Medya Psikolojisi: Özgüven
Medya günümüz hayatının her alanına nüfuz etmekle birlikte getirdiği birçok etki içerisindeki sanal ortam yalnızlığı...
Medya günümüz hayatının her alanına nüfuz etmekle birlikte getirdiği birçok etki içerisinde sanal ortam yalnızlığı ve bu yalnızlığın beraberinde getirdiği özgüven sorununu bugün herkes yaşamakta. Bu düşüncelerin yoğun olarak hissedilmesine karşın kişide bir takım psikolojik ve ruhsal açıdan tükenmişlik, hayattan zevk alamamaya bağlı bazı sorunlar ile birlikte başlayan bazı sorunları da beraberinde getiriyor.
İnternet içerisindeki sosyal medya platformları, belki hiç tanımadığınız yüz yüze dahi gelemeyeceğiniz insanların hakkınızdaki söylemleriyle dolu ve bunu bu platformlarda hayatınızın her alanını paylaşmadığınız, aslına bakarsanız sizi hiç tanımayan belki sadece kendisinin de aynı muameleyi gördüğü, fakat bundan geri durmayıp azımsanmayacak haldeki girişimlerini içermekte. Yine bu durum karşımızdaki insanın değer, inanç ve maneviyatlarını bilmeden ve aslında bir takım insanın da paylaşmadığı veya özgürce paylaşamadığı fikirleri günümüz baskısıyla yaşamaya korkar olmasıyla birlikte eleştirilme, ayıplanma, ötekileştirilme gibi linçler, bazen kampanyaları herkesin birbirlerinden gördüğü, yine birbirlerine yaptığı fakat çok az insanın farkında olduğu ama engel olamadığı bu durumun beraberinde getirdiği kıyaslamalar, kendini kabullenememe, sevememe gibi olumsuz aşırı düşünmenin sonucu olarak depresyonu getirmektedir. Bu depresyon haliyle aklınıza türlü oyunlar oynayarak, aslında olmayan problemleri yaratmaya ve gereksiz birtakım şeyleri fazla düşünerek kaygı yoğunluğu yaratmaktadır.
Bu olumsuzluklar genellikle kimsenin kimseyi dinlemediği, tahammül edemeyip anlamak dahi istememeleri olup bu durum kişiler arası kopukluklar ile yalnızlıklara, ayrılmalara sebebiyet verir. Medyada bu durum çoğu zaman cinsiyetler arasını açmakla kalmayıp medya platformu içerisinde yaşayan birçok insan için malzeme konusu olup, artık insanların istediği şekillerde kolaylıkla bu linç girişimlerinde başrol konumuna geçmesini sağlıyor. Bu düşüncesizlik bireylerden itibaren toplumu da her açıdan yerle bir ediyor ve toplum bu durumlara alışmış vaziyette olup bu duruma tepki göstermeyip, körüklemelerle çoğaltarak sanki herkesin her şeye olumsuz tepki göstermeleri de doğal bir şekilde dayatılıyor. Bu empozelerle birlikte kadın ve erkek cinsiyeti arasında ayrılım, gerilmeler ile birlikte bu cinsiyetler arasında olup olabilecek tüm olumsuz olayların seyrini değiştiriyor. Kişiler arası anlaşmazlıklarla seyreden tartışmalar, boşanmalar (bazen boşanamamalar) ile gelen şiddet de buna dahil olup, bunları birebir yaşayan, bunlara tanıklık etmiş veya sadece medya aracılığıyla öğrenen insanlar arasındaki bu tür bir kopukluk hali medyaya da sıçrayarak bu durumu olabilecek en olumsuz hale getirmekte. Bu durum da yine medyayı kullanan birçok yaş grubundan insanı etkilemekte olup aileye bazen cinsiyetler arası yargılarla birlikte evlenmeye olan bakış açıları da buna dahil olabiliyor.
Medyanın cinsiyetler arasındaki bu ayrımı yine birçok sebepten ayrılımlara bazen de medya içerinde birbirlerini hiç görmeyen insanlar arasındaki linç gösterileri, cinsiyet eşitsizleriyle gelen cinsel şakalar da birçok kadının kendini özgüvensiz hissetmesiyle birlikte oluşan çevresel ve ailesel baskılardan kendini soyutlamak istemesiyle, kendini yetersiz ve toplumun en aşağısında ki varlıklar gibi hissetmesi beraberinde bireyde oluşan olumsuzluklar artmaktadır.
Medyadaki bu gibi durum ve durumlar artmakla beraber bireylerin özgüven eksikliği içerinden çıkamamasıyla karamsar ve olumsuz bakış açıları da giderek kalıcı hale gelmekte, bu nedenle bireyin içerisinde bulunduğu düşünce ve algıyı objektif bir biçimde değerlendirememesi sonucu, bir süre sonra kısır döngüye dönüşebilecek bu algı bozukluğu ve bakış açısı kişinin kendisine olan öz saygısını yitirmesine sebebiyet verebilir. Ancak bu gibi yapıcı olumlamalar da medyanın esirine girmekte ve bilincimizi en olumsuz şekillerde etkilemektedir.
Yine bu medya araçları hiçbir sebep yokken üzerimizdeki baskıları nasıl taşımamız gerektiği ile de akıl vermekte, ancak bizler bir birey olarak kendimize olan öz saygımız korumalıyız.
Kişi kendisine olan özsaygısını tekrardan kazanmak için düşünce yapısını değiştirmesi gerekmekte ve başka bir perspektiften, objektif bir biçimde kendisini değerlendiren birey daha verimli bir bakış açısı üreterek, algı ve duygu-durum bozukluğu yaşadığını gözlemleyebilir. Bu bağlamda kendisini pozitif bir biçimde güdüleyebilir ve olumlu yaklaşımlara cevap verme olasılığını arttırabilir.
Özgüven eksikliği sorununun aşılmasında kişinin ailesinin ve yakın çevresinin bireye yapıcı bir destek göstermesi, bireyin kendisini daha da yeterli ve dışlanmamış hissetmesini sağlayabilir. Çevrenin bu desteği bireyin umutsuzca uzaklaştığı hobilerine tekrar dönmesi için onu daha da istekli kılar. Bu istek ve arzunun zamanla artması, bireyin yaşama daha da sıkı sıkıya sarılmasına neden olacak ve onun içinde bulunduğu çevreye ait olduğunu gözlemleyebileceği bir bakış açısı üretmesini sağlayacaktır.