Medya Gerçekliği Şekillendirir mi? George Gerbner ve Kültürel Göstergeler Teorisi
Medyanın bireylerin dünya algısını nasıl şekillendirdiğini ve Kültürel Göstergeler Teorisi’nin bu süreçteki rolünü inceleme zamanı.
Bir sabah uyanıp günlük haberleri takip etmek için televizyonu açtığınızda veya sosyal medya akışınızı kaydırırken, karşınıza çıkan içeriklerin dünyayı algılama biçiminizi nasıl etkilediğini hiç düşündünüz mü? Gündemi belirleyen, öncelikleri saptayan ve hatta korkularımızı, umutlarımızı şekillendiren bu medya içeriği, toplumsal gerçekliğimizi ne kadar belirliyor? George Gerbner, bu sorulara yanıt arayan öncü akademisyenlerden biri olarak, televizyonun bireyler üzerindeki uzun vadeli etkilerini inceleyerek Kültürel Göstergeler Teorisi'ni ortaya koydu.
Gerbner, medyanın yalnızca bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda bir dünya algılama sistemi sunduğunu savunur. Ona göre medya, özellikle televizyon, izleyicilerin toplumsal gerçekliğini şekillendiren bir anlatı yapısı sunar. Bu görüş, zamanla "Kültleme Etkisi (Cultivation Effect)" kavramını ortaya çıkarmış ve medya tüketiminin insanların dünya görüşünü kademeli olarak nasıl değiştirdiğini gözler önüne sermiştir.
Teoriye göre, televizyon ve diğer görsel medya platformları, topluma sürekli olarak belirli mesajlar aktararak bu mesajları norm haline getirir. Örneğin, şiddetin yoğun olarak işlendiği medya içeriğine sürekli maruz kalan bireyler, gerçek dünyanın da daha tehlikeli olduğuna inanma eğiliminde olabilir. Yine aynı şekilde sürekli suç, cinayet ve kaosun işlendiği haber bültenleri veya diziler izleyen bir birey, günlük hayatında karşılaşma olasılığı düşük olan olayları bile kendi çevresinde gerçekleşme ihtimali yüksekmiş gibi görebilir. Bu duruma "Şiddet Kültürü" denir ve Gerbner'ın araştırmaları, şiddetin medya aracılığıyla nasıl normalleştirildiğini ortaya koyar.
Gerbner'ın teorisini destekleyen sayısız çalışma vardır. Örneğin, televizyon dizileri ve filmler üzerinde yapılan bir araştırma, uzun süre televizyon izleyen bireylerin dünyayı daha korkutucu ve güvensiz olarak algıladıklarını göstermiştir. Polisiye dizilerde sürekli suç işlenmesi ve tehlikeli sokak sahneleri, izleyicilerin kendi yaşadıkları çevreleri de aynı şekilde görmesine neden olabilir.
Medyanın cinsiyet rolleri üzerindeki etkisi de oldukça büyüktür. Kadınların sıklıkla edilgen ve kurtarılmaya muhtaç bireyler olarak tasvir edilmesi, uzun vadede toplumsal cinsiyet algılarını pekiştirir. Örneğin, 1950'lerden itibaren Hollywood sinemasında "prensini bekleyen prenses" temalı filmler popüler hale gelmiş ve izleyiciler bu klişeleri benimsemeye başlamıştır. Bu tür temsiller, toplumda kadınların güçsüz ve bağımlı olduğu yönündeki kalıp yargıları güçlendirirken, erkeklerin ise güçlü ve koruyucu rollerde sunulması, cinsiyet eşitsizliğini derinleştirebilir.
Gerbner, televizyonun ve diğer medya biçimlerinin yalnızca gerçekliği yansıtan pasif bir araç olmadığını; aksine, toplumsal yapıyı şekillendiren aktif bir güç olduğunu ileri sürer. Bu noktada "Ana Akımın Oluşumu" kavramı devreye girer. Ana akım etkisi, farklı sosyal ve kültürel arka planlara sahip bireylerin, aynı medya içeriğine sürekli maruz kalmaları sonucu benzer inanç ve algılara sahip olmasını açıklar. Bu durum, toplumda ortak bir "gerçeklik" algısı yaratırken, farklılıkların ve alternatif bakış açılarının görünürlüğünü azaltabilir.
Sonuç olarak, medya yalnızca bir bilgi kaynağı olmanın ötesinde, toplumsal algıları şekillendiren, inançları ve düşünceleri etkileyen güçlü bir araçtır. George Gerbner'ın teorisi, bu etkileri anlamamıza yardımcı olan önemli bir çerçeve sunarken, şu soruyu sormaya devam etmemizi sağlıyor: Medyadan öğrendiğimiz dünyaya gerçekten ne kadar güvenebiliriz?
Günümüzde sosyal medya ve dijital platformların yükselişi, medyanın etkisini daha da karmaşık hale getirmiştir. Artık herkes bir içerik üreticisi olabilir ve bu durum, bilgi kirliliği ile birlikte algı yönetimini daha da zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, medya okuryazarlığı büyük önem taşır. İzlediğimiz, okuduğumuz ve paylaştığımız içeriklerin arkasındaki mesajları sorgulamak, gerçekliği daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Medyanın sunduğu dünyaya eleştirel bir gözle bakmak, bizi manipülasyonlardan koruyabilir ve daha bilinçli bir toplum yaratma yolunda önemli bir adım olabilir.