi bu ardından gelen durumun anlaşılırlığını kolaylaştırmış öncesini ve devamının dengede kalmasını sağlamış olacaktır. Zaman olarak geçmişe gidilmesi ama olayların ve ana fikrin güncel olması yine küçük yaş grubunun karşılaştırma algısını dinç tutacaktır. Hatta giriş kısmında bu gibi eğitsel hikâyelerin pedagojik açıdan önemine de değinilebilirdi. bitiş kısmında kullanılan şair sözleri hikayeyle tam anlamıyla örtüşmekte diğer sayfalarda da değindiğim üzere anlatımı birkaç dize de toplayıp çarpıcılığı gayet iyi yakalamaya yol açmıştır.
Geçmiş ile geleceğin arasında ayna olan bu güzel eseri hediye ettiğiniz için ve inceleme fırsatı verdiğiniz için şükranlarımı sunarım, her ne kadar sürç-i lisan ettiysek affola!